Spoiler, “bir şeyin değerini veya miktarını azaltan ya da tamamen yok eden” anlamında İngilizce bir sözcük. Yakın dönemde Türkçeye yerleşti. Genel kullanımı “spolier vermek” şeklinde. Bir romandan, filmden, diziden ya da tiyatro eserinden konuşuyorsanız hemen birileri atılıyor; “Sakın spolier verme!”
“Spoiler vermek”, bir eserin konusu veya detayları hakkında bilgi vermek anlamına geliyor. Bir eser okunmadan, dinlenmeden veya izlenmeden önce konusunun öğrenilmesi halinde okurun ya da izleyicinin eser ile ilgili düşüncelerini veya alacağı hazzı etkileyebileceğinden korkuluyor.
Kitap tanıtma yazılarımda ele aldığım romanın konusundan bahsedince bana kızan birçok okur olduğunu biliyorum. Kendilerine yeni eserler hakkında bilgi verilmesini, iyi eserlerin önerilmesini istiyorlar ama bu iş yapılırken konusundan söz edilmesini istemiyorlar. Bu paradoks nasıl aşılır bilemedim.
Çünkü öncelikle okuyacakları eserin konusu ile ilgililer. İçerik biçimden önce geliyor, hatta biçime hiç sıra gelmiyor. Bir sanat eserinin konusunu biliyorlarsa onun nasıl anlatıldığını merak etmiyorlar. O sanat eseri ilgi alanlarından çıkıyor. Oysa edebiyatta işlenmemiş konu yok ve bu konuların sayısı da pek fazla değil. Önemli olan bir yazarın hangi konuyu anlattığı değil konuya nasıl yaklaştığı, nasıl ele aldığıdır.
Tarih boyunca romanlarda, öykülerde, tiyatro eserlerinde ve filmlerde karşımıza çıkan temalar sınırlı sayıda. Ben kırk bir tane diye anımsıyordum, öyle bir bilgi kalmış aklımda. Bazıları yüze kadar çıkarıyor. Ama iş benzer temaları biraraya getirip listelemeye geldiğinde sayı azalıyor. İnternette küçük bir araştırma yaptığınızda sanat eserlerinin temalarının ortalama yirmi tane olduğunu göreceksiniz.
Temalar bu kadar sınırlı ve böyle ortaksa nasıl anlatıldığının önemsenmesi gerekir. Okur önemsemiyor, okur önemsemediğinde de yazar da “okurun talebi böyle” diye düşünüp ona göre eserler kaleme alıyor.
Çünkü artık yazarlar estetik ya da edebi haz almak için yazmıyor. Edebiyata yenilikler getirmek de önemsenmiyor. Çok okunmak yani çok satmak esas. Çoktandır yeni akımlara rastlamıyoruz. Sanki postmodernizimle birlikte her şey bitmiş gibi. Arayış yok.
Bir sohbetimizde Yavuz Ekinci günümüz okurunun talep ettiği anlatı yapısının Aristoteles’in Poetika’sından (M.Ö. 335) kaynaklandığını anımsatmıştı. Yani iki bin yıl öncesine, tamamen eskiye dönülmüş. Poetika’da Aristoteles bir anlatının olay örgüsünü üç aşamalı olarak tanımlıyor; giriş, gelişme ve sonuç. Eserlerin belirli çatışmaları üç bölümde çözen doğrusal anlatılar olması gerektiğini yazmış. Anlatının başından itibaren mantıksal bir gelişimi olmalıdır. Anlatı kahramanlarının çatışmalarını ve trajedilerini anlatarak gelişmeli ve başka olaylara işaret etmeden düzgün bir çözümle sonuçlanmalıdır.
Günümüz okurunun da beklentisi bu. Üslup, biçimsel arayışlar, dilde yenilikler bir yana öyküde, romanda farklı anlatım yapıları bile istemiyorlar. Bu eğilimin sonucunda da sürekli birbirine benzeyen “eserler” okuyoruz. O zaman da okurlar “spolier verme!” diye uyarmakta haklı oluyor.
Edebiyat eserlerinin yirmi ortak teması:
- Yaşam döngüsü: Yaşamın geçiciliği ve süreksizliği.
- Gelişim – büyüme: Bildungsroman olarak da biliniyor. Büyümenin yoğun deneyimlerini ve bu deneyimlerin kahramanın geleceğini nasıl şekillendirdiğini konu alıyor.
- İnanç ve Şüphe: İster Tanrı’ya ister diğer insanlara ya da kahramanın kendisine olan inanç olsun, inanmak kolay değildir.
- Aile: Pek çok aile kan bağıyla birbirine bağlıdır, ancak bazı engellerin aşılması için ailelerin birbirleriyle bağlarını güçlendirmeleri gerekir.
- Kader ve Özgür İrade: Eylemlerimizin ne kadarına kader karar veriyor ve ne kadarını gerçekten özgür irade kontrol ediyor?
- İyi kötü mücadelesi: Her hikâyenin iyiye karşı kötüyle ilgili olduğu iddia edilebilir. Yine de iyi ve kötü birbirleriyle sonsuz bir çatışma halindedir.
- Kibir: Aşırı özgüven ve bunun sonucunda ortaya çıkan korkunç kararları ifade eder. Pek çok edebiyat eseri kibri insanın Tanrı’ya/tanrılara meydan okuması olarak ya da insanın bizzat Tanrı’yı oynaması olarak ele alır.
- Kimlik: Kahraman, hayatının bir noktasında şu soruyu sorar: Ben kimim? Ayrıca “Kimlik”, bir kişiyi diğerinden farklı kılan nitelikleri ifade eder. Seninle benim aramda ne kadar fark var?
- Adalet: Bir toplumu adil kılan şey nedir? Yanlış şeyi yapan insanlar için uygun sonuçlar nelerdir? Adaleti dağıtmak için en iyi donanıma kim sahip? Birbirimizin eylemlerinden kolektif olarak sorumlu muyuz?
- Yalnızlık: Yalnızlık insanların düşünme, hareket etme ve dünyaya bakış şeklini etkiler. Yalnızlık teması, belirli karakterlerin yalnızlıklarıyla nasıl mücadele ettiğini ve insanın diğerlerinden bu kopukluktan kurtulup kurtulamayacağını anlatıyor.
- İnsan Doğaya Karşı: İnsanın doğal eğilimi toprağa hükmetmektir ama doğanın kendi hayatta kalma araçları vardır.
- İnsan ve Benlik: Bazen kahraman kendi kendisinin düşmanıdır. Belirli zorlukların üstesinden gelmek için kahramanın öncelikle kendi iç çatışmalarının üstesinden gelmesi gerekir.
- İnsan Topluma Karşı: Hikâyenin muhalifi genel olarak toplum olduğunda, kahramanın dünyayı onun hasta olduğuna ikna etmesi gerekir; aksi takdirde bunu yaparken ölmesi gerekir. Bazı kahramanlar da toplumdan tamamen kaçmaya çalışıyor.
- Güç ve Yolsuzluk: Güç yozlaştırır, mutlak güç ise mutlaka yozlaştırır. Bu tema genellikle “İnsan Topluma Karşı” ile yakından ilişkilidir. Ek olarak, “Güç” bir kişinin siyasi liderliğini, kişisel zenginliğini, fiziksel gücünü vb. ifade edebilir.
- Aşkın Peşinde: Aşk dünyayı döndürür ama onu bulmak her zaman kolay değildir. İster romantik ister ailevi ister platonik aşk olsun, aşkın peşinde koşmak ve onun peşinde koşmaktan kaynaklanan çatışma hakkında söylenecek çok şey var.
- İntikam: Birisi size ya da sevdiğiniz insanlara yanlış yaptığında intikam almak cazip gelebilir. Peki intikam buna değer mi? İntikam adaleti doğurabilir mi? Peki ne kadar uzak?
- Kurbanlık Aşk: Birini gerçekten sevdiğinizde, onun için her şeyi feda etmeye hazır olursunuz. Fedakârlık, sevgiyle ilgili tüm temaların bir bileşenidir, ancak bu özellikle anne sevgisiyle ilgili hikayeler için geçerlidir.
- Hayatta kalma: Hayatta kalma söz konusu olduğunda insanlar kendi güçlerinin sınırlarını keşfederler. Edebi hayatta kalma teması, vahşi doğada kaybolmayla ilgili hikayeler için geçerlidir, ancak aynı zamanda fikirlerin, grupların ve genel olarak insanlığın hayatta kalmasıyla ilgili hikayeler için de geçerlidir.
- Çevre: İster teknoloji ister iklim değişikliği ister giderek daha çevrimiçi hale gelen dünyamız yüzünden olsun, insanın çevreyle ilişkisi sürekli gelişiyor. Edebiyatta çevre ile ilgili temalar sıklıkla “insan doğaya karşı” ile örtüşmektedir.
- Savaş: İnsanoğlu uygarlığın doğuşundan bu yana kendisiyle savaş halindedir. Savaşın nedenleri ve toplum üzerindeki etkileri, yazarların, özellikle de bizzat savaşta yer alan yazarların sıklıkla üzerinde durduğu konulardır.
(What is Theme? A Look at 20 Common Themes in Literature | Writers.com).