Uzaklıkları yakın eden bir anlatıcı Aslı Erdoğan. Zamanın solgun yüzüne yansıyanlar onun anlatı dünyasında buluşuyor.
Bize, sıklıkla, dünyanın kırılganlığından söz ediyor.
“Kabuk Adam” (1994), şöyle başlıyordu:
“Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı vermez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz intikamı. Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır.” (*)
Umutsuz yalnızlığı anlatmanın tınısını hissettiren duyuş ve düşünüşü sarmal biçimde karşımıza çıkarması; anlatıcı kahramanının gözüyle dünyayı algılama biçimini onun anlatısının özgünlüğünü ilk elden gösterendi.
“Oysa gerçekte, ben, bunalımdan bir türlü kurtulamayan, hiçbir düşünceye, inanca ya da insana bağlanamayan, sürekli huzursuz, karamsar ve yapayalnız biriydim. Yaşama coşkumu çoktan kaybetmiş, belki de hiç kazanamamıştım.”
Onunkisi bakışımlı bir sestir. Anlatıcının duyumsal algısı, insana gidişi/bakışını hissettiren ses… Nereye bakarsa baksın, neye dokunursa dokunsun sözünü buluşturduğu yer; dinmeyen içsızılarının kırgınlığı ve kırılganlığıdır.
İşte Aslı Erdoğan anlatısının merkezine koyabileceğimiz “Kabuk Adam”; ileriki aşamalarda kurup geliştirdiği konu/izlek yakınlığı, açılımı ve imgelem dünyasının yansılarını içeren iki paydaş anlatıyı da bununla birlikte anmak gerekmektedir:
- “Mucizevi Mandarin” (1996),
- “Kırmızı Pelerinli Kent”, (1998)
Dönemeçte Bir Anlatıcı
2016 onun yaşamında bir kırılma noktasıydı. Dört buçuk aylık cezaevi dönemi sonrasında, 2017’de yurtdışında yaşamaya döndü. Döndü diyorum, yazarlığının başlama noktasında “yurtdışı” yaşamı vardı. Andığım üç anlatısında bunu belirgince gözleriz.
“22 yaşından beri intiharı arka cebimde taşıyorum. Hayatı sevmeyi ya da onunla uzlaşmayı hiçbir zaman başaramadım,” derken; uzlaşmaz/içedönük, kırılgan yanını da anlatır bize.
Uyumsuz yaşama, delilik, çocukluk travmaları, hayal kırıklıkları, savrulmalar, delirium ânları anlatılarının ortak izlekleridir.
Sınırlarda gezinen bir anlatıcıdır Aslı Erdoğan. Kendi deyimiyle; “Bense sınırlarda arada bir dolaşıp da, mayınlı alanı aşmayı bir türlü cesaret edemeyenlerdenim. Delilik benim anlatacağım bir öykü değil. Bir öykü bile değil.” (**)
Onun anlatı gerçekliğinde yaşanmışlık vardır. Öyle ki; bir duygudan, bir durumdan, bir yer ve mekândan söz ederken anlatıcının algısını, imge yordamını orada hissederiz:
“Yazarken ayrı bir varlığa, bir göze dönüşürüm ve yalnızca bir bakış olduğum sürece daha farklı bir gerçeklik kazanırım.”
Anlatıcı kendini yer/mekân duygusu içinde konumlandırırken; geçmiş, yaşadığı benlik sanrılarının sesi, rengi olarak karşımıza çıkar:
“On beş-on altı yaşlarındayken, yani yaşam yolculuğunun tek başına, desteksiz, sarsak adımlarını atmaya başladığım yıllarda, annem ve babam ne zaman dışarı çıksa, arkalarından hemen sokağa fırlardım. Saatin kaç olduğuna, gidecek yerimin olmayışına hiç aldırmazdım. Geceleri sokağa çıkmam yasaktı. Aşırı uçlar arasında sallanan sarkaçlarla dolu genç kızlığımın, beni cinayet işleyebilecek denli öfkelendiren, acı, isyan ve umutsuzluk gözyaşları döktüren ilk kısıtlamaydı bu.”
Bir yanda olma , oldurma halinden söz ederken; ötede de göçmen kimliğin sürüklenişi, ruh durumu, benlik sanrılarını dillendirir.
“Göçmenliğim yavaş yavaş büyüdü, olgunlaştı, kendini daha ince ve ayrıntılı biçimlerde dile getirmeyi öğrendi. ‘Vatan’ın, iletişim kurulan üç beş insan, İstanbul’un, köklerim. Ve geçmişim, anadilimin ta kendim olduğunu zamanla öğrendim.” (“Mucizevi Mandarin”)
Bir anlatıcı olarak Aslı Erdoğan, gezgin bakışı edenmiş biridir. Huzursuzluğun huzursuzluğunu anlatırken, yaşama tutunmaya çalışan o “uyumsuz insan”ın bütün hallerinden söz eder. Anlatısında giden, gören, sorgulayan, “yeni” olan her bir şeye yüzünü dönen biridir:
“Yoluma devam ettim. Sarhoş ve neşeli toplulukların arasından geçtim, tek başınalığımla onlara kafa tuttum. Kolları bacakları birbirine dolanmış bir çiftin gülünç aşk balesini göz ucuyla izledim. Yoluma devam ettim.”
Yol, yolculuk, yolda olmak izleği Erdoğan’ın ana temleridir. Yazılan ilk kitabı “Kırmızı Pelerinli Kent”, bu açıdan katmansal bir yapıya sahip. Yaşam ve ölüm yolculuğunun iç içeliğini yansıtırken, sorgulayıcılığı; Rilke vari bir anlatım tutumunu benimseyerek bireyin sanrılı ruhunun yaralarını anlatması; orada bulduğu anlatı sesini yazınsal içkinlik bağlamında kendine kılavuz edinmesi Erdoğan’ı yazıda tutan bir olgudur.
Onun yazı evrenindeki tamamlanmamışlık hissi anlatıcının ölüm-yaşam arasındaki sorgusunun metaforu olarak karşımıza çıkar.
“Çok kıyıda, marjinal bir yazarım. Edebiyatta bazı sorunları aşmaya çalışıyorum,” derken de , kıyıda duran, aykırı yanına nasıl bakmamız gerektiğini imleyen bir bakışı var.
2005’te yayımladığı “Hayatın Sessizliğinde”ki metinleri bir bakıma Aslı Erdoğan’ın edebi yolculuğunun manifestosunu içeriyor. Onun hayata/yazıya, yaşananlara bakışının özünü yansıtıyor. Düşle düşünce, duyguyla sanrı arasındaki gelgitlerinin tanıklığı da diyebiliriz.
“Sözcükler yarasalar gibi beynimde uçuşuyor. Sağa sola çarparak, kanatlarında yaralar açarak,” derken de bu yolculuğunun işaretlerini veriyor aslında…
(*) Kabuk Adam, Aslı Erdoğan; 1994, Adam Yay., 143 s.
(**) Mucizevi Mandarin, 2001, T. İş Bankası Yay., 153 s.
edebiyathaber.net (1 Ağustos 2023)