Çözülmenin diliyle konuşmanın zamanı. Hiçbir şeyi ötelemeden, gelen karanlığın adım adım nasıl biçimlendiğini görmek için böylesi bir sarsıntı kaçınılmazdı sanki!
O kamaşma halinin, sığınılan yabanlığın, şehvetli yaban tutkunun bayraklaştırılan cehaletin sancağı gibi salındırılması yaşanan sarsıntıyla ortaya çıkan gerçeği örtemiyordu artık.
Şunu diyordu Simone de Beauvoir: “Siyaset, geleceği şimdiye düşüncesizce feda etmesi sebebiyle iyiliği reddetmekte haklıdır.”
Yaşanan sarsıntının ortaya çıkardığı gerçeği görebilmenin iki yolu var: bilim ve sanata dönüp bakmak. Olup biteni anlamanın patikasında gezinirken başka sözlere, renklere, seslere dönmek kaçınılmaz.
Gene Beauvoir’ın yazdıklarına dönünce, şu sözleriyle karşılıyorum:
“Fizikçiye ‘Hangi kuramlar doğru?’ sanatçıya ‘Hangi işlemleri yaparak güzelliği garanti olacak bir eser üretilir?’ diye sormayız. Ahlak, bilim veya sanattan daha çok formül verebilecek değildir. Yalnızca yöntemler önerebiliriz.”
İçerik üretme her ikisinde de önceliklidir. Bir veriye bakmak, bunun üzerine yeni şeyler söylemek ikisinde de başat öğedir.
Koşulların değişkenliğine göre biçim almayı değil, olan/yaşanan “hakikat”i göz önünde tutarak sözünü eder bilim de, sanat da.
Yaşadığımız sarsıntının etkileri sürerken edilen sözlere baktığımızda, uzak /yakın duruşların hatırlattıklarına dönüyoruz ister istemez.
Yalan/yağma/yoksulluk burgacında dönenen toplumun içinden geçtiği karanlıkta yaşanan sarsıntı birçok şeyi yüzeye çıkardı. Bu süreci bir milat olarak kaydetmek gerekir.
Yazarak Var Olma Yolu
Yazarak var olma düşüncesi edebiyatın tözlerindendir.
Yazarın, konuşma biçemidir yazı. Dile getirme, yansıtma bu çıkışla anlam kazanır. Orada görülenler, yazarın bir yanıyla iletisi, öte yanıyla da anlatmak istediklerinin bütünüdür.
Açıklayıcı bir bakış onun yansıtıcı bilinciyle örtüşerek gelişir. Yazıda ilişkilendirilen her şey, bir olay, insanlık durumu, birey/toplum gerçekliği, o var oluş düşüncesinin de çıkış kaynağıdır.
Tüm bunlara baktığımızda yazarın bizi buluşturduğu gerçekliğin aydınlatıcı bir yanı var.
Bizi bir yazara/yapıta götüren duygu, yazılanların bizi beslemesi, zenginleştirmesi, bir ölçüde de sağaltmasıdır.
Yazı bir yüzleşmedir aslında. Yazarın yaptığı da anlattıklarıyla okuru/nu indirgeyici kılmaktan kurtarmaktır. İçselleştirerek kurduğu dil, bununla tasarladığı dünya bir iletişim köprüsüdür hem dış dünyayla, hem kendimizle hem de yazarla.
Böylesi bir üçlemin kurulmasında etken olan yazar, çevre/dış-okur bağlamındaki bir örgüyü de gerçekleştirendir.
İşte bu gerçekleştirme eylemini, yerine göre bir misyona dönüştüren yazar, ister istemez, belli sorumluluklar da üstleniyor demektir.
Sartre, bunu şöyle açar:
“Yazar edebiyat ortamındaysa, yani yazıyorsa, özgürlüğün hep tehlikede olduğu bir dünyada, özgürlüğü belirtme ve ona seslenme görevini üstüne almış demektir.”
Bağlanma düşüncesi bu noktada önem kazanıyor. Bunu da, bir ideolojik söylemdense, yazınsal disiplinler açısından ele almak gerektiği kanısındayım.
Yazar, seçtiği yazı biçimi/disiplini içinde, bir bakış, düşünsel bir söylem geliştirir. Bunu ayrı düşünmek olası değil.
Yazarı salt “ideolojinin bekçisi” gibi görmek yanlış. Kralcı Balzac, ortaya koyduğu romanlarında hiç de o bakışla bakmıyordu hayata.
Bir kont olan Tolstoy da öyle. Yazarın hayata/insana/topluma karşı sorumluluğunda başat öğe gerçeklik duygusudur. Bunu algılayış, yansıtış biçimidir.
Onun özgürlüğü de burada başlıyor aynı zamanda. Dilinin sınırlarından yola çıkarak kurduğu dünyada kendi varlığını da adlandırır. Yazarları birbirinden ayıran, salt yazı disiplinlerini işleme biçimi değil, ait oldukları yerin/coğrafyanın/ortamın gerçekliğidir.
Oraya ait yazdıklarına yansıyanlarda çağının tanıklığını buluruz… Emile Zola, “Gerçek” romanını hangi duygu/düşüncelerle kaleme almışsa, Reşat Nuri Güntekin de “Yeşil Gece” yi, dönemindeki gerçeklik duygusunun ivmesiyle yazmıştır.
Yapıta/yazara bu noktadan bakarken, ideolojik belirlemedense, yansıttığı gerçekliğin boyutlarını, ele alınan dönemin duyuş/düşünüş anlayışına göre değerlendirmenin yerinde olacağını düşünüyorum.
Çünkü yazar, var olma adına yola çıkarken, göstermek istediklerinin ardında değiştirme düşüncesini de imler sürekli. Onun amacı, durağan bir dünyanın fotoğrafını çekmek değildir. Olmamalıdır da.
Bu noktada da yazınsal işlevsellikten söz etmek gerekecek.
Bir milat olarak nitelendirdiğimiz bu dönemin hikâyesini bir gün romanlarda okuyacağımızı söylemek isterim.
edebiyathaber.net (14 Şubat 2023)