Bazen çocuklardan çok şey bekliyormuşuz gibi geliyor bana. Okul-dersane-özel ders-kurs-müzik dersi-şu etkinlik-bu etkinlik-vs.vs.vs… Çocukları sürekli bir etkinliğe dahil etme yarışı içine girmiş durumdayız. Daha doğru dürüst konuşamayan çocuklar İngilizce oyun gruplarına “yazdırılıyorlar”. Okulda niye 100 değil de 85 aldı diye dertleniyoruz. Yüzme yarışında niye ikinci oldu diye üzülüyoruz. Sonra üzülmeyi bir kenara bırakıp bir saat sonraki keman dersine yetiştirmek içn koşturuyoruz. Sonra özel ders öğretmeni geliyor.
Biz çocuksuz bir çift olarak belki biraz “dışarıdan” dehşetle, “Hayır, hayır, bu böyle olmamalı. Doğru değil bu!” diye bakıyoruz. Belki kimilerine göre oturduğumuz yerden konuşuyoruz; “Nasıl olsa bunların tuzu kuru,” diyorlar. Ama öyle işte. Belki sistemin dayatması, sistemin eksikliklerinden; belki kişisel tatminsizliklerden, “Devir değişti artık, çocuklar hayata böyle hazırlanmalı” yaklaşımında… Bilemem. Sadece fikir yürütüyor ve kendimce bir mantık kurmaya çalışıyorum. Ama daha hamileyken “Acaba kızım nasıl biriyle evlenecek?” diye soru soran birini; çocuğu ilkokula başlarken “Acaba üniversitede ne yapacak?” diye vesveselenen başka bir anneyi duyunca bu işin içinde mantık falan kalmadığını düşünüyorum.
Evet, belki de tuzum kuru. Oturduğum yerden konuşmak /yazmak kolay ve evet, hâlâ görüşüm değişmiyor: Çocuklar daha az, boylarını aşmayacak miktarda sorumluluk almalılar; haylazlık yapmalılar ve en önemlisi EĞLENMELİLER. Nasıl olsa yetişkin olacaklar. Nasıl olsa günün birinde yetişkin gibi davranacak, yetişkin dünyanın kurallarına göre oynayacaklar.
“Haylazlar Kitabı”nın kahramanları da bir zamanlar çocuktu. Hem de alabildiğine haylaz, sorunlu ve başı derde giren çocuklardı bunlar. Ne oldu? Sonunda büyüdüler ve her biri, yaptığı işlerle tarihe kazınan birer isim oldu. Marsık Kitap tarafından yayımlanan “Haylazlar Kitabı”, alt başlığıyla bize içeriğine dair ipucu veriyor aslında: “Söz dinlemezler ve öteki dâhilerin anıları”. Kitabın önsözünü okuyunca, ilerleyen sayfalarda bizi ne türden haylazların beklediğine dair bir fikir ediniyoruz:
Okulda zayıf, işe yaramaz, başarısızlığa aday kimseler olarak gösterildiler! Aile içinde, iş hayatında kimse onlara umut bağlamadı; söz dinlemez ve uyumsuz kişiliklerine öfke duyuldu. Onlar, yolarını bulmadan ya da doğru kapıyı açmadan önce bir köşede pineklediler ya da bir yığın bahane uydurup yan çizdiler.
Zamanla tarih onları üne kavuşturdu, dâhi yaptı.
(…)
Sahiden başka yol yok muydu onlar için? Bir tutkuyu doyurmak, sınırlarını zorlayan bir zekâyı kullanmak, hayatını bir yetenek uğruna feda etmek… Göze alınan uğraş özveri ister. Bu ünlü kişiler bize ne örnek verir, ne de modeldir.
Haylazlar Kitabı, büyük adlara yeniden hayat veren bir nanik, aynı zamanda çocukluk yıllarına ve her birinin önemsiz zikzaklarına gülümsemeye bir çağrıdır! Ya yitirilmiş zaman diye bir şey olmasaydı?
Peki kimler var bu kitapta? İsimlerine nispeten daha sık rastladığımız Alexander Graham Bell, Thomos Edison, Albert Einstein, Leonardo da Vinci ve Pablo Picasso burada da var; ama sadece onlar mı? Cazın ölümsüz isimlerinden biri olan Louis Armstrong, polisiye edebiyatın kraliçesi kabul edilen Agatha Christie, sessiz sinemanın en büyük kahramanlarından Charlie Chaplin, yaşamını canlı türlerinin çeşitliliğine adayan Charles Darwin, ABD tarihinin en önemli karakterlerinden Abraham Lincoln ve özgürlük ve barışın en tanınmış aktivistlerinden biri olan John Lennon… Kitabın farkı da bence burada, bu isimlerde işte…
Kitapta bilim, edebiyat, plastik sanatlar, müzik, sinema ve politika tarihinden yirmi yedi isim yer alıyor. Her isme ayrılan dört sayfada (payına altı sayfa düşen Leonardo hariç) o kişinin çocukluğu, dünya görüşü veya yaşamına yön vermiş belli bir olay anlatılmış. Bazı bölümler üçüncü tekil şahıs tarafından anlatılırken, bazı bölümlerde öyküyü birinci tekil şahsın ağzından dinliyoruz. Ben bunlardan ikincisini daha çok sevdim. Böylece tarihi bir olay ya dda kişi benim için daha gerçek, daha canlı oluyor. Louis Armstrong’un yaşadığı mahalleyi, bir tabanca yüzünden yaşadığı kaza ve ıslahevi günlerini başka türlü okusam; Balzac’ın ne mutsuz bir çocukluk geçirdiğini doğrudan ondan dinlemesem bu kadar etkilenmezdim.
Kitabın görsel tasarımı da oldukça haylaz. Kitaptaki desenler Serge Bloch’a ait. Ancak bunları sadece desen olarak tanımlamak da Bloch’a haksızlık olur. Çünkü illüstrasyon, karikatür, kolaj, ne ararsanız var ve hiçbir sayfa bir diğerini tekrarlamıyor.
Haylazlar Kitabı, okuru dünya tarihinin çok geniş bir aralığında gezintiye davet ediyor. Bilindik ansiklopedi bilgilerini, sıkıcı biyografi metinlerini bir kenara iteliyor ve her biri birbirinden renkli ve etkileyici yaşam öyküleri sunuyor. Bize de onlardan feyz almak kalıyor.
Bırakın, çocukken çocukluklarını yaşasınlar. Günün birinde geriye dönüp baktıklarında “Ne güzel çocukluktu!” diyebilsinler.
Yazan: BANU – birdolapkitap.com (22 Mart 2012)