Sözün Ardı/Önü: 48 Yaşama Dair Aforizmalar: (2) Unutulan bakış, yaşanılan ân | Feridun Andaç

Temmuz 2, 2024

Sözün Ardı/Önü: 48 Yaşama Dair Aforizmalar: (2) Unutulan bakış, yaşanılan ân | Feridun Andaç

Size anlatmıştım. Sözümü sakındığımdan değil, ondan ayrıca söz etmek istediğimden. Bana adını veren Feridüddin Attar’ın “Mantık Al-tayr”ını elimden düşürmediğim günlerdeyim gene. Nedendir bilemem, benim kutsal kitabın gibidir bazı kitaplar. Her dönüşte aşılanırım, nefes alır beslenirim. Özcesi, bana iyi gelen iyi insanlar gibidir iyi bir kitap ve yazarı.

Şimdi, Attar, bana yazdığım bir denememi hatırlattı.

Dilerseniz ilkten onu sizinle paylaşayım sevgili okurum:

Bir Ses Ötedeydiniz

Dinleyenin kulağı tıkalıysa,

En talihli sözler alaya alınır.

Goethe                                                                   

Kıyısızdık, bir de zamansız.

Soluk soluğa akıyordu gün aramızda. Bakışsızdık, kederliydik bir de. Karanlık bir zamandan geçiyorduk. Ürkektik, dilsizdik sanki! Canhıraş bir zamanın beşiğindeydik.

 Unutmuştuk kendi olma yolculuğumuzu.

Kimine dosttuk bazen, kimine de yaban.

Doğu’yduk aslında, özeniyorduk Batı’ya.

Yönsüzdük, yol alıyorduk. Gitmeyi bekliyorduk üstelik.

Bu minvalde bir sesin ötesindeydik. Sözün kuşatmasında anlayacağınız. Her bir yerden ağıp gelen ne varsa; hayata ve insana dair söylenen neyse bir bir yansıyordu yaşadıklarımıza. Günü güne eklemeye gerek yoktu, ses anlatırdı bir tınıda insanı. Ama işiten, gören, kavrayan bir içgöz/içebakış gerekti.

İçinde yaşadığınız zamandan kopulamıyor, tümüyle de ona bağlanılamıyor ama.

Başkalarının zamanına bakmadan, hatta gidip karışmadan kendi zamanının yolunu yönünü bulmakta zorlanırsınız.

Deneyim dediğiniz şey oradan gelir, bulur, biçimler sizi.

Bir başına yaşanmayan şeydir deneyim. Çoğunlukla öyle sanırız. Ama bir sanış o kadar.

Matematiğin ve fiziğin kuralını bilmeden yaşamak yavandır. Yaşarız da, ama bilmeden, fark etmeden; yaşamasız yaşarız yani. Yaşayan ölüler misali!

Elbette bir de ölen ölülerimiz vardır. Onların bize hatırlattıkları, hatta bıraktıkları…Bazen, bunları, yaşayanlarından daha anlamlı/değerli bulurum.

Giden can olsa da; bıraktığı kayda değerse yaşayandır biz de hatırlatan/hatırlanandır.

Yaşam döngüsünü böyle anlar, böyle açıklarım kimi kez kendime. Yanılgılar olsa da; süren açık bir yaşamdır soran/sorgulayan bir bakışla donatılanı.

           İ

İnsana gitmeyi sevmem bundandır. Merak ötesi bir zenginlik taşır bize. Dolu ve deneyimli bir hayat. Yavanlığın ötesindeki bir duruş/bakıştır oradan bize ağanlar.

Nicedir geçtiğimiz zamanların kirine pasına döndüm sırtımı. Yaşamasız yaşamak için değil sevgili okurum. “Hassas Kalp Hikâyeleri” adını verdiğim bir öykü kitabımın tümlenip ortaya çıkmasına dönük kapanmaydı bu. Başka seslere, sözlere kapanma. Yalnızca kendi sesinde yol alma. Ama oradan da vardığınız yer ötenizdeki seslerin rengini/tınısını ortaya çıkarmak yolculuğuydu aslında.

Bir ses ötedeydiniz, yakın dediğiniz birini bazen duyamayabilirsiniz; hatta göremeyebilirsiniz tam karşınızdakini…yani aranızda başlayan körlüğün, tınısızlığın farkında değilsinizdir. Ötelere gitmişsinizdir tam karşınızdakini görmeden. Anlamadan tanımadan hatta…Oysa, yakın duruşun bir adı olmalıdır hayatımızda…İnsanın insana nasıl iyi geldiğini bilmenin nasıl bir deneyim içerdiğini bilmek gibi örneğin. Ten çekimi, ya da mavi bir bakış, göz aldanması, iç titremesi…hepsi bir su gibidir akar durur hayatınızda. Oysa, başka bir tını gerek insana, var olabilmesi, tümleşebilmesi için. Onu göremeyiz, ya da yetişmez bakışımımız/deneyimimiz onu kavramaya. Göze gelene tutulur, tutsağı olur hatta; bunu sevdiğimizi sanırız…Kendindeki zenginliğin farkında olamayan Doğu’nun sürekli Batı’ya gitme/özenme öyküsü gibi…

İşte tüm bu imlediklerimi açımlayan, anlatan; yer yer bizleri bellek yolculuklarına çıkaran, bir Ferhad’ın Şirin’e aşkını dillendirir gibi dillendiren; yitik bir zamanın ağıdını yeni dile döken, mekânın belleğinde bize tarihin saklı yüzünü gösteren; bazen de içimizdeki saklı ben’in aşkını aşkınlık düzeyinde anlatan bu hikâyeleri yazmak için öylesine kapanma zamanları gerekti elbette…

Bir kazayı anlatırsınız; görüp işitmişsinizdir. Sonra bakarsınız ki, bir zaman sonra o sizin başınıza gelmiştir. Hayat ve yazının aslında bir rastlantı olmadığını işte o kıyıda, kendi sesinizi başka seslere katıp anlatma çizgisine geldiğinizde daha iyi anlarsınız.

Şimdi benim kapanarak yaptığım da buydu. Tam noktayı koymuş, kitabı yayıncısına göndermeye hazırlanmışken; karşıma bir hikâye çıktı. Şu cümleyi yazdım bir yere:

“Sana aşkımı vermek isterdim, bunun için çok mücadele ettim. Aşkımı veremeyeceğimi biliyorum. Ama hiç kimseye veremeyeceğim bir sırrımı vereceğim…”

Sonra, o kapandığım bir zamanda, oturup “Dokunuyordu Bana Gözlerindeki Sır” öyküsünü yazdım. Ve görmeyen bir göz baktı şöyle bir, işitmeyen bir kulak az ötesindeki sesi duyamadı belki! Bunlar hiç şaşırtıcı değildi artık hayatımızda… Ama yazı da hayat gibi her zaman şaşırtmıyor mu bizi sevgili okurum?!

Dildik bir zamanlar, acıydık, sevinçtik, kederdik. Kördük, yalnızdık; ummanlardaydık ama. Gelen güne bakış, yaşanan zamana gözdük…

Sestik bir zamanlar…Şimdi yeni başlayan günüz, zamanın dili,  bakışıyız.

Öyleyse, bırakmalı öteki sese karışanı. Görmeyeni, anlamayanı, bilmeyeni, tanımayanı… Yani zamanın gülünün goncasına bakmalı…yaşamalı ki; yaşatmalı…”Hassas Kalp Hikâyeleri”nde yaptığım da sanki biraz buydu…

Evet sözdük biz, sesin de ötesine geçen; çünkü biliyorduk ki:

“İster var olsun, ister yok, her şey, sözün avucunda muma döner.” (Feridüddin Attar)

                                                              ***

Şimdi zamansızız madem burada, sözün sükununa erebiliriz.

  • “Dilim yandı,” dememek için; kendi dilinize dönün, yineleyin öncelikle şunu öyleyse:

“Latince bilmeyene, düzgün Fransızca konuşmayana ayıracak zamanım yok!” (Montaigne)

  • Günü süren gece, en çok da içinizdeki sessizliği anlatır. Gene de gözleriniz sokakta olmalı. Görün her bir renk ağışmasını.
  • Bir dil/göz/bilinç tutulmasındaysanız eğer; olup biten size dokunmaz, kütleşerek yaşarsınız çünkü.

Evet, “yol gösterici bilgi” olmadan, toplum sürüleşir!

Güne sığdıramadığınız gece sizi sabaha erdirdiğinde, yedi gün yedi gece uykusuz uçan beyaz-taçlı serçenin ömrünü düşünmeden edemezsiniz.

  • Uyanışın dili de Chopin sanki, bir de Şevki Bey’in hüseyni şarkısında:

 “Nocturne op: 9 No: 2

“Hicran Oku Sinem Deler”

  • Yazılmayı bekleyen bir defter, kalemleriniz oluşun ak örtülü masanızda. Ve Boccerini’den “IV. Fandango”yu dinleyerek yazmayı deneyin, iyi gelecektir gününüze eminim. Ve ardından Carlos Saura’nın “Goya” filmini izlemelisiniz. Günü başka nasıl yakalayabilirsiniz ki!?
  • Zamanı hatırlatan her şey ezgilerde, görüntülerde, sözlerde…
  • Belki de şimdilerde şu kitabı okumalı; “Karakter Aşınması (Richard Sennett)
  • “Debussy müziği insansızlaştırdı, bu nedenle, ses sanatında yeni çağ onunla başladı,” diyor Ortega y Gasset; ama insana ve doğaya yürüdü.
  • Sabah yolculuğunda Erik Satie, ruh dinginliğine iyi gelir.
  • Eğer bir kitapçıya girdiyseniz, “Ben Buradan Okuyorum”u  (Tim Parks)almadan dönmeyin. Ve hemen bir yerde oturup okumaya başlayın. Ardından da “Genius” (Yönetmen: Michael Grandage) filmini izleme merakına düşün.
  • Kitapçıdaydım, çantamda yazılacak bir defterim vardı. William Saroyan ile John Cheever çıktı karşıma. Kitaplar göz alıcıydı, ama kütüphanemde vardı. Gene de dayanamadım, aldım; gidip bir cafede oturup okurken yazmaya başladım.
  • Zamanın sessiz göğündeki İstanbul’u seviyorum. Belki de “Benim İstanbul Çağım” adını verdiğim kitabımın yazımının hiç bitmesini istememem bundan!
  • “Eugéne Ionesco’yu Nasıl Okurdunuz”, bu denememi yazmak için kalkıp Kuzguncuk’a gitmek istiyorum. Nedeni ancak o yazının içinde olacak sanırım! Bir de onun günlüğüne kaydettiği şu sözlerinde:
    “Size bir şeyin anlaşılmaz olduğunu söylediğim zaman, bu artık, kavranılması gereken şeye en yakın yerde kaldığımı gösterir.”
  • Masamda üç ışık huzmesi, bir bardak su ve elma. Yazılmaya, anlatılmaya değer. Yazmak için neden çok nedenimiz var meğer!
  • José Feliciano, onu dinlediğim (29 Kasım 2016) ânı anımsadım birden. Yaşadığımız, hissettiğimiz zamanın renkleri var onda. Hâlâ canlı, içli ve duruydu sesiyle…Sahnede dinlemek güzeldi.
  • Sen ki gözlerdesin, adını unuttursan ne fayda! Yazılacak bir öykünün ilk tümcesi…

edebiyathaber.net (2 Temmuz 2024)

Yorum yapın