1./ Sığla Kendini
Bakmadan yol alınan ne, görmeden yaşanan?
Hadi evecen bakışlarını sığdır kalbime; ki, bu bizim zamanımız olmasın!
Bırak, acı dokusun kendi örtüsünü.
Giden karanlığın senin, giden sözsüz kalışın.
Hadi, dilsiz kıl beni, ağula elem dolu bakışlarınla. Gitmeyi seç, bırakılmışlığın diliyle konuşma sakın. Rüzgârından alev alıyor dili keder sığınağı bilen bakışlar.
2./ Avuntu mu Bu?
Hatırlattın bana içimde katılaşıp kalanı. Dönüp bakınca “bulduğum ne” diye sordum.
Zamanı bilici kılan söze inandım, bir de yakıcı bir bakışın anlattığına.
Şimdi, sakla kendini. Sırla, kapat o karanlığa. Duvarlarını çoktan örmüşsün aşksız yaşamaların.
Hadi, şimdi hazırla kendini çöle.
Benim sana su taşıma isteğimi yaban kıl, ağula her bir sözü.
Geçir kendini avuntu çarşılarından şimdi…
3./Tutuşan
Bir yaban bakıştı tutuşan, el gibi görülen. Açılan kapılardan geçilen dildi, söze gelen uysal bir zambak. Ki, zehiri alınmış.
Gitmeyi seç, nasılsa acı sürgün; taş çürür, su yanar, toprak çöle dönüşür aramızda.
Ağu, her yol başında başak şimdi. Ört perdelerini yalnızlığının.
Gözlerini tutuşturan buluşma çağı ötelerde kaldı.
4./ Yangın
Kapat şimdi kapıları, durdur aramızdaki zamanı. Kör belle sana bakan gözlerimi, konuşan dilimi eksilt hayatından.
Görmedim, de; Duyup okumadım. Beni sevmedi kör adam, de. Bu yangın bana ait olamaz, diye bağır.
Hadi, çık git; duvarların kalsın aramızda gene de.
Hangi yolculuk iyi gelir sana, tanı; yangınlarda kal öyle.
4./ Bir Bakışsız Zaman
“Hayır, ben nerede başlıyorum.”
Intizar Hussain
Gözlerine mil çeksen faydasız.
Avuntulanan söz aranızda nehir. Oysa çölleşen zamanın diliyle konuşmayı seviyordu ebabil.
Kanatsız kuş, dilsiz kuş…
Kendi göğünde her dem yalnız.
Gözlerin alıyordu lavanta tarlalarının rengini. Arıyordun bir dil, bir renk….
Bir ad vermeliydin ona. Ki, bir başlama noktası olmalıydı bu da ikinize. Kurtarmalıydınız aranızdaki dili yabanlıktan.
Gündüzü gece, geceyi düş olmaktan çıkarmalıydınız.
Ezince hiç gerek yoktu.
Mademki bir yenilgiydi o esintiler…
Öyleyse kendini bilmek ırmaklarına vermeliydin kendini.
Zaman aşıran sözün ötede sahibi vardı.
Sonra dönüyorsun masandaki satırlara. Bir söze tutunmak istiyorsun oradan…
“Üstelik bu talihsizlik bir tesadüf değildir.” (Jacques Ranciére)
Oysa, bilmedğin sözün; yaşanmamış hayatın arayışındasın.
Biliyorsun ki ayrı akan iki nehirsiniz. Duvarın ötesinde iki hayat, iki sanrılı dünya.
Sormana gerek yok sorularını. Unuttuklarını hatırlamana…
Unutma ki yakmıştın parmak uçlarını sen de, duygu izi taşımamak için.
Şimdi nafile bir bakış o izlere dönmekten, oradan açılan kanamaların öyküsünü dinlemekten…
Bazen söz de yitirir büyüsünü.
Ötmeyen kuşların kederine bak anlarsın bunu. Viraneye dönüşen yurtlarını terk ettiklerinde dönüp bir daha artlarına hiç mi hiç bakmadıklarını hatırla.
Hatırla; “anılarım benim ormanım” diyen sözü. (Intizar Hussain)
Şimdi unut içindeki tufanı, ver kendini dağlara dağlara…
edebiyathaber.net (30 Temmuz 2024)