“Vardım, varı ya da olacağım; dilbilgisinin sorunudur
bu, varoluşun değil.”
Öncesizliği, sonrasızlığından söz edeceksek insanın; yolumuz “hiç”liğe gider.
Bugün, burada, seslerin uğuntusu almışken seni içine; bundan söz etmek niye?
Doğayı keşfediş insanı keşfediştir, hayatın sırlarına bir adım daha ilerleyiştir.
Aladağlar bu kez sis pus içinde. Gün döndü. Kuşların cıvıltısı çoğaldı. Esinti kesildi.
Yazdığın öyküdeki sesin ve sözün izlerine yeniden dönüyorsun…Bir bakıma anlatının yerleşik sınırlarını aşmak niyetindesin… Yıllardır taşıdığın bir konuyu otel odasına kapanıp yazmıştın…Dindire dindire dinlediğin ezgiler, sana “Dilde Bu Yâre”yi yazdırdı…
Charlie Parker’ın öyküsü bir çıkış noktasıydı yalnızca. Hiçbir benzerliği yoktu. Gene de, yazılmayı bekleyen bazı konular ivmesini bekler diye düşünüyorsun.
Yazan insan kendi zamanında yolcudur. Yazmak için gitmeyi seçendir. Ve o dönemeçte de işte görme yolculuğu başlar.
Yazmak, bitirmek duygusunu değil, her dem başlamak düşünü verir insana. Senin yazıdaki bağın, bağlanışın bundandır.
Şimdi burada, bu vadideki evinin sundurmasında; yüzünü döndürdüğün her bir şey, sana; “beni yaz, anlat,” diyor; “ve bilmediğini de öğren bu gitmek yolculuğunda…”
Yazarken Dönüşmek…
Yaşarken kendi sesim bana yabancı, ama yazarken sırdaş, bendeş oluyorum onunla.
“Ben”i anlatıyorum sanmayın; sözüm sana/size/onadır. Kendimi yazıda yalnızca aracı/taşıyıcı kılıyorum.
Yazan “ben”e değil; siz yazdıran nesneye>olaya> duruma>konuya> atmosfere>doğaya ve mekâna bakın derim
Sen’deki “Sen”i Görebilmek
Bazen, Cioran’ı iyi bir yol arkadaşı gibi görürüm. Uzak-yakın yanlarımız olsa da; iyicil gelen sorgulayıcılığıdır. “Hiçlik” onun doğasında var. “Kırılgan gerçeklik” ise varlığının mayasını oluşturuyor. Sıcakta soğukta bana dayanma gücünü veren, kuşkuculuğumu arttıran da böylesi bir bakıştır. Bu yönlerde Montaigne’le akraba olduğumu söyleyebilirim!
Camus’nün başkaldırma felsefesine bağlanmıştım bir zamanlar. İtaatsiz olduğum için doğduğum kenti terk etmiştim ilkgençlik çağımda. Karşıma Pavese, Kazancakis, D.H. Lawrence ve Kant çıkmıştı. Uçlarda gezindiğimi söyleyemem; özgürleşmeden yanaydım hep. Kant’ta itirazlarımın karşılığını bulmuştum sanki! Beni Hegel sapağından alıp tarihe ve psikanalize yöneltmişti. Freud’da sırtımı dönmem Jung’u keşfimle başlamıştı. Dostum Ender Gürol’un “Analitik Psikoloji ve Carl Gustav Jung” çalışması bir tür kılavuzdu bana. Erhan Bener, bir romancı olarak, bir gece boyu Jung’u anlatmıştı bana. Ona doğru yürüdüğünde roman felsefesinin değiştiğinden söz etmişti.
Azıyorsanız, yazmak için gidiyorsanız eğer; eşikleriniz, sapaklarınız, dönemeçleriniz, uçurumlarınız hep olacaktır. Hatta geçitleriniz…
“Sen”deki “siz”i, “ben”deki “öteki”ni başka türlü göremezsiniz.
Gece, vadinin koygunluğundaki bu taş ve ahşaptan örülmüş bahçeevinden uykumda gene rüyalarım “öteki” hayatıma döndürmüştü beni.
Ferit Edgü ile karşılaşmıştık, Aladağ’a uzanıp giden çamlıkta. Üçtekerlekli bisikletiyle patikada yol alıyordu. Nefeslenme ânıydı…Bisikletinin sepetindeki kitapları göstererek: “Köylerdeki çocuklara kitap dağıtmaya gidiyorum, bir önceki verdiklerimi de toparlayıp başka köylere gideceğim,” demişti.
Gülümsemesi ve eylemi hoşuma gitmişti.
“Sen ne arıyorsun buralarda,” diye bana sorduğunda: “Mantar topladım biraz, biraz da kendir tohumu; şimdi de lale soğanı arıyorum,” diye yanıtlamıştım kendisini.
“Arayan, bulduğunu bilendir,” diyerek bisikletinin pedallarına hız vermiş, uzaklaşmıştı…
edebiyathaber.net (23 Mayıs 2023)