Mülkiyet kavramı insanlığın varoluşundan bugüne kadar belli belirsiz pek çok sorun doğurmuştur. Bu sorunların en başında hiç şüphesiz ki toprak kavgaları, su davaları ve bunlara bağlı olarak kıskançlıklar, öç almalar, çekişmeler, zorbalıklar boy göstermektedir.
Necati Cumalı’nın eserinden uyarlanan 1963 yapımı Susuz Yaz filminde, mülkiyet kavramının Anadolu insanı üzerindeki etkisi ve Anadolu insanının da bu mülkiyet kavramı neticesinde kendisinde oluşturduğu iktidar, güç, mülkiyet aidiyeti ve kimlik çatışmasını görmemiz mümkündür.
Osman ve Hasan adındaki iki köylü kardeşin topraklarında bulunan su kaynağını diğer köylülerle paylaşmamaları neticesinde birbirleriyle ve köylülerle ortaya çıkan sorunlarla cebelleşmeleri ve zamanla kendi aralarında ihtilafa düşmeleri üzerine feodalite sistemine bir eleştiri yapılır. Film adeta o dönemin suçluluk nedenlerini bizlere aksettirecek bir hikayeden bahsediyor. 1960’larda cezaevindeki insanların %82’si temelinde tarla ve su kavgaları yatan suçlardan hüküm giymiş, her yıl milyonlarca insan aynı nedenle mahkemeye düşmüştür.
Toplumun içinde bulunduğu durumu, Anadolu ilkelliğini ve yeni değer ölçülerinde, paylaşmayı ve birliği dışlayarak bireyselliğin hayatımıza girdiğini de gözler önüne sermesi sebebiyle eski düzenin temelinde bulunan toprağın ortaklığı ve bireysellik gibi toplumsal-psikolojik ögeleri konu edinen filmin 1963 iktidarı tarafından sansürlenerek yayınlanmamasına sebebiyet verilmiştir; bunun sonucunda film yurt dışına kaçırılarak Berlin Film Festivali’ne götürülür. Festival jürisi tarafından -burası dikkate şayandır ki- “Habil ve Kabil” olayını çok çarpıcı ve modern bir tarzda anlattığı için Altın Ayı Ödülü’ne layık görülmüştür.
Filmin yönetmeni Metin Erksan 60’lı yıllarda daha 30 yaşlarındayken Anadolu’daki mülkiyet meselesine kafa yormuş ve temel sorularına cevap aramıştır: Mülkiyet nedir? Nereden çıkmıştır?
Erksan’ın su mülkiyetine odaklanmasının mühim sebeplerinden biri, o yıllarda var olan su ile ilgili kanundur. Bu kanuna göre Türkiye’de göller, karasuları ve akarsular kamunun; yalnız kaynaklar kimin tapulu arazisinden çıkıyorsa onun malıdır.
Suyun etrafını çevirenin suya sahip olmamasına dikkat kesilen Erksan, bu meseleyi 1985 yılında “Ve Sinema” dergisindeki röportajda şöyle dile getirmiştir:
“Filme şöyle başlamak isterdim, tutun ki avucunuza toprak aldınız. O toprağı gücünüz yettiği sürece avucunuzda tutabilirsiniz. Ama avucunuza suyu aldığınız zaman aynı şeyi yapamazsınız. Su, parmaklarınızı istediğiniz kadar sıkın, akıp gidecektir. Kaynaktan çıkan bir su. Kaynak devamlı kaynıyor. Nasıl sahip olabilirsiniz buna? Mülk sahibi baraj da yapsa gene tutamaz suyu. Su muhakkak bir yere gidecek. Suyun mülkiyet sınırlarını tanımayan bu ögesi, beni çok ilgilendirdi.”
Susuz Yaz filminin en büyük hizmeti, Türkiye’de su mülkiyetine bakışı değiştirmiş olmasıdır. Erksan, bu konu üzerinde kimsenin durmadığından üzülerek bahseder:
1969 yılında hükûmet bir kanun çıkardı, bu da es geçilmiştir. ‘Türkiye’de kimin tapulu mülkünden kaynak çıkıyorsa o kanunundur.’ dendi. Ancak devlet, arazi sahibine ilk kullanım hakkı tanıdı. Peki benim, Susuz Yaz’ın mülkiyet sisteminin içinde aşamalar gösteren bu büyük kanunun çıkmasına hiç mi etkimiz olmadı? Burası üzerinde hiç durmadılar. O kanun belki çıkacaktı günün birinde, ancak o tarihlerde çıktıysa buna Susuz Yaz ve ben neden oldum. Şimdi başka bir tarafına geliyorum işin. Susuz Yaz’ın sorunu ortadan kalktı bugün. Susuz Yaz bitti. Şimdi Susuz Yaz, köy filmi, bilmem ne…” Unutulmamalıdır ki zalime boyun eğen adam da zalimdir.
edebiyathaber.net (25 Mart 2023)