Mayıs 2006
1./ Girit Bakışı
Girit toprağının sert doğasal görünümü insanların duruşuna yansımıştı. Adeta denize bel veren bir adanın anlatacağı çok şeyin olduğunu o doğasıyla yüzleşince anlıyordunuz.

Yol boyunca, Kazancakis Havaalanı’ndan Kandiya’ya giderken gözlediklerim doğasal görünümün duru bir seyriydi. Ama toprağa adım atıp, insanlarla yüz yüze gelince adanın dilinin “başka” olduğunu anlıyordunuz.
Denizden hiçbir zaman kopmamakla birlikte, karasal iklimin sertliği insanların duruşlarını da, duygularını da sertleştirip katılaştırmış.
Güvensizlik de diyebiliriz buna!
Kendi başına kalışın savunması…
Ada öylesine büyük ki, denizin kuşatması nereye ulaşırsanız ulaşın karşınıza çıkar. Kıyılara dik yamaçlar bunu iyi anlatıyordu.
Ada’yı adımlayınca geçmişten kopmadan yaşamının yüzlerini görüyordunuz.
Minos uygarlığının Akdeniz’deki yayılma alanlarını gösteren bir haritadan bunu izliyordum. Gelip o saray kalıntısını görmeden önce, elimdeki kitaptan bu tarihsel oluşumu okuyor, notlar devşiriyordum.
Yitenle silinen, sonda dönülüp bakılan yüz yüzeydi bu kalıtta.
Kurulan kentin yaşama alanları insanlığın serüvenine kayıt düşmüştü; biz, onları ortaya çıkararak dünle bugünü birbirine bağlıyorduk.
Haziran 2006
2./ Gezgin Ruhun Arayışları
Bugün kendimi defterlendirdim. Beşiktaş’ta girdiğim kitapçıda çocukluğumun kitaplarından birkaçı çıktı karşıma. Kelepire düşmüşleri seçip aldım. Kucağım dolmuştu. Görevliden bir sepet istedim. Ağırlık benden gitmişti, ama kitaplarla arama mesafe girmişti bir an…Markette tüketim maddeleri alan birine dönmüştüm…

Almak istediğim diğer kitapları da alıp kırtasiye bölümüne indim. Onca defter “stok”um olmasına karşın, dayanamadım, yeni defterler aldım.
Kasada ödeme sırasında birkaç kitabı da ayırıp gözüme kestirdiğim bir defterin yanı bıraktım. Amacım gidip bir yerde oturarak bunlarla baş başa kalmaktı.
Öyle de yaptım.
Taksim’e çıktım, Gezi Pastanesi beni bekliyordu adeta! Cafenin dingin, kuytu bir köşesini seçip “tezgâh”ımı açtım.
Bir cafede okumak yazmak için önünüzdeki masayı kuşatmanız lazım.
Cafenin menü kartlarını, tanıtım broşürlerini masanın bir ucuna itekleyip bir alan açtım kendime. Yeni defterimi okşayarak önüme aldım. Kitabevinden aldığım Jules Verne, Esat mahmut Karakurt, Kerime Nadir, Muazzez Tahir Berkant, A. Cronin kitaplarına dokunmamış bunlara arabada bırakmış; başka kitapları almıştım yanıma:
- Felsefe Sorunları, Bertrand Russell
- Saydam Şeyler, Vladimir Nabokov
- J.Jose Millas, Sakın Yatağın Altına Bakma
- Emil Cioran/Sadık Erol, Bir Alacakaranlık Düşünürü
Bunları da masamın bir ucuna yerleştirip, başucumda biten garsona siparişimi vermiştim.
Karşımdaki dört kitabı tek tek evirip çevirmiş, her birinden bir okuma elektriği geçmesini aramıştım. O an, elim çantama gitmiş, kalem kutularımı çıkarırken, küçük bir defterle sırt sırta duran, günlerdir okumak için yanımda gezdiredurduğum Selahattin Batu’nun “İspanya Büyüsü”nü çantadan çıkarıp önüme almıştım bu kez.
Sabah okuduğum gazetelerden kestiğim küpürleri içinde bulunduran “Günün Notları” dosyamı da bu kitabın yanıbaşına bırakınca diğer kitaplardan tamamen kopmuştum.
Benim için, yazacağım denemelerin konu/izlek/düşünce mecralarından birini oluşturan gazete okurluğumun notlarını, günün belli saatlerinde, “Denemenin Dönencesinde” adını verdiğim defterime düşerim.
Cafedeki okumama, Batu’nun yazdıklarıyla baş başa kalmama geçmeden önce, bu gazete küpürlerinden yansıyan notları defterime yazdım. Bunlardan bazıları şunlardı:
- Yadırgama, kınama
- Kısırdöngü, debelenme
- Yan gelip yatmak
- Yurttaşlık bilinci
- İrtica mı, dindarlık
- Bilinçaltı, bellek tutulması
- Türban türbülansta
- Aymazlık
- Sarsıntı, derinlik
- Algı düzeyi
- Gündemin iki ucu: Kürt sorunu-irtica
- Ara rejim-Kara rejim
- Amerika’nın tuttuğu
- Süreklilik, tepkisellik
- Yarına bakmak
- Türkiye’yi dönüştürmek
- İslamcılık ve terör
- Uzlaşma
- Türkiye analizi
- Tetik, tetikçi, tetiklemek
- Eylemsizlik
- İstanbul’un yüzleri
- Venedik’te geçen zamanın izinde
- Sait Faik’ten kopmadan
- Saraybosna’da akan zaman…
Bu konuların her birinin deneme konusu olabileceği kesin. Ama üzerlerinde düşününce, bazılarının fıkra biçiminde yazılabileceğini de görmedim değil.
Bir denemecinin/deneme yazarının ufuk turu için günlük gazeteler birer veri arenasıdır aslında. Topluma, insana oradan bakarak birçok şeyi yakalayabilirsiniz.
Yansıtılan haberler, yapılan yorumlar, röportajlar, yazılan yazılar bir toplumun düşünce haritasını ortaya çıkardığı gibi; algı düzeyini, kavrama bilincini de yansıtır.
Kendi payıma, gazete okuru olmadığım bir günüm yoktur. Birçok yazı ucunu oradan yakaladığımı da söyleyebilirim.
Adım adım yazmaya çalıştığım “Kanıtlanmış Sözler Ansiklopedisi” kitabım tamamen gazete söyleşi yapılan kişilerin konuşmalarındaki bazı sözlerine dayanır. Yani çıkış noktası bunlardır.
Okunan başka kitaplar, ardına düşülen yazarlar da öyledir.
Kimi kez, okumadan yazının masadaki çağrısına kulak asmam… Giderim, sessiz bir köşenin arayışına veririm kendimi…
Kuşatırım başka bir yeri, masayı; orası benim okuma mekânım kesilir. Tıpkı şu an ki cafede yaptığım gibi…
edebiyathaber.net (8 Nisan 2025)