1./ Yolculuğun Çağrısı
Bir kitabın kıyısına gelince, bu çağrıya dönüyorum yüzümü.
Bu kez, içinden nehir geçen kentlere yaptığım yolculukları hatırlıyorum:
Üsküp, Liege, Paris, Linz, Köln, Saraybosna, Tito Veles (Köprülü), Vişegrad…
Ve böylesi kentlerin taşıdığı mimari doku, yaşama kültürü…
Türkiye’de de bu türden kentler var; Eskişehir, Amasya, Antakya, Adana…Ama kentin dokusunu biçimlediklerini söyleyemeyiz bu nehirlerin. Hatta çoğunun farkında bile değilizdir!
“Tuna Boyunca”yı (Claudio Magris) okumaya koyulunca “nehir” ve “kent” ikilemi/olgusu yeniden çıktı karşıma.
“Yolculuğun mimarisi”nden söz ediyordu Magris. “Hayali doğu”, “melez değişimler”, “Tuna’nın kaynağı” üzerine de düşünmeye yöneltiyordu beni.
Şunu diyordu bir yerde:
“İnsanın, kendi derin kuyusuna bakmaktan kendisini alması için başkalarının kimliğini veya başka şeylerin gerçeğini ve doğasını incelemekten daha iyi bir yol olamaz.”
Bu da, beni, Tuna’nın kimlikleri üzerine de düşünmeye yöneltiyor.
Yeniden dönüyorum okumaya.
Frankfurt sonrası… Tıpkı Tuna gibi, Ren nehrini düşündüm Main kıyısında gezinirkenbbb Ve içinden nehir geçen bu kentleri…Her birine dair yazdıklarımı, notlarımı, gözlemlerimi…
“Yazı yazmanın da o otların arasında akan sulara benzemesi, çekingen ama sonu gelmez bir tazeliğin olması gerekir.”
Edebiyatın kuytu köşelerinde gezinirken ister istemez bunlara da hatırlıyorsunuz.
“Bir yazarın hayatı devamlı bir savaş durumundadır,” diyordu anlatıcımız. Şunu da ekliyordu:
“Ren boyunca dolaşan Victor Hugo, yabani bir ot gibi kaleminden çıkıp duran ve canını sıkan ‘ben’ kelimesinden kurtulmak isterdi.
“Ben”, hikâye anlatmak için iyi bir anlatım yolu oysa. Şimdi yazmaya yöneldiğim, geçici olarak “Kar Düşleri/Düş Kışları” adını verdiğim anlatıyı kurarken en çok anlatıcı sesin ne olması gerektiği üzerinde düşünmüştüm. Sonunda da “ben-anlatıcı”ya karar vermem, anlatının bensel bir hikâyeyi içermesi, okura da oradan seslenmenin doğru olabileceğinden kaynaklanıyordu.
2./ Yaşam Bir Yolculuktur
Gitmeyi seçmek bilinci yolculukları anlamlandırandır. Mekânın ne olduğuna dönük bakışınızı zenginleştirenin ardına düşmeniz her zaman yenilikler içerir.
Yazılan yer/mekân metinleri de bu anlamda ilgimi çekmiştir sürekli.
Arayış düşüncesi her zaman yolculukların ivmesi olmuştur.
Sizi çekip götüren duygunun vardırdığı yer(ler)de bunun yüzleşmesini de yaşarsınız üstelik.
3./ Bırakılanlar, Taşınanlar…
Her zaman öyle değil midir?
Giderken bıraktıklarımız, taşıdıklarımız bir de yeni yüzleştiklerimiz bizi sarmalayanlardır.
O halde, kopuş çizgisinde olamayız hiçbir zaman.
4./ Mekân Dönüştürür
Belirsizlikleri ortadan kaldırır mekân. Zaman ve yer kavramının ne’liğini orada görür anlarız.
5./ Yaşama Yolculuğunun Anlamı
Yüzleşince anlıyorsunuz günün anlamını, bedenin değerini. Yolculuk düşüncesi daha bir yer ediyor belleğinizde.
Yolculukları anlamlandırabilmek bir bakış, bir aura gerektirir.
6./ Gidilen Yerlere Bakışım
Aslında o görülenleri de sınıflandırmak gerekir. Nedir görülenler ve bunların anlamı, bıraktıkları izler…
Bunları da “Bir Bakışı Solduran Zaman” adını verdiğim deneme kitabımda bir araya getiriyorum, şimdilerde yayıma hazırlanıyor.
- Kaynağa dönüş,
- Var olma duygusu,
- Edebiyat taşınmaya benzer,
- Yazarak gitmek…
7./ Geçip Giderken Hayat
Belki bir sanrı. Durup dururken yol alma düşüncesine kapılmak… Anlatılabilir olanı bir yerde bekletmek. Sessizliğin göğünde buluşunca anlıyor anlıyor, anlamlandırıyorsunuz bunu.
Bir yerde olmak değil, giderek bir yerlerde yaşamak daha çekici geliyor sana.
8./ Hiçlik Denen Şey
Bir imge olmaktan çıkıyor, çizgisini anlatıyor size hiçlik. Yaşamla ölüm arasındaki duruşlara bakarak bunun ne’liğine karar veriyorsunuz.
9./ “Ben”den Kurtulmak
Yazarak yol alırken “ben”le savaşımımız sürer. Bir süre sonra da ya onu alt edersiniz ya da teslim olursunuz.
“Ben”in anlatımı bazen sıkıcı da gelebilir.
Ama, gene de, Stendhal’in deyimiyle hikâye anlatmak için en elverişli araçtır “ben” anlatımı.
edebiyathaber.net (20 Ağustos 2024)