Sevinç üzerine ne kadar düşünüyoruz? Evet bildiğimiz ama üzerinde pek durmadığımız o kelimeden bahsediyorum. Keder için yeterli sebeplerimiz olduğu doğru. Ancak sevinç üzerine düşünmek için de geç değildir belki hem de bu sevinç önerisi bizi daha etkin kılacak bir felsefi kavrayışla karşımıza çıkmışsa, üzerine düşünmeye ve konuşmaya değer. Çetin Balanuye’nin “Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor? ‘Reddedilemeyecek Bir Felsefi Teklif’” adlı kitabı bizi Spinoza öğretisi üzerinden sevinç üzerine düşünmeye çağırıyor hatta sevince dönüşebileceğimizi iddia ediyor. Başlangıçta nasıl diye bir soru muhakkak düşüyor akla ancak metin ilerledikçe görüyoruz ki hiç de yersiz bir iddia değil. Böyle bir çağda bir felsefi düşünme biçiminin elbette tüm dertlere çare bir reçete sunması beklenemez ki düşününce zaten felsefenin böyle bir misyonu olup, olmadığı tartışılır. Ancak Spinoza gibi bilge bir düşünürden öğreneceğimiz çok şey olduğunu da inkâr edemeyiz. Çünkü Spinoza bana kalırsa bu çağda da felsefenin, politikanın pek çok açığını görmemizde, kendi varlık sorgulamalarımızda fikirlerinden uzak kalamayacağımız bir düşünür olarak çıkıyor karşımıza.
Balanuye bizi sevinçten uzaklaştıran varsayımlardan yola çıkarak başlıyor anlatısına. Bu varsayımlar çoğu zaman farkında bile olmadığımız, sevinçlerimizin önünde birer engel olarak yaşamımızda yer ediyorlar. Yazara göre Spinoza’da aslında sevinç düşmanı varsayımlarımızı tek tek ortaya çıkararak, onların yerine sevinçli varsayımlar koyan bir felsefi düşünce sunuyor. Meşhur “Ethica”sında çağının en yaygın “doğru kabullerini” tek tek saptıyor, bunların neden doğru olamayacaklarını gösteriyor ve bu nedenle de insanları mutlu ya da sevinçli kılmaya yaramadıklarını ileri sürüyor. Balanuye, “Ethica” üzerinden ayrıntılı bir okuma yaparak bize Spinoza felsefesinin sevince dönüştüren bir yanı olduğu üzerine düşündürmüş. Anlatısını gündelik yaşamdan ve edebi metinlerden örneklerle geliştirerek belki de (en azından benim karşılaştığım) en anlaşılır Spinoza okumasını ortaya çıkarmış.
Peki sevinçlerimizin önünde engel teşkil eden bu varsayımlar neler? Birinci olarak “aşkınlık” varsayımından söz ediliyor kitapta. Bu varsayım bizi yaşadığımız dünyanın dışında, onun üstünde bir güç olduğunu düşünmeye itiyor. Balanuye anlatılan “tuhaf” olayların genellikle bizim değil de başkalarının başına gelmesinin ilginçliğine, açıklanamayan olayların, mucizelerin peygamber kavramıyla bir arada anılmasına dikkat çekiyor. Bu anlatılar bizi hep dünyada olanın dışında bir şeyler olduğunu düşünmeye, biraz da korkulu bir duruma itiyor. Bu varsayıma hepimiz bir şekilde sahibiz ve hiç sorgulamadan, üzerine düşünmeden kabul ettiğimiz için onun yönetimi altına giriyoruz. Spinoza felsefesi “aşkıncılık” ve “doğaüstücülük” varsayımını ortadan kaldırmaya yöneliyor. Balanuye’ye göre; “Spinoza çok akıllıca davranarak, evrendeki sonsuz nedensellikler zincirinin her halkasını tek tek göstermek yerine, bu işleyişin genel planına ilişkin bizde bir sezgi oluşturma fikrine gitmiştir. Hedefi, en genelden en özele doğru giderek, olup biten her ne varsa bunların tek ve aynı doğada cereyan ettiğini göstermektir.” Bu anlayışa sahip olursak içinde bulunduğumuz bu tek dünyayı ve nedensellikler zincirini doğru tanıyıp anlarsak bu ön kabullü varsayımlarımızdan kurtulmaya başlarız. Doğa üstü, aşkın bir inanış duymamız bizi devamlı gözetleyen, denetleyen, yaptıklarımızın hesabını tutan, arzularımızdan alıkoyan bir güce inanmamızı getirir. Bu da sevinçlerimizin ortaya çıkmasına engel olan varsayımlarımızdan birisidir.
Spinoza ayrıca yazarın da aktardığı gibi Tanrı’dan anlamamız gereken şeyle, doğadan anlamamız gereken şeyin bir ve aynı şey olduğunu göstermeye çalışır. Yani Tanrı doğal, doğa ise tanrısaldır. Spinoza düşüncesinde Tanrı ya da doğa, planlı niyetli ve kasıtlı bir varlık değildir. Doğa zorunlu olarak yaratandır, bu yaratma süreci nedensellik ilkelerine bağlı olarak başlangıcı ve sonu belli olmayandır. Doğa/Tanrı kendisi sonsuz ve sınırsızdır ondan türeyenler ise sonlu ve sınırlıdır. Her varlık bir zaman içerisinde varlığa gelir, varlıkta kalır ve çözülerek bir yasaya uyar. Bu yasa Doğa/Tanrı yasasıdır. Bu yasa gereği varlıklar zorunlu olarak karşılaşıp etkileşirler bu da onların sonsuza kadar var olamayacakları sonucunu doğurur. Böylece Spinoza “aşkıncılık” fikrinin karşısına “içkinlik” görüşünü koyar. “İçkinlik” görüşüne sahip olan varlık yaşadıklarının doğal olduğunu bilir. Başına gelen herhangi bir olayda “aşkın” varsayımlara sahip bir varlıktan farklı tavır alır, korkularının kaynağı ve nesnesi değişir. Bu da “aşkıncılık” varsayımın getirdiği sevinç duymaya engel olan düşüncelerden bireyi uzaklaştırır.
“Aşkın” fikirlere sahip olmak varlıklar arasında bir hiyerarşiye sebep olur. Çünkü bu düşünüş bizi her zaman doğayı ve bizi aşan bir şeye inanmaya götürür. Bu hiyerarşik durum insanın da doğada ayrıcalıklı bir yer edinmesine sebep olur ve buradan “insan merkezci özgür iradecilik” fikri doğar. İnsanlar özgür bir iradeleri olduğuna, dünyada seçme şansına sahip olduklarına inanırlar. Kutsal kitaplar, dinsel kavrayışlar da bunu destekler neredeyse doğadaki tüm varlıklar faydacı bir anlayışla insanın emrine sunulmuş gibi bir algı ortaya çıkar, bu türcü düşüncenin ortaya çıkmasında da önemli bir etkendir bana kalırsa. Oysa Spinoza öğretisinde Balanuye’nin aktardığı gibi; “Töz tektir ve bu teklikten türeme tüm varlıklar, aralarında hiçbir hiyerarşi olamayacak biçimde aynı tözün özünü ifade eder; bu oluşun bütüncül ifadesi de ‘Tanrı ya da Doğa’ adını alır. Alıştığımız anlamda ne Tanrı ne de insan özgür irade sahibidir.” İnsan Doğa/Tanrı’dan farklı olarak çeşitli bedenlerle karşılaşmasından dolayı etkilenen bir varlıktır, etkilenen bir varlık karşılaştığı bedenlerin varlığı nedeniyle özgür iradeye sahip değildir. Üzerine düşününce özgür irade gerçekten de varsayım olabilir biz kendi başımıza kararlar aldığımızı, yaşamda başımıza gelen şeylerin kendi seçimlerimiz olduğu fikrine epey yatkınızdır. Ancak üzerine düşününce yaşamımızın aslında bir şekilde bizim dışımızda başka şeylerden etkilendiğini, belirlendiğini fark ederiz. Örneğin: Üniversite sınavlarını düşünün çoğunluğumuz belli bölümleri seçeriz ya da seçtiğimizi sanırız. Oysa seçimlerimizi belirleyen aldığımız sınav puanına göre belirlenir ve çok azımız istediğimiz bir bölümde eğitim alma şansına sahip oluruz. Kısacası insan aslında seçimlerini yaparken çok da özgür irade sahibi değil gibi görünüyor.
Sevince dönüşmek için veya sevinçlerimize engel olan, kurtulmamız gereken bir diğer varsayım “erekselcilik”. Hep ileriye dönük verili amaçlarla hareket etmeye çalıştığımız doğrudur. Oysa doğadaki diğer varlıklara baktığımızda tek dertlerinin “var kalma” çabası olduğunu görürüz. İnsan doğadaki diğer sonlu varlıklar gibi olduğunu kabul edebilirse, kendisini hiyerarşik anlamda doğadaki herhangi bir varlıktan üstün görmeyip amacını ona göre belirlerse, kendisini aşan amaçların peşine düşmezse sevince yaklaşabilir. Kitabın da önerdiği gibi; önceden verilen bu erek varsayımından kurtulmak sevinçlerimizin artmasına sebep olabilir. Bunun yolu Doğa ya da Tanrı adına ne dersek diyelim ondan öte büyük bir ereğe saplanıp kalmamaktan geçiyor belki de. Onu en az kusurla kavrayarak, en az yanılışla bilerek yaşamdaki varlığımızı sevinçli bir hâle getirebiliriz ki kitabın da önerisi anladığım kadarıyla bu yönde. Çünkü Balanuye’nin ifadesiyle; “Doğa/Tanrı’yı kavrayışımız arttıkça hayata tutunuşumuz ve sevincimiz de artar.
Balanuye’nin kitabı bize Spinoza felsefesi üzerinden sevinçli bir yol çizmiş. Hayat insan için bir zorunlu karşılaşmalar alanı, insan bu karşılaşmalardan doğan etkilenmelerle zihninde oluşan fikirleri sevinçli bir duruma dönüştürebilir. İnsan doğadaki tüm diğer varlıklar gibi “var kalma” çabası içerisindedir. Bunu daha anlamlı hâle getirmek için ister toplumsal ister bireysel “var kalma” çabasını çeşitlendirebiliriz yani alternatifler yaratabiliriz. Toplumsal yaşamda her zaman olumlu karşılaşmalar yaşamayacağımızın bilincinde olarak bize keder veren karşılaşmalardan kaçınabilir, neşe üreten sevinç çağıran karşılaşmalardan nasibimizi alabiliriz. Kitap hakkında söyleyecek daha çok şey var ancak kısaca ifadesi Spinoza’nın bilgeliğinden payını almak isteyen okur için iyi bir metin. Ayrıca eklemek gerekir ki “Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor? ‘Reddedilemeyecek Bir Felsefi Teklif’” kitabı, Spinoza okumalarına başlamak için iyi bir giriş kitabı da olabilir.
Emek Erez – edebiyathaber.net (30 Ocak 2017)