Sözün Ardı/Önü: 71 Yazdıkça Görülen: (15) Bir dile, bir duyguya bağlanmak | Feridun Andaç

Aralık 31, 2024

Sözün Ardı/Önü: 71 Yazdıkça Görülen: (15) Bir dile, bir duyguya bağlanmak | Feridun Andaç

Hatırladığım bir cümlesi beni yeniden Eduardo Galeona’ya döndürdü: “Neşe kederden daha çok cesaret istiyor…”

Çıktığım Doğu yolculuğundan dönerken kavuştuğum “Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri”(*) günlerce elimden düşmedi.

Bir zamanlar Batı’ya yaptığım yolculuklar beni yüzleşmelere / sorgulamalara götürürdü. Şimdi ise, ne zaman yüzümü Doğu’ya dönsem benzer, hatta daha da ilerisinde duygularla kuşandığımı ve birtakım sorgulamalardan sonra benliğimi dolduran düşüncelerle yüzleştiğimi gözlemliyorum.

Kendi ülkemi, yaşadığım coğrafyayı tanıma düşüncesinin getirdiği bir yüzleşme değil bu.

Dünyada olup bitenlerle kendi ülkeni kıyaslama, hatta açıklama getirmeye çalışma durumu da diyebilirim buna.

Aynı zamanda çağının en önemli yazarlarından biri olan usta gazeteci Galeano, kendini yeryüzü sürgünü yaptığı zamandan beri, ülkesi Uruguay’dan uzaklaşsa da yazdıklarıyla hep oraya dönmüştür. Karşılaştıklarını, yüzleştiklerini, başka bir deyişle başlı başına kendini, yaşadığı zamanın ve ulus tarihinin bir parçası olarak görmüş; ülkesinin farklı zamanlarını ele alırken başka dillerin, coğrafyaların ve gerçeklerin tarihiyle de ilgilenmiştir.

Doğrusu, onunkisi ilgi ötesi bir durumdur.

Ondaki bu aşılama/gösterme bilinci, beni yine onun kıyılarına sürüklemiştir her zaman.

Dünyanın iki yakasında gidip gelirken daha çok insanı ve toplumu anlamaya dönmüşümdür yüzümü. Ama tarafsız ve derin bir tarih bilinci olmadan; insan, yer, kültür bilgisi taşımadan, bunlara da vicdan duygusunu katmadan asla çağının insanı olunamayacağını da belletmiştir bize Galeano.

Kalkıp Doğu’ya gittim. Memleketim Erzurum’a… Bir fantezi ya da can siyencinin getirdiği ruh ağrılarının çekeleyip götürdüğü bir yolculuk değildi bu. Dediğim gibi, gitmeyi seçerken yüzleşmeleri de göz almak, görülenlerle yaşananları buluşturup yeni bir dil kurmaktı derdim. O dilin içinden yaşadığımız günlere, acılara, sızılara, neşe ve kederlere, aşk ve unutuşlara bakmaktı düşüncem.

Ki, öyle de oldu. Yazadurduğum bir romanın anlatı sesini yakalamak için “çocukluk cennetim”in yıkıntılara dönüşen sokaklarında gezinip durdum saatlerce. Kokulara, renklere, seslere, mekânlara ve onların belleğimdeki izlerine döndüm sıklıkla.

Burada zamanın bile eskidiğini gördüm. Gogol’ün anlattığı o güzelim “eski zaman beyleri” anlatısının satırlarında gezindi ruhum. Bu kentin, sözüm ona, “yeni zaman”ının beylerinin iğreti hayatlarını/varlıklarını dinledim “Arap Terzi”den. Gidip namlı kabadayımız “Bacak Oktay”ı buldum. Ondaki zarafete, inceliğe, insana şapka çıkartacak misafirperverliğe bakınca, gözlerim yaşardı gerçekten…

Yeni zamanı anlamak için, eski zamanları konuştuk ve kentin kadim insanları Arif Recai Uzunlar ve Ziya Mengenecioğlu’yla buluştuğumuz bir yemekte buna ne çok ihtiyacımızın olduğunu dillendirdik. Onlar ki, adları artık bu kenti bekleyenler hânesine yazılmıştı. Taşınamayan bir zamanın kederini ve neşesini anlatıyorlardı kendi zamanımıza.

Bizi buluşturan, bizi kucaklayanın ne olduğunu düşündüm onların yanından ayrılıp tekrar “Arap Terzi”ye giderken.

Sahibini bekleyen bir kente dönüşen Erzurum’u adımlarken, Galeano çıkıyordu karşıma nedense…

“Latin Amerika’nın Kesik Damarları”nı ona yazdıran duyguyu, düşünceyi ve gerçeklikleri hatırlamıştım bir anda. Amazon Ormanları’nın yıkımını gören gözleri dil ağrılarını çoğaltır, o coğrafyada açılan gediklerin ne anlama geldiğine dönük dilsel bir yolculuğa çıkarır onu.

Doğrusu, benim bu yolcuğumda da gözlediklerim, bir kentin tarumar edilmesinin hangi düşün/bakışın sonucu olduğunu anlatmıştı bana.

Neşenin ve kederin birbirinden farklı dillerini anlamaya çalışırken, görmenin dilinin (de) bizleri hangi vicdan duygusuyla kuşatması gerektiğini içimde derin bir ağrı olarak duyumsadığımı söyleyebilirim.

Belki de, Galeano’yla yeni bir yolculuğa çıkma isteğim de daha çok bundandır sevgili okurum.

Evet, sözünü ettiğim yazıladuran romanım, bu ağrıları nasıl anlatmam gerektiğinin izlerini taşıyan bir çalışma.

Yüzünüzü yeni bir dile dönerek kendi zamanınızı yaratma durumu ile bir yere bakma/bir yeri anlama düşüncesinin birbirinden çok uzak olmadığının da göstergesi diyebilirim.
__

(*) Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri, Eduardo Galeano; Çev.: Gülin Dalaman, 1986, Alan Yay., 206 s.

edebiyathaber.net (31 Aralık 2024)

Yorum yapın