Nuri Bilge Ceylan sinemasının en belirgin özelliği toplumda sıkışıp kalmış insanın meselesini anlatmasıdır. Bir bakıma çıkış yolu arayışındaki insanın dramı diyebiliriz buna. Ve elbette ki yaşadığı koşulların gücünü de göz ardı etmeden bunun/bunların hikayesini anlatıyor.
Herhangi bir filmini izlerken şu duyguya pekâlâ kapılabilirsiniz: Anlatılan senin hikâyen!
Kapalı bir toplumun aynasıdır demek doğru gelir bana Ceylan sineması için. Onu izlemeye gittiğinizde karşınıza bir “eğlence”nin çıkmayacağını bilirsiniz. İnsana ve topluma bu kez nereden, hangi yönden baktığını merak edersiniz. O yüzden değişkenlilik ve süreklilik içerir onun sineması.
Orada sıkıntı vardır, yabancılaşma vardır, ötekileşme, hiçleşme sendromu ve daha çok şey. O yüzden katmanlıdır filmlerinin hikâyeleri. Ve insan dolambacında gezinir, o gezintiyi de sever; çünkü bilir ki insanı anlattıkça başka insanlara, durumlara, dramlara gidersiniz.
Sanırım bunu en iyi anlattığı bir film Kuru Otlar Üstüne. Bu kez kendini aşan demesem de, kendini sınayan bir yönetmenle karşı karşıyayız. Ustalık isteyen bir bakış ve kurgu, insan ve mekân kullanımı söz konusu. Ceylan, kendini deneyen, sınırlarını zorlayan, ama birbirine eklemlenen bir filmografi yarattığını bilen yönetmendir.
Yer yer eleştirilebilen yanını açan bir ironisi vardır. Bu da onu edebiyatın kanonik anlatıcılarına yaklaştırın. Örneğin Çehov’a, Dostoyevski’ye; ve bu kez -belki ilk defa- Gogol’e.
Sinemasında “eksik” olan müziği doğada ve insan yüzlerinde yakalamayı önceliyor. Yer yer dipten gelen ezgilerin kendi görüntülerini bozacağını düşünerek, müziğe çok da meyletmiyor; izleyiciye filmimin kendi iç müziğiyle yetinin diyor sanki! Kanayan, derin bir sızıyı hissettirdiğinde karşımıza çıkan o sessiz ezgiler ise onun sinemasının buruk/kırılgan/içli yanını hatırlatır sürekli.
Kurduğu, anlattığı hikâyelerin kırılgan yanları vardır, evet. İnsana doğru yürürken toplumun ne (halde) olduğunu da göstermek ister. İğretiliğin kökenine götürür bunlar da sizi. Örneğin; eğitim, bürokrasi, insan davranışları, yaşama biçimimiz, insan ilişkilerimiz, düşkünlüklerimiz…
Ahenk, uyum, uyumsuzluk… Ceylan’ın anlattığı hikâyelerde aradığı/gösterdiği/bulduğudur. Buna özen gösterir. Öyle ki, zaman zaman bir görüntünün akışını hiç bozmaz, sözün gidişine müdahale etmez. Bilir ki; o kahramanın ağzından çıkmıştır, akıp gidecektir. Görüntüler de öyle: derinlik, boşluk, ıssızlık… En çok gördüğü, gösterdiği. Akan zamanla duran zamanın anlatabildiklerini kendi bakışından süzerek taşır izleyiciye. Dur, ve düşün der adeta!
Ve bir de elbette düşkünlüklerimiz, biçare hallerimizi gösterirken sorgulattıkları…
Anlatı zamanıyla anlatılan zamanın kahramanı olan doğa Ceylan’ın vazgeçilmezidir. Bir gün bunun, sessiz/sözsüz filmini yapacağını hissettiren bir bakışı vardır.
Neden “kuru otlar üstünde” imgesini düşünürken, buna yüklenilen anlamın gene doğanın iki mevsimine göndermeleriyle birlikte coğrafyanın gerçekliğine dönük bir söylemin öne çıktığını belirtmek isterim. Kuruyan her şey solar, tıpkı içe çekilen hayatlar gibi. Umutla umutsuzluğu birarada işlemesi de bundan, bence.
Sevim’in sevmeyi bilme hali, Samet’in yaban/öfkeli duruşu, Nuray’ın kendimi bulma derdi, Kenan’ın sinikliği yan yana gelince; yönetmenin hikâyenin gücünü nerede bulduğu/gösterdiği de bizi sorulara yöneltir, hatta huzursuz eder. Byung-Chul Han’ın şu sözlerini bir kez daha hatırlatır bize Nuri Bilge Ceylan filmiyle:
“Sanat yabancılaştırmak durumundadır, rahatsız, huzursuz etmeli, hatta acı vermelidir.” (**)
Kasaba’dan beri buna özen gösterir. İnsana doğru yürüyerek toplumu anlatma derdi de bundan. Kendi Babil Kulesi’ni ören, kendi katedralini inşa eden bir yönetmendir o.
Kuru Otlar Üstüne, gerçekle gerçeküstünün buluştuğu bir film aynı zamanda. Bir yanıyla doğayı bir kahraman olarak gösterirken, ötede de çizdiği karakterlerle taşıdığı/yansıttığı meseleler dünya/ülke/insan meselesidir. Yerelden bakarak insanın dünyanın her yerinde olabilecek durumunu anlatmayı önceler. Bazen absürdü dener. Sinema dilinin sınırlarını zorlar. Bu kez de kahramanın kendi iç dünyasındaki gelgitini, yabancılaşma durumunu kurguya yansıtır. “Öff, yeter,” dedirten bir ânda onun nefes almak için çizginin dışına çıkması izleyiciyi şaşırtsa da; çizdiği karakterin gerçekliği izleyiciyi de huzursuz eder.
Hikâyenin bunca ezgin dokusuna karşın, Ceylan Sevim’in duruşu/durumuyla olumluluk bakışını taşır filme.
Filmin final sahnesinin o kar yolculuğuyla bitmesi beklenirken, “özet” bir anlatıma geçer birden. Mevsim değişmiştir. Baharsız yaz, güzsüz kış yaşanmış “yeni hayat”ın ışığı belirmiştir ötede. Belki de filmin finali o kar yolculuğuyla bitmeliydi derken…
Bunu da bir sonraki yazımda dile getireceğim sevgili okurum.
(*) Kuru Otlar Üstüne: (1) “Anlatılan, Anlatılamayan”, 03 Ekim 2023, Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı.
Kuru Otlar Üstüne: (2) “Mesele” Taşrayı Anlatmak Değil!, 10 Ekim 2023, Cumhuriyet gazetesinde çıkacak yazım.
(**) Palyatif Toplum/Günümüzde Acı, Byung-Chul Han; Çev.: Haluk Barışcan, 2022, Metis Yay., 77 s.
edebiyathaber.net (5 Ekim 2023)
“Sözün ardı/önü 27: “Kuru Otlar Üstüne” (3)* – İnsana doğru yürümek | Feridun Andaç” üzerine bir yorum