Görüleni somut, eksiksiz bir şekilde anlayabilmek için katı, nesnel bir bakışın yeterli olduğu düşünülür çoğu zaman. Bu “bakabileceğimiz” her şey için böyledir; kişiler, olaylar, eserler; dolayısıyla çevre ve kültür böylece şekillenir etrafımızda. Halbuki bakış adeta canlı ve hınzır bir yaşam formu olarak gözlerimizin “ardında” kıpırdanır durur. Sürekli olarak yeniden şekillenir, her gün yeni bir şeyler öğrenir ve katman katman zihnimizin derinliklerine yayılır. Bu geçirgen katmanları fark edebilmek adına, onların nasıl işleyebileceğini gözlemlemek, aslında son derece zihin açıcı bir girişim. Bu noktada Bakışın Ritmi tam da geçirgen katmanları, ritmine kendini kaptırmış bakışı ve vızır vızır işleyen bir beyni okura sunuyor.
İletişim Yayınları’ndan çıkan Bakışın Ritmi, öykü, roman gibi türlerde de başarılı eserler kaleme alan gazeteci Ahmet Tulgar’ın portrelerini bir araya getiriyor. Yıllar içerisinde çeşitli gazete ve internet sitelerinde yayımlanan bu zevkli yazılara ek olarak Tulgar’ın Bakışın Ritmi için özel olarak kaleme aldığı Orhan Gencebay, Bülent Arınç, Binali Yıldırım, Vedat Milor, Tuğrul Eryılmaz ve “Şokopop” denemeleri de bütüne dahil oluyor.
Tulgar’ın kaleme aldığı portrelerin her biri, aslında okur için son derece tuhaf bir seyir. Zira Tulgar portrelerinde, ülke vatandaşı olarak hepimizin tanıdığı isimler ya da “şahit” olduğu olaylar üzerinden giderken, aşina olma halini “bükmeye” başlıyor. Bu bükülmeyle beraber her şey derinleşiyor, yeniden şekilleniyor ve farklı ritimler kazanıyor. Böylece içinde yaşadığımız toplumu ve önceden “gördüklerimizi”, adeta sosyolojik bir kaleydoskop içinden görmeye başlıyoruz.
Bu okuma deneyiminde Tulgar kimi zaman nasıl işleneceğini tahmin edebildiğimiz bir imgeyi katman katman derinleştirmeyi tercih ediyor, kimi zaman ise çok “tuhaf” bir imgeyi atıveriyor önümüze. Çatık kaşlarımızın şaşkınlığı, kısa zaman içinde -çok kısa bir zaman bu- yerini hayranlık dolu bir gevşemeye bırakıyor. Böylece bakışın -ve okuyuşun- ritmi bir yandan da okurun yüzünde somutlaşmış oluyor.
Bakışın Ritmi aynı zamanda, rotası -çoğunlukla- bu ülke toprakları üzerinde şekillendirilmiş bir zaman makinesi olarak da işliyor. Tulgar’ın yazılarının odak noktasını oluşturan kişiler, olaylar, tavırlar ya da “skandal” cümleler, bu zaman makinesinin duraklarını oluşturuyor. Okur bir yandan Tulgar’ın kaptanlığı üstlendiği bu yolculukta hayran hayran etrafı gözlemlerken, diğer yandan da “o an”ları yeniden, farklı bir gözle yaşayabilmek ya da kişileri tekrar tanıyabilmek için gazeteleri, interneti karıştırken buluyor kendini. İş, spor, siyaset ve sanat camiasının geçmişiyle bugününü, Tulgar’ın yazıları üzerinden değerlendirmek de ilginç bir beyin jimnastiği vazifesi üstleniyor.
Tulgar bu noktada -yine- birikimine ve kalemine hayranlık uyandıran bir şeye imza atıyor: Doğal okurun “üstenci” ya da “fazla” akademik kabul edebileceği düşünceleri bakışın ritmine, son derece natürel bir şekilde yediriyor. Portrelerinde Roland Barthes, Jürgen Habermas, Michel Foucault gibi güçlü teorisyenlerden ve farklı disiplinlerin “kuytu köşe”lerinden beslenen Tulgar, aslında tüm bu göz korkutan birikimlerin bakışı anlamlandırabilmek için var olduğunu kanıtlıyor okura.
Ahmet Tulgar’ın, kitabın girişinde de mükemmelen ifade ettiği üzere, açılıp kapanma, daralıp genişleme hareketlerine öykünen bir bakış ritmi var. Eksenine memleketi yerleştirirken aynı zamanda yazarın şahsiyetine dair büyük ipuçları veren, son derece özgün bir bakış açısı bu. Bu açıdan İletişim Yayınları’ndan çıkan Bakışın Ritmi şüphesiz her açıdan hayranlık uyandıran ve heves uyandıran bir derleme olarak buluşuyor okurla. Heves uyandırıyor, çünkü okur böylece kendi bakış ritmini keşfedebilir, onu yeniden var edebilir ya da bu ritimle daha önce üstünkörü baktığı şeyleri yeniden “görebilir”. Kim bilir, belki bu ritim ilk olarak aynadaki yüzün suretini yeniden anlamlandırır.
Büşra Uyar – edebiyathaber.net (21 Temmuz 2020)