Bir karşılaştırmalı okumadan başımı kaldırmış, Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler”iyle Tolstoy’un “Anna Karenina”sının ikliminde gezinip durmaya ara vermişken; ister istemez Çar I. Petro’nun Rusyası’na dönmek zorunda kalmıştım. Onun iktidar dönemi (1721-1725) ve sonrasının tarihsel seyri bir edebiyatın adım adım nasıl örüldüğünü de anlatıyordu. Rus Devrimi bir sonuçtu, aslolanı bence, Rus Aydınlanması’ydı! Kurulan edebiyatın kılcal damarları oradan ağıp geliyordu. Özellikle de Puşkin’i Puşkin yapan, öncül kılan da buydu.
Ne yanıyla bakarsak bakalım Rus edebiyatının hem tarihsel, hem sosyolojik, hem de psikolojik boyutları 19. Yüzyıl romanında belirleyicilik kazanmıştır.
Dönem romancılarının yaşanan zamana, oluşagelen insan ilişkilerine bakışı bize sözün gücünü de anlatmaktadır.
İki ayrı kıyıda duran Dostoyevski ile Tolstoy’u yakınlaştıran da budur aslında: Sözün gücü. Anlatıcılar kendi kurmaca dünyalarını sözle biçimlendirdiklerine göre, orada düşünsel/duyusal olan her bir şeyin de yer alması kaçınılmaz.
Yazarın şurada ya da burada olması onun ele aldığı konuyu, yansıttığı gerçekliği değiştirmiyor. Yalnızca kendini konumlandırdığı yer/zaman, hatta düşünsel ve yaşamsal iklim sözcüklerinin nereye/ne yana dönük bir ivme kazandığını gösterir. Yani, hangi tınıyla neye/nasıl yazıyordur anlatıcı.
Yazılan kurmaca yapıta bakarak bunu bir yere kadar çıkarabiliriz. Ama yazarın o yapıtını nerede/nasıl, hangi koşullarda kurup ettiğine dair edinebileceğimiz bilgiler bize yazma nedeni kadar sözcükleriyle kurduğu dünyanın anlamına dair de birçok ipucu verir.
Sözünü ettiğim bu karşılaştırmalı okuma elbette yan okumaları da (biyografi/günce/anı/mektup,vb.) içeriyordu.
Bu okuma uğraşıma kısa bir süre ara verince, bu kez, başka bir karşılaştırmalı okumaya yöneldim. Bu kez de Salman Rushdie’yi kendi yapıtları arasında bir karşılaştırmayla okumaya koyulmuştum.
Önüme aldığım “Altın Ev”, “İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece”nin kapısını aralamıştı. Bu iki okumada ilerlerken, ister istemez “Mağriplinin Son İç Çekişi”ne de kendimi hazırlıyordum.
Geçen yaz sürdürdüğüm “Bir Yazarınız Olmalı” seminerlerimdeki Salman Rüshdie okumalarım/ız,çözümlemelerim/iz birçok yan okumayı (özellikle melez anlatı/postkolonyal anlatılar ekseninde) gerekli kıldığından; bu kez anlatıcının son üç romanını ( “Şeytan Ayetleri”nden sonra) yazma/kurma gerekçesini düşünmekten de alamadım kendimi.
Dahası sorgulayıp anlatmadan…
Sözün gücü…
Nerede, nasıl, hangi koşulda ve hangi dilde yazarsa yazsın yazarın/anlatıcının insana/dünyaya dair anlattığı hikâyelerde hep bir “mesele”si olmuştur.
Evet, galiba “iyi anlatıcılar” imlemesini de belirtmemiz gerekecek.
Salman Rushdie’nin bu soy anlatıcı olma özelliğini bir tür roman sanatının “kök-anlatıcı”ları diyebileceğimiz Dostoyevski ve Tolstoy’a bağlayabiliriz.
Vicdan duygusuyla yazmak… Hayatı sorgulamak…
Şu anki Rushdie okumalarıma katılan bir yan okuma yazarım Hamid Dabaşi. Onun “Arap Baharı: Postkolonyalizmin Sonu” kitabına konu edindiği yakın dönemin ulus-aşırı/ulus-ötesi kalkışma hareketlerinin sosyolojik boyutu biraz da Rushdie’nin romanlarının coğrafyasını ve düşünce iklimini ilgilendirecek düzeyde.
Kuşkusuz okur olarak bu bağlantıları siz kurabiliyorsunuz. Ama bir şey de var ki; romancının gizlilikte yaşadığı dönemleri ve yakın zamandaki ABD serüvenini de göz önünde tutarsak; o ne bir Murakami gibi arz-talebin yazarıdır, ne de Orhan Pamuk’un oryantalist bakışa kurban ettiği tarzda bir Doğu anlatıcısı.
Belki de Salman Rushdie’yi melez anlatıcı kılan kimliği de onun bu evrensel yanıdır. Alıp biriktiren, özünden getirdikleriyle buluşturduklarını da biçimleyip yeni bir söz söyleyen… Orada da kendi biçimini ve söylemini yaratan. Ve “mesele”sinin altını da kalın çizgilerle çizen bir anlatıcı.
Bu nedenledir ki onun anlatıları her kesimi ilgilendirir ve her kesimce üzerinde düşünmeye çağrıdır.
Evet, dönüp dönüp şunu yineliyorum kendime birkaç gündür:
Sözcüklere sormalı…
Sözcüklere sormalı, ki; bizi ve hayatı en iyi onlar anlatır. Ve bu sözcüklerin efendisi anlatıcılar… nerede, nasıl olursalar olsunlar nefesleriyle bize ulaşırlar…
Feridun Andaç-edebiyathaber.net (1 Ocak 2019)