“Türkiye Yüzyılı” diye bir terane tutturulmuş. Bunun tanımı, içeriği yerine neyi çağrıştırdığını düşününce; ister istemez “yeni şeyler söylemek lâzım” diyesi geliyor insanın.
AKP’yi iktidara taşıyan zihniyetin ideolojik arayışında, ABD çıkışlı birtakım lobilerin (dolayısıyla “düşünce kuruluşu” adı altındaki strateji merkezlerinin) “Yeni Türkiye” söyleminde “ılımlı İslâm” gibisinden bir bakışı öne çıkarılmıştı. Bununla da yetinilmemiş, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) eşbaşkanlığı gibi bir misyon eklemlenerek parti liderine bir tür görev verilmişti.
Bütün bu oluşumların planlanmasındaki en önemli adım kuşkusuz “11 Eylül 2001” saldırısıydı. Eğer dikkat edersek, bunun ardından bir dizi proje hayata geçirildi. “Arap Baharı”nın ucunun nereye varacağı, yalnızca Suriye’nin altüst edilmesiyle kalmayıp, başka senaryoların hayata geçirileceğinin işaretleri verilmişti.
“Stratejik ortak” veya başka bir tanım da yapılsa; Türkiye bu bölgede “aktör” olmak yerine “kullanılan ülke” konumunda olduğunu “Ergenekon”/ “Balyoz” vd. olaylarda kendini gösterdi.
Uzun sözün kısası; işleyen bu siyası sürece paralel olarak toplumsal yaşamımızda öne çıkan “ekonomik buhran”ın bir başka adı şuydu, bence: Ülkenin her biçimde yağmalanması. Tarım hayvancılıktan tutun toplumun kaynaklarının tarumar edilmesi, eğitimin rayından çıkarılması, toplumsal aidiyetin kotlarının değiştirilmesi, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin rayından çıkarılması…
Giderek aidiyetini yitiren bir toplumun nasıl “yeniden” inşa edildiğini sessiz, sükun içinde tanıklık ediyorduk. Elbirliğiyle susmak böyle bir şey.
Elias Canetti, Kitle ve İktidar’da şunu anlatıyordu:
“Bir kitlenin iç yaşamının en çarpıcı özelliklerin biri zulme uğramış olma duygusudur; bu duygu bir kez ve sonsuza dek düşman ilan ettiği insanlara yönelttiği kendine özgü bir öfke ve sinirliliktir.” (*)
Yok sayılan, görmezden gelinen öylesi baskı süreçlerinin ardındaki nefret ve linç zihniyetinin egemenliğidir. Güçsüz güce tapınmak için bir seçim yaparken içinde büyüttüğü öfkeyle düşman yaratanın safında bir biçimde kendini o seçişin/duruşun “mücahit”i diye tanımlar.
100. Yıl öyküsünü anlatanlar/anlatamayanlar/kıyısında duranlar ve görmezden gelenlerin “inkâr” olmasa da susmasını nasıl yorumlamalı şimdi?
Bir örnek:
Çoğu yerde Aziz Sancar’ın Nobel Ödülü anılır, söz edilirken; Orhan Pamuk’un Edebiyat Nobeli ıskalanır, anılmaz. Oysa edebiyata gelen bu ödül de bir Cumhuriyet felsefesinin sonucudur. Türkiye’nin çağdaşlaşma öyküsünün bir parçasıdır, ister görün isterseniz görmeyin. Yazarını beğenin veya beğenmeyin; bu bir gerçektir. Üstelik kanıtlanmış bir “başarı öyküsü”dür.
Bu ayrıştırma, görmezden gelmenin altındaki bilinç tutulmasını anlamamak zor değil. Bir olguyu görmezden gelerek diğerini açıklayıp anlayamazsınız.
“Yeni Türkiye” serenadını söyleyerek her türlü karartmada ülkenin birikimini göz ardı etmek değersizleştirmenin ötesinde bir anlam taşır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yanına koyabileceğimiz Orhan Pamuk’u görmezden gelmek diğerini daha “değerli” kılmaz.
Andığımız bu yeni dönemde yaşadığımız akıl tutulması, ne yazık ki, toplumda her alanda egemen olmaya başladı. Yayın dünyasında da yaşadıklarımız bundan çok farklı değil. “Kültürel etkinlik” adı altında gerçekleştirilen “şenlik” furyasındaki kayırmacılık böylesi bir zihniyetin yansımasıdır aslında.
Canetti; “Dünyada hiçbir güce sahip olmayan birkaç kişi bulunabileceğine inansaydım, o zaman umut ekmeyi sürdürebilirdim,” diyordu.
Böylesine karartılan bir ortamda yazmak/düşünmek/üretmek aslında ağır geliyor insana. Hele umut etmek…
İranlı yönetmen Mohammad Rasoulof’un “Şeytan Yoktur” filmini izlerken karşımıza çıkan gerçeklikler üzerine düşünürken ne denli “küçük akıl oyunları”yla debelenip durduğumuzu düşündüm ister istemez.
Görünmek, bir yerde olmak, bir şeyleri göstermek… Oysa yaşamın büyük ırmağında akıp duranlar bu tür cılızlıkları birer çöp gibi sürükleyip götürüyor.
Anmak, anmamak; görmek, görmemek; değer vermek, vermemek iyi bir yaratıcının dönüp bakmadığı şeylerdir. O, işinde, uğraşında yol alır. Diğerleri ise ancak söz öğütür, vitrin süsler.
(*) Elias Canetti, Kitle ve İktidar; Çev.: Gülşat Aygen, 1998, Ayrıntı Yay., 496 s.
edebiyathaber.net (7 Kasım 2023)