Sözün Ardı/Önü: 59 Yazdıkça Görülen: (4) Bir “Düşevi” Yaratmak! | Feridun Andaç

Ekim 1, 2024

Sözün Ardı/Önü: 59 Yazdıkça Görülen: (4) Bir “Düşevi” Yaratmak! | Feridun Andaç

Yolumu Uluabat Gölü’ne döndüğümde, Eskikaraağaç Köyü yoluna yönelene kadar Leyleklerin diyarına dair bildiklerimi bir yana bırakmıştım. Herkesin az çok bilip ettiği öykülerin izinde olmadığımı biliyordum. Bu köyden söz edildiğinde “Yaren leylek”e dair anlatılanların önü ardı kesilmezdi.

Bu kez, köye girmeden, adete kendi adasını yaratmış, kendi hayallerini gerçekleştirmiş birinin öyküsüne dönmüştüm yüzümü.

Doktor Bülent Kayhan…

Bursa’da, benden başka adını namını bilmeyen yoktu. “Doktor Bülent” dendi mi akan sular dururdu!

Haksız da değillerdi. Onu karşımda gördüğümde, o gıpta ettiğim bir dünyayı nasıl yaratabildiğini anladım dersem yerinde. Yaşam bilgesi biri, dokunduğu her bir şeyi güzelleştirebilecek aurasını hemence hissedebiliyordunuz.

Severek yaptığı işinde başarılı olmanın getirdiği bir gerçeklik vardı onda: Çocukluğunda onda iz bırakan yerlere benzer bir yer kurmak… Dahası, yabanıl olmayan, ama doğanın da kıyısında bir yerde kendine yeni yeni uğraşlar edinebileceği bir “ada” yaratmak…Ve o düşlerine başkalarını da katmak…

Bülent Kayhan, bunu adım adım, otuz yılda gerçekleştirmiş.

Gidip kapısında durduğunuz Leylek Köy Göl Evi’nin kuruluş öyküsü biraz da Kayhan’ın o düşlerinin gerçekleştirilmesini anlatır.

Japonya’da sosyoloji doktorası yapan büyük kızı Gülin’i, o düşlerinin çağrısına katmak için ikna eder, sonrasında küçük kızı Suay da gelip katılır onlara…

Burasını anlatmak değil, yaşamak gerekir. Gölün kıyısında bir inziva mekânı değil, tam tersi yaşama yeridir kurulan bu dünya. Çiçekleri, ağaçları, tavşanları, inekleri, koyunları, kuşlarıyla güne açılan, günü karşılayan, size yaşama sevinci taşıyan bir dünya yaratılmış.

Her adımda bir doğa parçasının bozulmadan, insan eliyle nasıl güzelleştirilebileceğini görürsünüz burada.

Birbirine eklemlenerek kurulan bu yerin yaşayanı olmak için kendinizi kentlerin o karmaşasından bezdirenlere öfke duymanız gerekmiyor. Çantanızı alıp, yanınıza birkaç kitap ve giysiyle çıkıp gelebileceğiniz bu yerde size ait bir köşe mutlaka bulabileceğinizi, hayatınızın bundan sonraki kısmında nasıl bir “düşevi” istediğinizi de düşleyerek burada bir süre yaşayabileceğinizi düşünmenizi isterim.

Gülin’in çağrısına uyarak orada bir günümü geçirdim. Doktor Bülent Kayhan’ın kendisine yaptığı ahşap çalışma mekânını gözüme kestirerek şunu söyledim Gülin’e: Burada bir haftalık bir zaman istiyorum, “Kitabın Yörüngesinde” kitabımı tamamlamak için.

Bir labirenti andıran bahçede gezindik. Bahçe demek hafif kalır, adeta bir yemyeşil ada…Nefes alma/yaşama adası…Dalından ballı incirleri topladık, dalları yerlere eğilmiş narları avuçlarımızla desteledik, armutlar, hünnaplar, olgunlaşmış zeytinler…Ötede sağılmayı bekleyen inekler, koyunlar, sesleri ortalığı almış tavuklar…Kaçışan tavşanlar…Ve ötede gölgen gelen hafif esinti…Sizi günbatımına hazırlayan günbatısının kızıllığı…Az ötede bir leyleğin uzanmış halini andıran Şeytan Adası, ve bunun anlatıladuran dramatik öyküsü…

Soframıza gelen peynirin tadı, reçelin kıvamı, ekmeğin buğusu…

Kuş sütü eksik dedirten bir sofranın sohbeti…

Sonrasında, geceyi ışıldatan yıldızların seyrine çıkmadan gidip bir köşede sözünü ettiğim kitabın yeni bir bölümünü yazmanın hazzı…

Sanırım, sıklıkla yinelediğim; giderek yazma düşüncesinin kendine bir yer arması boşuna değil. İşte o denk gelme ânını yakalayabileceğiniz bir yerden söz ediyorum size. Evet, bir “düşevi”nden. Eminim bir gün orasını “sanatköyü” olarak da anacağız!

İnsan düşleriyle vardır. Bunu hayata geçirebilmek için ise bir ütopyasının olması gerekir. Burada, Bülent Kayhan’ın kendi ütopyasını kurarken, yarın kızlarının ve buraya gelen insanların buna ortak olabileceğini de düşündüğünü sanıyorum. Yaşayan, hissedilen, kendini kendine gösteren bir yer…

İnsanın insana dokunması gibidir böylesi mekânlar. İlk adımda bunu hissedersiniz. Yaşandıkça yaşatan, gidildikçe düşleri düşünceleri çoğaltandır üstelik.

Şimdi, kendi kitabımı yazarken, bir kez daha açıyorum “Alıç Ağacı ile Sohbetleri” (*), kendimi böylesi bir kitabı kurma fikrine iyice inandırıyorum. Hem de gelip ilk satırlarını burada yazmaya başlayacağıma sevgili okurum.

Size gene buradan söz edeceğim elbette…

(*) Alıç Ağacı ile Sohbetler, Hikmet Birand; 2014, İş Bankası Kültür Yay., 360 s.

edebiyathaber.net (1 Ekim 2024)

Yorum yapın