Sözün Ardı/Önü: 41 Hangi göğün altındasın? | Feridun Andaç

Mayıs 21, 2024

Sözün Ardı/Önü: 41 Hangi göğün altındasın? | Feridun Andaç

Bilmeliydin bunu.

Körleşme sanrısı değildi, çözülmenin asıl nerede başladığını bilememekti.

Okuduğun kitabın satır aralarında gezinirken karşına çıkan  bir cümlede duralıyorsun:

“Kayaların çözülüp dağılmasını sağlayan iklim etmenlerinin başında ısı gelir, sonra su ve rüzgâr.”

Genişleme…

Büzülme…

Esneme…

Gevşeme…

Çatlama…

Boşluk…

Basınç….

Aşınma…

Kavlama…

Yıpranma…

Dağılma…

Ufalanma…

Parçalanma…

İnsanlar arasındaki ilişkiyi anlatıyordu sanki anlatıcı bir doğa oluşumundan söz ederken. Doğanın bir parçası değil miydik sahi?!

Sonra, Ingmar Bergman’ın Persona filmini hatırlamıştın. İnsanın da yılan gibi nasıl deri değiştirebileceğini anlatır dururdun derslerinde bunu örnekleyerek…

Bütün bu aşamaları hatırlıyorsun. Aşınmanın asıl nere(ler)de başladığını…Gene de sana ezinç veren “şey”i öteliyorsun. Bakışların başka yerde şimdi. İçsesini susturup, yüzünü yaşadığınız kesişime, o iç içe girme halleri/zamanlarına dönüyorsun.

“Basit olan, her zaman basitleştirilmiş olandır,” sözünü kazıyorsun zihninde. İndirgeyicilik bir bakıma ötekileştirme alanı açar. Hele hele iki insan ilişkisinde. Zor olan, her daim zorlayıcıdır. İnsan duygularını bükümleyen yerde başlar bunun sanrısı da. Göremeyen, bilmeyen dile bunu kolaylıkla anlatamazsınız. Beklentiler yaftalamalara dönüşür. Kaçış ve gizlilik ırmağı akar durur aranızda. Aslında çürümenin başka bir boyutu. İlgi, bilgiyle güzeldir. Bilme iki insanı birbirine yakınlaştırdığı gibi, bağların kurulup güçlenmesini sağlar.

Şimdi, kendi olma halindesin madem; yargılamaları ötele. Gerek yok. Yitenin ardından her daim iyi sözler edilir. Yad etmek yerine içinde yaşayanın rengini soldurma.

Kendine şunu söz akti kılmıştın: Öyle bir sev ki, her şeye değsin. Dağı aştırsın, suyun önünü açsın, zemheride gülü açtıran bilinci taşısın sana. Ötesi yavanlık. Biliyorsun ki, yakınarak yaşanmıyor. İnsan insanı alıp bir yere taşıyacaksa eğer, içgözüyle bakmalı birbirine.

Sözü başka yerden devşirmeye gerek yok, zeki bir kadını sevmek her zaman iyi gelir insana. Onu yitirseniz de, bıraktığı iz bu iyi gelme halini asla değiştirmez.

Yeni bir gök yaratmak derdinde değilsin. Kendine verdiğin söz’ün de ötesine geçiyorsun. Liman istemiyorsun, barınaklarla işin olmaz. Biliyorsun ki, “kendini özgürleştiremeyen sevemez.”

Albert Camus’yü bugün seminerde anlatırken en çok da bu düşüncesine dönmüştün onun. “Biz” diyebilmek için önce “ben” olabilmelidir insan.

Çıra gibi yanmak güzel olabilir, ama ateşi kimin taşıdığına bakmalı.

Sıklıkla şunu dersin: Öyle birine, bir şeye öfkelen ki, değsin. Ve dersin ki, keder atına binip gidenin ardından koşma, yaralı ten zarar verir. Nem  demiri paslandırır, küf ise dağı yerle bir eder.

Yüzünü ne güneşe, ne de tamamen rüzgâra dön. Kendini saklama, ama birinin ne zaman önde, diğerinin ne zaman arkada olabileceğini öğrenmeye ver kendini.

İkilikler arasına sıkışıp kalırsan; ne insanı anlar, ne de yaşamayı becerebilirsin.

Yas gömleği biçmeye gerek yok. Biliyorsun ki, yaşadığın/sevdiğin/okunduğun yerdesin. İçkin olma hali ise sabır gerektiriyor.

Eşikler yaratanla hiç işi olmamalı insanın. Geçitte beklemek de öyle! Uçurumlara gidip gelmeyen anlamaz bunu. O nedenle kırlangıçları seversin. Onların sabırla kurdukları yuvayı hayranlıkla izlersin. O paylaşma çabaları yaşama sevincini artırır. Gün boyu onları izledin. Hatta kalkıp peşlerinden gittin. Tarçın seni bırakmadı, yol arkadaşıydınız gene.

O ufalanma halini aştıran ne varsa uzaklaşıyorsun şimdi.

Dönüp Veba’yı yeniden okumaya başlıyorsun bir defter daha açarak. Kitabın çize çize okuduğun baskısının unutup yeni basımını önüne alıyorsun. Ve deftere kitaptan ilk taşıdığın sözler şunlar:

“Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır. Bizim küçük kentimizde, iklimden belki de, bunların tümü bir arada yapılır, aynı tutkulu ve belirsiz havayla. Yani burada insanın canı sıkılır ve alışkanlıklar edinmeye özen gösterir.” (*)

Sonra, kendi Camus’ün için yazmaya başlıyorsun.

(*) Veba, Albert Camu; Çev.: Nedret Tanyolaç Öztokat, 2013, Can Yay., 303 s.

edebiyathaber.net (21 Mayıs 2024)

Yorum yapın