Hepimizin ayrı ayrı, farklı hikâyeleri var. Ataerkil sistemin bize dayattığı tüm baskıların altında yaşanılan… Yüzyıllardır eşitlik için verdiğimiz mücadeleye rağmen kat etiğimiz yol o kadar az ki. Hiç değişmeyen sorun yumağı ise karamsarlığa itiyor sürekli bizi. Öldürülen kadınlar çocuklar… Ama yine de… Umut etmekten başka çaremiz yok. “Umut olan yerde, zorluk vardır” diyor Sara Ahmed. Yaşadıklarımızla yüzleşebilmek için de geçmişimizi elden geçirmek zorunda olduğumuzun altını çiziyor.
2005 ile 2009 yılları… Bolivya’da ücra bir Menonit kolonisi… Burada kadınlar sabahları hep uykulu ve acı içinde uyanıyor. Ataerkil, dini bir topluluk olan bu yerde yaşayan kadınlara, hayal gördükleri ve kötü ruhların onları günahları için cezalandırdığı söyleniyor sürekli. Gerçek hiç de böyle değil oysa. En az sekiz adam(tespit edilen), hayvanlar için tasarlanmış sakinleştiriciyi kullanıp kadınlara ve çocuklara (bazıları 3 yaşında bile değil) tecavüz etmişler. 2012’de bu adamlar, Bolivya mahkemeleri tarafından uzun süreli hapis cezasına çarptırılıyor.2013’de suçlular hapisteyken benzer saldırıların ve cinsel istismarların hala devam ettiği söyleniyor.
Konuşan Kadınlar adlı kitabında Kanadalı yazar Miram Toews, işte bu hikâyeyi ele alıyor. Ama kadınların yaşadıkları travmaya odaklanmıyor. O şiddete maruz kalmış kadınların kendilerine sorular sormalarını ve hayatta kalmanın yollarını tartışmalarını istiyor sadece. Yaşadıkları olayların ardından ne yapacaklarına karar vermek zorunda olan farklı yaşlardaki sekiz kadın karakteriyle tanıştırıyor Toews bizi. İki gün boyunca, bir samanlıkta nasıl iyileşeceklerini, çocuklarını nasıl koruyacaklarını, oğullarını nasıl eğiteceklerini, inançlarını nasıl muhafaza edeceklerini ve nasıl affedeceklerini tartıştırıyor yazar onlara. Kadınlar hızlı karar vermek zorundalar. “Sekiz kadın, iki aile, farklı nesiller, gençler ve sonra anneleri ve büyükanneleri var ve tüm kadınlar saldırıya uğramış, tecavüze uğramış, oradaki kadınların küçük çocukları da dâhil ve ne yapacaklarını anlamak için iki günleri, 48 saatleri var.” Tecavüzcüler için kefalet ödemek üzere uzakta olan koloni erkekleri yakında geri dönecekler çünkü. Yazarın bulundukları ülkenin dilini konuşmayan, okuyup yazma bilmeyen, bir erkek eşliğinde olmadan koloniyi terk edemeyen bu kadınlara kurmacanın diliyle ses olmasının başka bir nedeni daha var. Kendisi de muhafazakâr bir Mennonit topluluğunda doğup büyümüş çünkü. “Bu kadınlar hakkında yazmam gerekiyordu. Ben de onlardan biri olabilirdim.”
“Bizler zamanın ve mekânın dışındaki kadınlarız, içinde yaşadığımız ülkenin diline bile sahip olmayan kadınlarız. Biz yurdu olmayan Mennonitleriz. Molotschna’nın hayvanları bile evlerinde biz kadınlardan çok daha güvendeler. Bizim sahip olduğumuz tek şey hayallerimiz… Yani evet, tabii ki hayalperestiz.” Yaşadıkları her şeye rağmen gülebilen kadınlar onun karakterleri… “Birisi, kadınların değil erkeklerin gitmesi gerektiğini savunduğunda, bir başkası ‘hiçbirimiz erkeklerden hiçbir şey istemedik… İlginç değil mi?’ diye ekliyor konuşmacı, kahkahalar arasında…”
Toews’in anlatıcısı bir erkek. Kadınların tüm kararlarını, konuşmalarını kaydeden koloninin öğretmeni August. (Bu biraz ironik de olsa… ) Yazar, August’un sadece kadınların sekreteri olduğunu söylediklerini kayıt altına aldığının altını çiziyor. Burada karar alıcının erkekler değil de kendileri olduğunu göstermek istiyor belki de… “…o belge, tutanaklar kadınlar için önemsizdi, onları okuyamazlardı, yapacakları çok daha önemli şeyler vardı.”
Koloninin piskoposu Peters, kadınlara suçluları affetmelerini eğer reddederlerse cennete girmelerinin engelleneceğini söylüyor. Affetmek… Dini otoriteyi ve manevi kurtuluşu ciddiye alan kadınlar için en çok zorlayan mesele de bu. Ama yazara göre bunu yaptıklarında tüm sorunu halı altına süpürmüş olacaklar. O zaman da hiçbir şeyin değişmeyecek. Her zaman olduğu gibi…
“Bu kapalı kolonilerdeki, bu ücra yerlerdeki insanları, izole edilmiş bir şekilde, bir tür ucube ve bir bakıma tarikat üyesi olarak düşünmek kolay… Ama gerçek şu ki, onlar da insan.” Şiddetin bir ırkı, sınıfı, dini yok oysa. Fakat bir cinsiyeti var. Şiddet her şeyden önce otoriter zihniyetin bir sonucu… Seni kontrol etme hakkım var diyen… Bu zihniyet dünyanın her yerini öyle bir sarmış ki… Her köşesinde kadınlar tecavüze uğruyor ve çeşitli bahanelerle(…) hayattan koparılıyor. Amerikalı gazeteci Nicholas D. Kristof’un yazdığı gibi ‘dünya çapında 15 ila 44 yaş arasındaki kadınların erkek şiddeti yüzünden ölme veya sakat kalma olasılığı; kanser, sıtma, savaş ve trafik kazalarının toplamından daha yüksek.’ Bu bir insan hakları sorunu. Fakat nedense bir kriz olarak ele alınmıyor ve dünyanın her yerinde göz ardı ediliyor.
Bir adamın karısına yıllarca uyuşturucu verip tecavüz ettiği ve onlarca erkeği de tecavüze teşvik etmekten yargılandığı bir dava gündeme geldi yakınlarda. Gisèle Pelicot’un davası…“Utanç taraf değiştirmeli” diye haykırdı Pelicot. ‘Utanması gereken biz değiliz, onlar.’ Pelicot’un yaşadığı bölgenin belediye başkanının skandal niteliğindeki açıklaması ise çok daha dehşet vericiydi. “Burada kimse öldürülmedi. Eğer Dominique Pelicot karısını öldürmüş olsaydı durum daha kötü olurdu, ancak bu durumda aile kendini yeniden inşa edebilir. Zor olacak ama ölmediler, hala çözebilirler.” Ataerkil zihniyetin tüm dünyadaki toplumlara nasıl sirayet ettiğini gösteriyor bu bize. Ve kadın sorununun çözümünde bireysel değil de kolektif sorumluluğun ne kadar önemli olduğunu…
“Bir kadın olarak, ülkem yok. Bir kadın olarak, ülke istemiyorum.
Bir kadın olarak, benim ülkem tüm dünya.” V.Woolf
Evet, şiddet sorununu çözmek sadece bizim sorumluluğumuz değil. Dünyayla olan ilişkimizi değiştirmek de dünyayı değiştirmiyor. Bunu yıllarca deneyimlerimizden anladık zaten. Ama şunun herkes tarafımdan anlaşılması gerekiyor artık; her şeye inat dünyada kapladığımız yeri azaltmaya niyetimiz hiç yok… Bu yüzden sevgili kadınlar; her birimiz kendi yeteneklerimiz ve güçlerimiz dâhilinde sorgulamaya ve hep birlikte mücadele etmeye devam etmek zorundayız. Biliyorum hepimizin farklı hikâyeleri var ama Ahmed’in dediği gibi katlanmamız istenen şey ortak. Ve onun adı da ATAERKİLLİK.
Kaynak;
Mırıam Toews. Konuşan Kadınlar, Çevirmen; Gül Korkmaz, Kafka Kitap
Sara Ahmed Feminist Bir Yaşam Sürmek, Çevirmen: Beyza Sümer Aydaş, Sel Yayıncılık
https://www.theguardian.com/books/2018/aug/18/miriam-toews-interview-women-talking-mennonite
edebiyathaber.net (25 Kasım 2024)