Gençliğimde ilk okuduğum ve etkilendiğim romancıların başında gelen bir yazardır Maksim Gorki. Hatta 20. yüzyıl radikal sosyalist örgütlerde yer alanların çoğu Gorki romanlarıyla büyüdü dersek abartmış olmayız. Soğuk savaş yıllarında özellikle başyapıtı “Ana” romanından etkilenmeyen genç devrimci yok gibidir. Gorki’nin “Ana” romanı sadece Rusya’da Bolşeviklerin değil, bir zamanlar tüm dünyada sol gelenekten olan örgütlerin de el kitabı gibiydi. Şöyle de diyebiliriz, başta 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Rusya’da ki Bolşevikler olmak üzere tüm dünyada Leninist örgüt geleneğinden olanlar Maksim Gorki’nin “Ana”sının çocuklarıdırlar. Roman kahramanı Pavel ise örnek alınması gereken devrimci militan bir tiptir. Gorki’nin “Ana”sına bugünden baktığımızda eleştirilecek birçok şey söylenebilir. Ama ben burada Pavel’in bir sözünü hatırlatıp birkaç şey söylemek istiyorum. Gorki 1900’lerin başlarında Rusya’da henüz devrim olmadan ideal roman kahramanı Pavel’e “Devrim anaların kalbinden geçer.” sözünü söyletir. Yani kafasındaki ideal devrim anaların desteğini almış, kalbini kazanmış bir devrimdir. Bu sözlere kim itiraz edebilir ki. Ama sorun da tam burada başlıyor. Gorki’nin idealindeki devrim 1917 de yapılır yapılmaz, ilk önce Rusya’da anaların kalbini kırdı. Özellikle Stalin dönemi aynı zamanda anaların da katledildiği, Gulag adalarında çürütüldüğü bir devrim oldu. Peki, sonrakiler farklı mı oldu? Hayır, birçoğu Bolşevik devrimini taklit etti ve otoriter rejimler oldular.
Türkiye’de 1970 model radikal sol örgütler, Maksim Gorki’nin “Ana”sının üvey çocukları gibiydiler, üvey oldukları için daha kaprisli ve pervasız olduklarını söyleyebiliriz. Örgüt içi infazlar düşünüldüğünde bazı radikal sol örgütlerin bu konuda sicilinin iyi olmadığı hemen anlaşılır. Bugün bile devrim yapmak isteyenler, her gün bir yerde anaları ağlatıyorlar. Anaları ağlatmayın! Anaların ahını almış hiçbir devrim iflah olmaz!
Birçok sol örgütün propaganda çalışmaları için Gorki romanlarını eğitim programlarına aldığını hapishanelerde tanığı olduğum için biliyorum. Leninist örgüt modeline göre kurulmuş bütün sol örgütler, Maksim Gorki’nin “Ana” romanını model almaya çalıştı. Öyle ki bu romanda anlatılan bir çok şeyi mücadele yaşamlarında örnek aldılar. Mesela sol örgütlerdeki aşk yasağı kökenini bu romandan alır. Çünkü romanın kahramanı Pavel “… Aşk mı? Bu gibi şeyler ancak devrimden sonra düşünülebilir.” demiştir. Devrimci mücadelenin bunca sorunu varken, aşk- gönül işleriyle zaman kaybetmenin doğru olmayacağını düşünür. Pavel’in aşka yaklaşımı radikal sol örgütlerde “Pavelleşmek” olarak tarif edildi. Bir devrimci aşk ve gönül ilişkilerinde yeri geldiğinde Pavelleşmeli ve önceliği devrim olmalıdır. Aşkı devrimden sonraya erteleyenlerin çoğu aşklarına ihanet ederek Pavelleşti.
Dağdaki gerillaların evlilik ve aşk konulu sorulara verdiği cevaplara bakalım benzer şeyler söylerler. “Önceliğimiz devrim yapmaktır.” derler. Birçok solcu devrimcinin gündelik yaşamda çocuklarını ihmal etmeleri de bu akıl alışkanlığıyla ilgilidir. Mevzubahis olan şey devrim ve devrimcilikse, diğer şeyler teferruattır. Bu örgütlerde devrime yapılan yatırım, insanı geri plana itti, devrim öncesi itilen ertelenen insan devrim sonrası yozlaştığı için devrimin canını okudular.
Maksim Gorki’nin Üç Maymunu
Yıllar sonra 20. yüzyıl Toplumcu Rus Edebiyatı’nı araştırırken bir şey dikkatimi çekti. Lenin sonrası Sovyet yazar ve şairlerinden bazıları muhalif oldukları gerekçesiyle öldürüldü, intihara zorlandı ya da sürgün edildiler ülkelerinden. Peki, bunlar olurken, acıların çocuğu halkçı Maksim Gorki ne yapıyordu? Merak ettim izini sürdüm, bakın neler olmuş. Stalin muhalif aydınları temizlerken Gorki’ye Moskova’da lüx bir ev verir; evin çalışma odasındaki masa üzerinde fildişinden küçük bir japon heykeli vardır. Heykeldeki üç maymundan biri gözlerini, biri kulaklarını, diğeri de ağzını kapatmıştır. Bu heykeli Stalin’in hediye ettiği söylenir. Gorki daha iyi koşullarda yaşamak için Stalin rejimiyle uzlaştığını yazan edebiyat araştırmacıları var. “Büyülü Koro” kitabının yazarı Solomon Volkov (Kaynak: Büyülü Koro – shf. 115. Solomon Volkov, Yapı Kredi Yay. Çev. Sabri Gürses, 2010, İstanbul) bu yazarlardan biridir.
Maksim Gorki Devrime ve Sovyet rejimine inanan biriydi. Tam da sorunun bu olduğunu söylemek gerekiyor. Körü körüne bir bağlığın Rusya toplumuna çok ağır bedelleri oldu. Kendi döneminde Stalin rejimine karşı bütün muhalif yazar ve sanatçılar tasfiye edilirken, Maksim Gorki gibi bir yazarın bu olup bitenleri görmemesi düşünülemez. Belli ki Stalin rejimine angaje olmanın dayanılmaz sessizliğini yaşamış. Eski bir Gorki okuru olarak onun da adının şuna benzer bir listede olmasını beklerdim, Petersburg gazetesi Novosti 1905 tarihli haberinde,
“Biz Puşkin’i bir intihar düellosuna sürükledik. Biz Lermantov’u kurşunlar altına gönderdik. Biz Dostoyevski’yi kürek mahkumu yaptık. Biz Çernevski’yi canlı canlı kutuplardaki bir mezara gömdük. Biz en büyük akıllardan Herzen’i kovduk. Biz Turgenyev’i sürgüne gönderdik. Biz Tolstoy’u aforoz ettik ve karaladık. Biz Rimski – Korsakov’u konseratuvardan kovduk.” (Kaynak: Büyülü Koro – s. 36. Solomon Volkov, Yapı Kredi Yay. Çev. Sabri Gürses, 2010, İstanbul) diye yazmıştı. İnsan bugünden bakınca Gorki, adının bu türden bir listede olmaması için acaba neleri yapmamıştı, ya da nelere susmuştu? diye sormadan edemiyor.
Yakın zamanda Soljenitsin kitaplarından bir şey daha öğrendim. Gorki’nin ölümünden sonra Gulag takım adalarında hapishanenin birine Maksim Gorki adını vermişler. Hani bazen diyoruz ya… “Yok artık bu kadar da olmaz!” Geçmişte her şey olmuş aslında yeter ki bakmasını bilelim! Şimdi geçmişte yaşanan bu dramı görenler, aynayı bugünlere tutmakta haklılardır. Bir yazar yaşadığı dönemde önce yazdıklarından sonra da yazmadıklarından mı sorumluydu?
Kitaplarında her gün yaşanan cehennemi yazmayanlar, gelecekte yaşanacak cenneti yazıp duruyorlar. Oysa çoğumuz, cehennemin iyi yanan yerinin kötülük zamanlarında susanlara ayrılmış olduğunu biliyorduk.
Bugün nasıl ki, 100 yıl öncesine bakıp, Maksim Gorki’ yi yazmadıklarından ve Stalin rejimine gerekli tavrı koyamadığından sorumlu tutabiliyorsak, gelecek kuşakların da benzer eleştirileri bizlere yapabileceğini ve bizleri sorumlu tutabileceklerini unutmamalıyız.
edebiyathaber.net (18 Aralık 2023)