Türkçeye Safiye ve Vahdi Hatay tarafından çevrilen ve edebiyatçılar tarafından yeterince dikkate alınmadığını düşündüğüm kadın yazar Mme de Stael’in (Anne Louise Germaine de Staël, 1766-1817) Edebiyata Dair adındaki kitabında edebiyat düşünceleri çok geniş tarihi bir çerçeve içerisinde ama klasik edebiyat tarihi çerçevesini kırarak anlatılmaya çalışılmıştır. Edebiyat nedir, ne değildirden daha çok milletlerin tarihi dönemleri içinde yazılmış edebiyat eserleri ve bunların yazarlarından örnekler, karşılaştırmalar verilerek konu açıklanmakla kalmamış, çözümlemeler de yapılmıştır. Bu yazı içerisinde yaklaşık iki asır önceden zamanımıza da ışık tuttuğunu düşündüğüm Stael sadece “yazar”/ “yazmak” konusunda neler düşünmüş bunlara bakacağız.
Edebiyata Dair deyince, yazar konusu da kısaca, kitabın değişik sayfalarında işlenmiştir. Kitapta adı geçen bazı ülkelerin edebiyatlarına/yazarlarına örnek değinmelerden sonra yazar kişiliği, üslubu, sadeliği, yazma sanatı ve benzerleri üzerinde de durulmuştur. Stael’in yaşadığı yıllar, eserini yazdığı dönemler dikkate alındığında zamanımızda da hala tartışılmakta, kafa yorulmakta olan yazar ve yazar kişiliği gibi konulara değinilmesi de önemlidir.
Stael Yunan trajedilerinden bahsederken tarihin, adetlerin, hatta halk hikayelerinin yazarların hayallerine yardım ettiğini yazar. Bu görüş bir tür geçmişten ve gelenekten yararlanıldığının veya yararlanılması gerektiğinin mesajıdır da.
Yunanlılarda felsefe ve belagata, yani sözün açık ve seçik ifadesine dair düşüncelerini yazarken şu ilginç bilgiler verilir: “İlk çağın filozofları bazı yanlış düşünceleri çürütmüşler, fakat birçoğunu da kabul etmişlerdir. En saçma inanışlar herkes tarafından benimsenmiş olunca aklın ışığına başvuran yazarlar etraflarını saran yanlış düşüncelerden hiçbir zaman tamamıyla sıyrılamazlar. Bazen yanlış bir düşüncenin yerine çürütmeye çalıştıkları bir diğerini koyarlar, bazen de yerleşmiş akidelere saldırırken kendilerine has olan bir hurafeyi muhafaza ederler. Mesela kazara söylenmiş sözler Pythagoras’a korkunç görünürdü. Sokrates ile Eflatun cinlere inanırlardı. Cicero rüyalara bakarak verilen haberlerden ürkerdi”(s.72). Stael burada yazarlar konusunda önemli ve dikkat edilmesi gereken bir mesaj da vermiştir ki o da her yazarın düşüncelerine şüphe ile yaklaşılması gerektiğidir.
Latin yazarları ile Yunan yazarlarının bir karşılaştırmasını yapan Stael; Atina’da Ksenophon hariç hiçbir devlet adamının edebi yetenekte meşhur olmadığını Cicero ve Caesar gibilerin ise yazılarıyla politika hayatına bir şeyler katmadığını yazar. Felsefe ile başlayan biricik edebiyatın Latin edebiyatı ve Latin yazarlarının insani şeylerin gerçekliğini kural saydıkları işaret edilir. Ancak Yunan yazarlarının kendilerini daha çok hayal güçlerine bıraktıkları ifade edilir. Homeros’un Yunan edebiyatının, Cicero’nun da Latin edebiyatının ilk büyük şahsiyetleri olduğu özellikle vurgulanır.
Stael, Avrupa’nın özellikle Fransa ve İtalyan yazarlarını taklit etmesi yüzünden doğal dehanın bütün avantajlarını kaybetme noktasına geldiğini yazar. Ona göre yazmada, yazarlıkta doğal olmak önemlidir. Gerek eserlerde ortaya konan karakterlerin gerekse yazarların kusurları arasında yapmacık/yapay olma hali her türlü iyi şeyin kaynağını en ümitsiz bir şekilde kurutan bir yazma kusurdur. Bu konu, yani yazarın doğal olma hali Stael ’den bugüne geçerliliğini sürdürmekte ve birçok yazar da bu görüşe katılmaktadır.
İngilizler ihtiraslıdır, yazarlar yazılarının her türünde birçok buluşları cesaretle ileri sürerler. Gerçek bir duyguda veya nasıl bir duygu olursa olsun bunların okuyucuyu yazarın duygu dünyasına götürme gücü vardır. Sakin ruhlu bir yazar, zekâsı ne olursa olsun birçok bakımdan okuyucularının zevkine uymaya mecburdur. Stael, İngiliz yazarları ile ilgili bu düşüncelerini açıklarken aynı zamanda bir itirafta da bulunur. Sevilen bütün Fransız romanlarının gerisinde bu eserlerin daha çok İngilizleri taklit etmelerine borçlu olduklarının yattığını söyler.
Kitabın yazarı Stael’in yaşadığı dönem düşünülürse o dönem için Alman edebiyatı ile ilgili tespitleri dikkat çekicidir. O, her yazarın bir üslubu olduğu gibi, kendini yazar sanan binlerce insan olduğunu yazar. Sonra da yılda aşağı yukarı üç bin cilt kitap yayımlanan bir memlekette, edebiyat olur mu diye de sorar. Ama gerçek yeteneklilerin bu sayısız kitap bolluğu içinde kendilerini ortaya koymalarının zor olduğu da vurgulanır. Bu durum karşısında edebiyatla uğraşma itibarı giderek düşeceğini yazar. Almanlar karakterleri gereği düşünmeyi, derin düşünceye dalmayı sevdikleri için en heyecanlı sahnelere en soyut fikirleri ve bu fikirlerin açıklamalarını koydukları gibi bir tespit de yapar.
Stael’e göre XIV. Louis zamanında yazarların asıl amacı yazma sanatını mükemmel bir hale getirmekti. Bu dönemin eserlerini üslup temizliği bakımından Fransız edebiyatının örnekleri olarak düşünmek gerekir. İyi yazmak için düşünce kadar, alışkanlık da lazımdır. Fikirler yalnızlıkta doğuyorsa da bu fikirlere özgü şekiller, onları hissedilir hale sokmak için faydalanılan imajlar, her zaman eğitimin ve içinde yaşanan toplumun geçmişine dayanır.
Stael kitabında “yazar” konusuna ilk olarak kitabının ikinci baskısına yazmış olduğu önsözünde yer verir: Yazma sanatının bir silah sözün de bir eylem olabileceğini işaret eder ve der ki “kalemi ve fikirleri kuvvetli hiçbir yazar yoktur ki üslubundaki tabirler, onları ilk defa okuyanları, hiç olmazsa fikir yüksekliği veya ruh ateşiyle o zamana kadar sürüklenmemiş olanları, hayrette bırakmamış olsun. ” Yazar aynı önsözünün devamında düştüğü bir dip notta “Eserime karşı yapılan değişik itirazları reddettikten sonra, biliyorum ki ebediyen tekrarlanabilecek bir hücum tarzı vardır; o da gayesi beni kadın olduğum için, yazmak ve düşünmekle kötülemek olan imalardır.” Yazar bu cümlelerinin ardından Moliѐre’in Kadınlar Mektebi eserinden şu cümleleri alıntılar: “Allah göstermesin, ben öyle yüksek fikirlisine dünyada yanaşmam; eli kalem tutan kadın lüzumundan fazlasını bilir. Benim alacağım kadının malumatı kıt olmalı, hatta kafiye nedir bilmemeli: Allah’a dua etmeyi, beni sevmeyi, dikip dokumayı bilsin yeter; ben bunu bilir bunu söylerim.”
Yukarıda verilen düşüncelerinden çıkarılacağı gibi Stael, bir kadın yazar olarak eserinden çok kadın olduğu, yazdığı ve düşündüğü için eleştirilmesini Moliere’e atıfta bulunarak edebi bir dille, kinayeli olarak kendi eleştirisini yapar. Buradan da anlaşılıyor ki yazarın yaşadığı dönemlerde kadına, özellikle de okuyan, yazan ve düşünen kadına bakışın çarpıklığı vardır. Yine de bu duruma aldırmamaya çalışan Stael yazara cinsiyetçi bir şekilde yaklaşmaz. Önemli olan yazarlıktır. Çünkü (kadın veya erkek olsun) seçkin yazarlar sadece yeteneklerinin tesirine kendilerini bırakmakla, bağlılıkta en kahramanca durumları fedakarlıktaki en dokunaklı hareketleri keşfedebilenlerdir. Ona göre; yazma yeteneğinin en çok toplum/okuyucu tarafından gösterilen ilgi/itibar üzerinde etkili olur. Bir yazarın, iyi bir yazar olması için okuyucularını hayrete bırakacak güzellikleri önceden ne kadar hissettirmesini, bu güzelliklere karşı belirsiz bir ihtiyaç uyandırmasını bilirse o kadar başarılı olacağı da vurgulanır. Çünkü yazma sanatı çok ince ayrımlardan oluşur. Fikirler, ifadeler her insanda farklı etki yapar. Stael’e göre iyi yazmak için sıkça vurguladığı hayal gücü yetmiyor hayal gücüne tesir edenleri/ her ne ise bilmek, bunları incelemek de gerekiyor. (Bu konuda Türkçeye çevrilen Northrop Frye’in Hayal Gücünü Eğitmek adındaki kitabı açıklayıcı bazı bilgiler vermektedir. İ. Kurt).
Yazarlar farklı ifadeler arasında bir seçim yapma durumunda olduğunda her zaman en ince fikre karşılık olan anlatımı seçmeye karar verir. Psikolojisi nasıl ki hayatta karşılaştığı olaylar arasından birini seçerse, düşüncesi de bu yönde olur. Zamanımızda bile bazı yazarların sıkça yakındığı yalnızlığa Stael tam tersine ve olumlu bir yaklaşım getirir. Ona göre ancak “Tek başına kalmış olan bir yazar yalnız yeteneğinin adamı olabilir.”
Duygunun tasviri yazarın hissettiklerine bağlıdır. Ancak yazarın içinde yaşadıkları toplumun adetlerinden, gelenek göreneklerinden daha çok etkilenirler. Dolayısıyla yazarlar içten gelen duyguları bu adetlere göre düzenlerler.
Stael yazar ve yazma sanatı ile ilgili bazı düşüncelerini şöyle sıralar:
a. Duygu ya da düşüncenin yerinde ve zamanında anlamı en akıcı ve açık bir dille ifade edilmesi gerekir.
b. Yazarın, yazılarını canlı bir hale getiren çıkarı değil karakteri olmalıdır.
c. Yazı yazarken, kendi duyduklarını kenara bırakmak, okuyucunun duyduklarını da kenara bırakmak olur ki bu durum dikkatlerden kaçırılmamalıdır.
d. Yazarın insan olarak karakterini tanıtan fikir ve ruh yüksekliği özellikle üslupta görülür. Üslûp yazarın takındığı tavır, şive ve hareketini adeta okuyucunun gözleri önünde canlandırır. Çünkü edebiyat eserlerinin üslubu bir insanın karakteri gibidir. Bu karakter onun ne düşüncelerine ne de duygularına yabancı olamaz onun bütün varlığını değiştirir. “Başkalarının kaderi üzerinde tesir yapmadan veya yapmayı istemeden yazan bir adam üslûbuna da fikirlerine de iradenin karakterini ve kudretini katamaz”(s.400-401). Yani üslup bu derece önemlidir.
e. Yazara göre dilin sadeliği, özellikle siyasi eşitliğin yerleştiği memleketlerde yöneticilerinin saygınlığını çok artırır.
f. Yazma sanatı özgür bir devletin güç kaynaklarından biri olabilir.
Yazma ve yazarlık söz konusu olduğunda özgür olmayı/ özgürlüğü daima öne çıkaran Stael buna bir açıklama da getirir. Ona göre özgür bir millette yazarlara imajlar, duygular ve fikirlerin sunulduğu bir üslup daha uygundur. Yazarlar doyum ve coşkunluğu en üst dereceye ancak bu üçünü dikkate aldıkları zaman çıkarabilirler. Yazma sanatının olgunluğu demek olan imajlar, duygu ve fikirlerden en az ikisini içermeyen bir üslûp beğeniye uygun olmaz. Ancak değişik yazarların nitelikleri duygu, hayal gücü, usa vurma üzerindeki bu tesir araçlarının az çok tam bir birleşmesine göre değerlendirilebilir.
Bir yazarın sadece ruhu heyecana getirmesinin yetmeyeceğini aynı zamanda onu aydınlatması gerektiğini ifade eden Stael “Bir yazar, ancak heyecanı birkaç büyük ahlâkî hakikate faydalı kıldığı zaman gerçek şöhrete hak kazanır” der. Yoksa sadece zekice görüşler, ince düşünceler, asıl gücünü ruhtan almayan fikirler yazarı birinci sınıf bir yazar içine sokmaz. Örneğin fikirler gereğinden fazla açılırsa, ayıracak yerde bir araya toplayan imajlardan, duygulardan uzaklaşır. Ama içinde felsefe olmadan yazılan bir eser, yazarına düşünürler arasında değil, artistler arasında yer sağlayacağı da unutulmamalıdır. Hayal gücünü kurutan soyut ifadeler, güzel bir üslubun toplu olarak sunacağı bütünlüğe de uygun değildir. İmajlar ve hayal gücü fikirlere ışık tutmalıdır. Ayrıca yazarda hiçbir ahlaki fikir, genel düşünce uyandırmayan duygular da doğal olmayan duygulardır.
Stael yazarın anlatımda sadelikten anladığı sadece kelimelerin sayısını azaltmaktan ibaret olmadığını bilmesi gerektiğini söyler. Ayrıca sadelikten imaj yoksunluğu da anlaşılmamalı. Ona göre sadelikten, yapaylıktan uzak, düzgün anlatma gücü anlaşılmalıdır.
edebiyathaber.net (14 Nisan 2023)