Sözün Ardı/Önü: 79 Yazdıkça Görülen: (23) Eleştiri Mi Dediniz? | Feridun Andaç

Şubat 25, 2025

Sözün Ardı/Önü: 79 Yazdıkça Görülen: (23) Eleştiri Mi Dediniz? | Feridun Andaç

Bir gün Erdal Öz aramıştı.

“Feridun, Naci’yi kızdırmışsın,” diyerek ne olup bittiğini anlatmış, “Şu yazıyı ben de okuyayım,” demişti.

Yıllar sonra, Cam Kırıkları öykü kitabıyla adeta edebiyata dönüş yapmıştı Erdal Öz. Bunun üzerine Doğan Hızlan ile Fethi Naci birer yazı yazmıştı. Kendi kuşaklarından bir yazarın kitabını, ne tanıtıyor ne de eleştiriyorlardı. Kanımca, ikisi de sığ, yüzeysel metinlerdi. Ben de bu yaklaşımlarını eleştiren ve böyle eleştiri yazılacağına hiç yazılmasa daha iyi olacağını ifade eden bir yazı yazdım.

Sonradan öğrendiğim kadarıyla, yazımın ardından Fethi Naci, Erdal Öz’ü aramış, hatta öfkeyle “Erdal bu yazıyı sen mi yazdırdın,” diye ona çıkışmış. Oysa Erdal Öz’ün benim böyle bir yazı yazacağımdan haberi bile yoktu…

Sonraki bir karşılaşmamızda Fethi Naci’nin bu tahammülsüzlüğünü Hızlan’la paylaştığımda; “O öyledir, eleştirir ama eleştiriye gelemez,” demişti. Kendisi için de eleştiri yazdığım Hızlan ise, eleştirimde alınacak pek bir şey bulamadığını, kendisinin yalnızca kısa bir tanıtım yazdığını, Fethi Naci’nin yazısının ise “eleştiri günlüğü” adı verdiği (ve esasen bir eleştiri metninin öz yapısında taşıdığı özellikleri barındırmayan) metinlerine eklediği yazılardan biri olarak kaleme aldığını söylemişti. 

Bir zaman sonra Taksim Sıraserviler’de karşılaştığımız Fethi Naci’ye selam verip elimi uzattığımda:, aynen şöyle dediğini hatırlıyorum: “Ha s..tir ulan!”

Bir gün Nedim Gürsel ile konuşurken, benzer şeyin onun da başına geldiğini de öğrenmiştim, olayı anlattığında ikimiz de gülüp geçmiştik.

“Eleştiri Metni” Nedir? Ne değildir?

Ben ülkemizin yazın sahasında eleştiri yazılarının hak ettiği gibi karşılanmamasını iki temel nedene bağlıyorum:

Kanımca birinci neden; eleştiri metninin tözünde aslında “yerme”nin değil, “yapıcı bir değerlendirme yapma”nın olduğu gerçeğinin hâlâ tam olarak anlaşılamamasıdır. Gerçekten de Batı’dan aldığımız metin türlerinden biri olarak değerlendirildiğinde “eleştiri metni”nin,“eleştirel düşünme” (critical thinking) ile bağlantısı, onun özünü oluşturmaktadır.

Ülkemizde aşamadığımız bir sorun olarak gördüğüm bu konuya biraz daha ayrıntılı inmekte fayda olduğunu düşünüyorum:

Yaygın inanışın aksine, eleştiri metni yazmak, o metin hakkında yalnızca olumsuz yorum yapmak ya da anlatıda (hatta yazarında) kusur bulmak anlamına gelmez. Aksine eleştiri metinleri, kritik düşünme yöntemleri temel alınarak yazıldığında, yapıcı ve derinlemesine bir değerlendirme sunar. Bu tür bir düşünme becerisi, metne tarafsız yaklaşmayı, onu analitik bir gözle değerlendirmeyi ve metin hakkında mantıksal sonuçlara varmayı gerektirir. Bu bağlamda, eleştiri metinleri incelediği yapıyı, hem olumlu hem olumsuz yönleri dengeli bir şekilde ele alır, ya da alması gerekir.

Bununla birlikte, bugün hâlâ eleştiri metni yazan birçok edebiyat eleştirmeni, bir başka metin hakkında metin yazarken asıl amacının, o yazınsal eseri tarafsız bir gözle ve kuramsal bir alt yapı temelinde inceleyip değerlendirmek olduğunu unutuyor. Dahası, eleştiride bulunduğu metnin içeriği, teması, dili, üslubu, yapısı ve yazarın anlatım teknikleri hakkında ayrıntılı analizlerde bulunmak yerine, subjektif tabanda kalarak, bireysel zevk ya da görüşlerine uygun olmayan yerleri, mantıklı bir argüman dahi sunmadan yermekten öteye geçemiyor.  Halbuki asıl amaç, eserin -kim tarafından yazıldığından bağımsız- güçlü ve zayıf yanlarıyla edebî değerini ortaya koyarak, okurlara kılavuzluk etmek olmalıdır.

Eleştiri ve tahammülsüzlük!

Bir diğer neden ise, eleştiri denince yalnızca olumsuz yargılarda bulunulması gerektiği düşünülerek yazılan metinler karşısında, eleştirilenin yazılan yorumlara tahammül edememesidir. Zira, herkes yalnızca övgü beklemekte, gelmeyince de gereksiz tepkiler ortaya koymaktadır. Bu da edebiyatımızda eleştiri sahasındaki verimsizliği arttırıcı bir etki yaratmaktadır.

Gerçekten de ülkemizde, eleştiri yazan da yazmayan da; yazısı hakkında yalnızca olumlu ve iltifat dolu sözler söylenmesini beklemektedir. Yazar da, yayıncı da böyledir. Burada “saf ve temiz okur”u ayırmak gerektiğine inanıyorum elbette.

Ama günün sonunda, ne eleştirmenler eleştiri metninin özünde yatanı tam olarak uygulamakta ne de eleştiriye tabii tutulmuş insan, olumsuz herhangi bir görüşe ufkunu açık tutmakta…

Hikâyeme geri dönersek… Erdal Öz muzip bir insandı. Yayınevine ne zaman adım atsam, başka yazarlar varsa eğer, ayağı kalkar: “Arkadaşlar önünüzü ilikleyin! Büyük eleştirmen geliyor, bununla iyi geçinin,” diye espri yapardı.

Bilen bilirdi; hiçbir zaman öyle kırıcı dökücü yazmam. En azından niyetim o değildir. Ama başıma gelenlerden sonra, bu tür hazımsızlıklardan dolayı, eleştiri yazmakla arama mesafe koymak durumunda kaldım, daha doğrusu bu konudaki hevesimi ne yazık ki kaybettim.

Evet, gerçekten de “Edebiyat dünyasında “düşman” kazanmak istiyorsanız eleştiri yazın,” derim. Yok eğer yazmaya devam etmek istiyorsanız, arsız ve yüzsüz olmayı şimdiden öğrenin.

Açıkçası ben, Fethi Naci’nin yaptığı gibisini asla yapamam. Hiç ilaç kullanmayı sevmediğim gibi rakı masalarına da meze olmak adetim değildir. Zira bilirim ki orada oturanlar birbirinin yazdıklarını bile okumazlar. Yayın yönetmenleri, editörler de dahildir buna. İzlemez, okumaz, ilgilenmezler. Sanırsınız ki, yazar ya da eleştirmen, gökten zembille inip gelip onlara biat etmelidir.

O nedenle, (hâlâ) vasat bir edebiyat ortamındayız. Bu kesin.

Bir yayın yönetmenine, “Kapıdan içeri girenin kitabını basıyorsunuz” dediğimde celallenmiş ve kendi yayınevine övgüler dizmeye başlamıştı. Halbuki haklıydım; çünkü “İlk kitap”, “yetkin yazar” diye bastıklarını okuduğumda, vasatlığın bir dolu örneği karşıma çıkmıştı. Bunları tek tek yazsam, her biriyle papaz olacaktım. O nedenle, daha iyi okumalar yapmak, yazılar kaleme almak varken, bunlara vakit harcamamayı uygun gördüm.

Bilen bilir ki eleştiri;  birikim, sabır, özen okumak gerektiren bir uğraştır. Rasgele yazamazsınız. “Bilmek” en temel ilkedir. Hakkaniyet, takip etmek vb. sonrasında gelir.

Geçmiş bir zaman, hiç yüzünü görmediğim bir kadın yazarın romanı üzerine yazmış, o parıltılı kalemini coşkuyla karşıladığımı da kendisine bir mektup yazarak dile getirmiştim. O yazıyı yazmak için; yazarını görmem, tanımam, aynı masada oturmam hiç mi hiç gerekmezdi çünkü.

Hele hele “sipariş” üzerine hiç mi hiç yazmadım. Ama gene de, at izinin it izine karıştığı bir ortamda doğruları söylemekten kendimi alamadığım için bugün hâlâ, arada bir de olsa, eleştiri yazdığımı söylemeliyim.

Ancak son eleştiri metinlerimden birinde karşılaştığım “manzara” ise, artık bana da “pes” dedirtti sevgili okurum. Evet, maalesef, bundan böyle eleştiri diyene Fethi Naci’nin bana dediğini demesem de, o sözün ardından sarf ettiğini diyebilirim şimdi: “Hadi ordan!

edebiyathaber.net (25 Şubat 2025)

Yorum yapın