Kaleme deftere gitmedi elim Sımsıkı Sarıl Bana (*) filmini izledikten sonra. Öylece kalakaldım bir süre. Ne yana baksam hayatın solan renklerini gördüm. Oysa bulunduğum yer beklenen baharın bin bir ahengini taşıyordu hayatımıza.
O renk ağışmasını görebilmek için insanlar yollarını düşürüyorlardı buraya. “Bir nefes gibi yaşamak,” diyebileceğiniz her şey vardı buranın suyunda havasında yeşilinde.
İnsanın bir hayatı nasıl güzelleştirebileceği kadar solgunlaştırabileceğini de anlatıyordu film. Yitirilemeyen düşler, kopulamayan insanlar, terkedilen yerler… Ve insanın insanı bırakma öyküsü… Belki de en dokunanı da buydu. Birbaşınalığın, büyümenin, kendineliğin, birisizliğin burukluğunu anlatan bir öyküde durmak…
Yola düşünce hatırlanan, yinelenen; “anlatabileceğimiz bir hikâyeyle dönmelisin…”
Giden insanın her ân dönme umudunu taşıması için ne yapmalı sorusunu sordurarak başlıyordu o burukluk…
Bir ömrü sürdürebilmek için yola çıkma umuduyla kopuşun, çözülmenin, sizi gitmeye hazırlayan duygunun ne olduğunu anlatan bir ormana giriyorsun şimdi. Sığla ağaçlarının reçine kokusunu hissediyorsun. Nem ve buğu var, çürümüş otlar sarmış her yanı. Göle kavuşmaya çalışan suyun oluşturduğu deltadasın. Issızlığı değil, hayatın ipiltisini taşıyan yeri seçiyorsun gene de defterinle baş başa kalmak için.
1./ Sarılmak
Sığla ağacının gövdesine sarılıyorsun. Gövdesindeki pütürtüler değiyor yüzüne. Kokusu baş döndürücü. Bir parça koparıyorsun. Dönünce eve yakmayı, kokusunun rayihasının evin içine gezinmesini istiyorsun. Bunun hatırlattığı her yer gideni sana taşıyacak biliyorsun!
En çok da Hafız’ı okumak istiyorsun böylesi ânlarda.
Der ki Hafız:
“Yalnızlığı seçen kişinin âlemi seyre ne ihtiyacı var? Sevgilinin civarı varken sahraya ne hacet?”
İzlediğin, dinlediğin öyküde kendini yollara vuran Camille çölün kalbine varmak istiyordu aslında. Ama her adımında görüyordu ki, “sevgilinin civarı”ndan kopamıyor. Sanrıları, savrulmaları, gelgitleri bundandı aslında.
Can sefasını sürmek için yola düşmemişti. Bekleyen bahar içindeki özlemdi. Giderek kendine varabileceğini düşlemişti hep. İnsan yüzünü, yönünün ne yana dönerse dönsün vazgeçemeyeceği şey duygu durumudur elbette. Hele birde biriktirerek yaşanmışlıklar varsa… Bunu hatırlatan sözlerden, imgelerden kopmak ne mümkün. Gittiği her yerde, gördüğü her yüzde, dokunduğu her bir şeyde o kendinden olan, kendini hatırlatanlara dönmesi kaçınılmaz.
Tutup ormanın gölgesinde Hafız’ı okumaya veriyorsun kendini onun sızısını hissederek. Şunu diyordu şair:
“Bahar çağında bahçede işret ve sohbetten daha hoş ne var? Sâki nerde, söyle, bu bekleyişin sebebi ne?” (**)
Bilirsin ki, can nazarı nedir ki, gönül hırkası giyene. Yollar izlerden geçenin derdi devası bir sele bakar, eğer ki sözün çadırını kurarsanız dilin cevrinden kurtuluş yoktur. Der ya Hafız: “Anılsın o demler ki yüzün, neşe çırağını parlatınca bu yanan gönül pervasız bir pervane kesilirdi!”
Orada, Camille’in öyküsünde, kendini bir çıra gibi yakarken, terk edemediği rintliğinin ona öğrettikleriyle hayatla başedebilmenin yollarını gözleriz biraz da!
2./Dokunmak
Parmaklarının arasındaki kalemle bir süre çizgiler çiziyorsun defterine. Dokunma hissini veren bir cümle yazmak yerine çizgilerin birbiriyle buluşmasını yeğliyorsun. Sarmalayıcı olan sözün uzağına düşmemek için masandaki kitaptan bir paragrafı defterine yazmaya yöneliyorsun:
“Gece usul usul, çekine çekine içeri giriyor. Göze görünmüyor ama şurada, lambaları örtüyor; havada herkesin soluğuna karışan ağdalı bir şey var: Gecenin ta kendisi bu. Hava soğuk. Oyunculardan karmakarışık kâğıtları başka birinin önüne itiyor. Öteki topluyor. Bir tanesi destenin dışında kaldı. Acaba görmüyorlar mı? Sonunda biri onu alıp başı köpeği andıran delikanlıya uzatıyor…” (***)
Oysa aklın Rilke’nin dizelerinde. İzlediğin filmin akışındaki her sözü aklında tutarak defterinde yol almak istiyorsun. Ama Rilke’nin o dizelerini kendinde saklı tutuyorsun bir süre.
3./ “İnsan” Ne Demek?
Bunu hissettiren, gösteren bir duygu yolculuğuna çıkarıyor sizi anlatıcı/yönetmen: Mathieu Amalric. Yarattığı karakterin zihninden geçenlerle yaşadıklarını buluşturarak yapıyor buna da. Onun içsorgusunda bu bakışın arayışı var.
4./ “Başka Bir Şey Söyle”
Sıkışıp kalmışlık, içine düşülen açmazın kapılarını zorlayıp çıkmak için bir “bahane” belki de! Camille bunu yapıyor, sessiz soluksuz çıkıp gidiyor. Söyleyemediklerini hatırlayarak sürekli…
5./ Çok Uzaklara Gitmek…
Nereye giderseniz gidin, kendinizi nereye taşırsanız taşıyın; sizde iz bırakan bir hayatı/insanı söküp atamıyorsunuz içinizden. “Uzak” dediğiniz şey aslında içinizdeki uzaklıktır. Gidince bunu anlıyorsunuz. Ve dönüşü olmayan gitmek diye de bir şey yoktur. En onulmaz durumlarda bile kendinize döner, kendinizle yüzleşirsiniz.
6./ “Zalimlik!”
Belki de insanın önce kendine yaptığıdır bu, başka bir katlanmanın yolculuğuna çıkarken yeni ezinç kapıları açıyor ruhunda. Kendine kıymaktır bu da bir bakıma.
7./ Nerdesin?
O gidişin her ânında bunun sorgusundadır giden. O kopuşun nedenleri yerine, gidişinin ondaki sızısını hatırlar sürekli.
8./ Ateşlerde
Üstelik kendi ateşini de taşıyandır. Bırakmanın öyle kolay olmadığını hissetse de, yaşadığı sanrılarla birlikte yola çıkışındaki özlemini adım adım hissettirir.
9./ Savrulmak
Her gidiş savrulmayı getirir. Başka bir yerde olma/tutunma umudunu taşısa da, yaşamak istediği özgürlüğün tanımı da yoktur. Camille’in beklediği “bahar” hiçbir zaman gelmeyecektir, denize kavuşma özlemi ise karşılaştığında anlamını yitirir.
10./ Acı
İnsanın hangi durumda olursa olsun başedemediği şeydir. Sürüklenişin ne yöne/neden olursa olsun sızısını her dem hissedersiniz.
11./ Tükeniş
İşte acının sizi taşıyabileceği uçurumlardan biridir. Gitmeyi göze alsanız da, asla dönemeyeceğinizi bilirsiniz. Bu da sizi aslında “tükeniş”e hazırlar. Aradığınız başka yerler, başka zamanlar, başka insanlar hep o iz bırakanın imgesidir. Bundan kurtulmanız güçtür.
12./ Dayanmak
Yaşadığınız hayatın, yerin, insanların imgelerinden kopmanız mümkün değil. Uzunca süre o ömrün rengini biçimini var etmişse; nereye giderseniz gidin kendinizi sürekli dayanıklı kılmaz zorunda hissedersiniz.
13./ “Yasak Bölge”
İşte bu da “yeni hayat”ınızda sürekli yasaklar, kaygılar, elemler yaratır. Bir anlamda kendi “yasak bölge”nizi var edersiniz.
14./ İzler
Şairin, “iz bırakan yara bırakır,” sözünü hatırlatıyor sürekli Camille’in öyküsü. Kopamadığı duygu durumunu var eden akıl sağlığı ise onu örseler.
15./ Anlatmak
Kendini kendine anlatmak için turuncu defterine yazmaktadır sürekli. Bunun iyileştirici olduğunu hisseder, hissettirir de. Gidenin kimseye anlatacak bir şeyi yoktur aslında. İçsorgusu kendisiyledir.
16./ Kayıp
Yitirdiğim her şey demese de giden, taşıdığı duygu ağırlığıyla savrulmayı da göze alır. Çünkü yolculuğu kendine doğrudur hep… Kurdukları da öyle, hissettikleri de.
17./ Tanık
İnsan neyi/nasıl yaşarsa yaşasın, önce kendi hayatının tanıklığındadır. Oradan bakar hisseder her bir şeyi. Uzaklaştığım dediği yerde de hep kopamadıklarındadır.
18./ Çığ
Başlangıçta o kopuşu çığ altında kalmak gibi algılarsınız. Gidenle kalanlar arasında belirsiz, flu bir beyazlıktır bu.
19./ Gözenek
Ruhunuzun gözeneklerinin bir ânda açıldığını hissedersiniz. Her ne kadar Marc, Camille’in gidişini sorgulamasa da, ondaki izlerindekileri sessizliğiyle anlatır.
20./ Sarsıntı
Yudum yudum gelen, kendini hissettiren, yaşama düzenini altüst edendir. Dokunuşlarını hissettiğiniz de, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını kalanların hayatında gözlersiniz: Marc, Lucie, Paul o bırakılmışlığı yaşamaya başlamışlardır artık…
21./ “Giden Ben Değilim!”
Göze almak değildir bu, kendine doğru yürümektir. İnsan kendinden vazgeçemeceğine göre, kendinde kalmak için yol arayışıdır.
22./ “Neye Benziyorum?”
O yolculukta en çok sorulan/sorgulanandır aslında. Şu da bir gerçek ki, insanı tanımlayanın asıl ne olduğunu hatırlamaktır böylesi yola düşüş…
25./ Ev/Yuva
Orada var oluruz, hayata buradan yola çıkarak bağlanırız. Bir insanda olmayı/yaşayanı gene burada öğreniriz. Camille’in evden kopuşu aslında eve gidişidir bir bakıma. Oradaki yaşanmışlıklardan, izlerden kopmanın mümkün olamayacağını bilse de, asla kendinden vazgeçmeyi göze almaz.
(Sürecek)
(*) Sımsıkı Sarıl Bana, Yönetmen: Mathieu Amalric, Oyuncular: Vicky Krieps, Arieh Worthalter
(**) Hafız Divanı, Şirazî; Çev.:Abdülbaki Gölpınarlı, 1992, MEB Yay., 722 s.
(***) Bulantı, Jean-Paul Sartré; Çev.: Selâhattin Hilâv, 2023, Can Yay., 256 s.
edebiyathaber.net (14 Mayıs 2024)