Sözün Ardı/Önü: 49 Yaşama Dair Aforizmalar: (3) Sese Dönüyorum  | Feridun Andaç

Temmuz 9, 2024

Sözün Ardı/Önü: 49 Yaşama Dair Aforizmalar: (3) Sese Dönüyorum  | Feridun Andaç

Bakışlarınızı öteleyen duygulardan arınarak yol almanızı dilerim. Neden derseniz, size yük olarak gelebilecek ezinç yaşatacak bir duruş, bir olay  ister istemez insana dönük yüzünüzü/bakışınızı bir ânda değişkenleştirir.

Ve orada farkında olun ya da olmayın ruhunuza sinen yük, bir süre sonra da ezince dönüşerek sizde derin huzursuzluk yaratır.

Bunu anlayan/anlatan bir denememi hatırdım şimdi. Dilerseniz buna dönelim, sonra sözümüze kaldığımız yerden devam ederiz sevgili okurum:

Bir Gül Zamanıdır Ömrüm

 Bir türkü…

Günlerdir dilime dolanmış duruyor…Harput türküsü…    

Günlerce, saatlerce dinledim..dinledim…söze döktüm, sesimin gamına kattım…Yetinemedim…

Uzunca süredir birbirimize küstüğümüz klarnetimi kutusundan çıkardım. Bir sevgilinin sırma saçlarını okşarcasına, nazenin tenine dokunurcasına okşayıp dokundum; o beş parçayı tümledim…Tutup öptüm, ve üflemeye başladım…

Bu ezgi ulaşılamayan dağdı, dinmeyen sızı, kapanmayan yara, kavuşulamayana ağıttı…Koparılan dildi, yitirilen zaman, vuslatı olmayan bahar, dönülemeyen yurt, gidilemeyen yârdı:

Vardım baktım demir kapı sürgülü,

Siyah saçlar sırma ile örgülü,

Benim yârim annesinden görgülü.

Nedir Allah nedir bunun çaresi,

Sende hançer bende yürek yarası.

Derya kenarında bir sürü kazlar,

Boynun uzatmış deryayı gözler,

Elâ gözlüm nerde verdiğin sözler.

Evlerinde ipekten bir halı var,

Şekerlenmiş dudağında balı var,

Herkesin de bir sevdiği yârı var.

                                                     *** 

Yürek yaraları… 

 Gamlı zamanların ezgisi, beni, çocukluğumun bahçelerine döndürür nedense.

Halamın masallarıyla büyüdüğüm leylâklı bahçe ile babamın bin bir renklerle donattığı bahçesi…Halamla onun ortak yanlarının birer simgesiydi adeta.

Birinin bahçesinde leylâklar, kavak, huş ve servi ağaçları, küçük bir çeşme; diğerininkinde ise güller, frenküzümleri, arı kovanları ve havuz…

Çocukluğumuzun cenneti bu mekânlar olmalıydı diye düşünürüm zaman zaman. Bir insan ömrünün kıyılarında öylesi yaşantıların  izlerini görmek her zaman yurtsama duygusunu yaşatır bende.

Yaşam tanıklığımda bana, veya birine ait böylesi bir hayatın renkleri belleğimin saklısındadır her daim. O tanıklığın çağıran sesine dönerim de yüzümü arada bir. Bir bahçe kurmak, orada yaşamak düşüncesi alır beni de içine.

Çağımız sanrılı bir çağ, bunu  becerebilmeye zaman vermez çoğumuz için. Bilmeyiz de bir insana yönelmeyi, onun da benzersiz bir bahçe olduğunu; onunla da öylesine anlamlı bir bahçe kurulabileceğini…

Oysa; halam da, babam da bizlere bunu ne güzel öğretmişlerdi.

Geçen yıl, kardeşim, kentin karmaşasından kopup Gönen’e gidip yerleşerek kendi bahçesini kurmaya başlamıştı bile. Aşıya inanırım, ilahi adalete inandığım gibi; bir yere, sevdiğim birine bağlanmaya olan inancım gibi…

Kardeşim o aşıyı almıştı çoktandır.

Sık sık yazarak dönerdim o bahçelere; ve hayatın leylâklarla güllerle örülü bir bahçeye dönüşmesi için insana olan inancımı yitirmemeye özen gösterirdim…Şunca kirlenme, yaralanmaların içinde insanın geleceğine olan inancımı gene de bahçelerde açan her bir filize bakarak canlı tutmaya çalışırım.

Öyle ki; geçen yıl bizi bırakıp giden babamdan kalan bahçenin “hazan mevsimi” ne dönüşmemesi için kardeşlerim, annem az mı çaba harcadılar…Onun kiraz ağacına bakarak günün yasını tutmayı bırakan annem değil miydi sahi?! Ve biz o eve/bahçeye her adım attığımızda, öteden babamın sesini çağıran, halamı taşıyan ağaçların hışırtısı yaşamın sürdürülebilirliğini hatırlatmıyor muydu bizlere…

Çağıran bir sesin yolculuğuna çıkmadan önce gözlerimizi alan bir seyir kadar, bir ezgi de yaşatmaz mı, taşımaz mı  o zamanları bizlere…

Gözlerimi alıyor sevdiğim bir kitabın satırları; ki, başucumdan eksik etmediklerimdendir,  Luis Buñuel’in Son Nefesim’e (*) uzanıyorum gene:

“…kendini tanıyamadan, kim olduğunu bilemeden yaşamak…”

Öyle değil midir; kendimizi tanımak için o sırlı zamanlara dönme arzumuzu besleyen bellek yolculuklarımızın sık sık gelip bizleri bulması…Ve yaşanması gereken bir hayatın donatılarak, zenginleştirilerek yol alması için bin bir hünerimizi oraya taşıma derdimiz…

Bu da, bizi, ya bilerek yaşamaya veya körelmeye, farkında olmadan sürüklenerek yaşamaya itmez mi?

Babam da, halam da yaşama hüneri olan insanlardı. Dönüp bakalım, kim bilir bunlar gibi nice hünerli akrabalarımız, hısımlarımız, dostlarımız, sevdiklerimiz, arkadaşlarımız vardır…

Ve onlara doğru yürümeyi aşılayalım derim birbirimize…Anılarına dönelim, aramızdaki tınıya bakalım. Belki de, farkında olmadığımız bahçelerimizin sırlarını da keşfedeceğizdir oralarda.

Tıpkı, benim, yılın şu ilk günlerine vardığımız anda yaptığım gibi; dönüp bakıyorum o geçen zamana; ömrümün nasıl bir gül bahçesine dönüştüğünü anlatan zamana yani…

Özlediğim halamı, babamı, daha çok sevdiğimi bir kez daha gönlümün bahçesine yerleştiriyorum; insana olan inancımı bir kez daha bana hatırlatan sevginin gücüne bağlanıyorum sevgili okurum…

                                                                          ***

Dönüyorum o sesin sessizliğine. Zamanın taşıdığı bütün renkleri görebilen bakışın izindeyim.  Öteden, bir yerlerden bir ezgi çalınıyor kulağıma… Sanki dağın ardından geliyor, şu uzak tepelerden, vadilere inan derelerin kıyısında yatıp uyumuş birinin sesinin uyanışı…

Gine gam yükünün kervanı geldi

Çekemem bu derdi de yavrum bölek seninle

Eremem lokmana çaresiz kaldım…

_________

(*) Son Nefesim, Luis Buñuel; Çev.: İlkay Durak, 2005, İmge Kitabevi, 363 s.

edebiyathaber.net (9 Temmuz 2024)

Yorum yapın