“Leylekler görünmez oldu, yılanlar da gözükmüyor. Yeraltı suları fazla miktarda çekildiği için obruklar oluşuyor. Aşırı su kullanımından dolayı göller de kurudu. Tabiat ana ihtarını bize fazlasıyla yapıyor.”
Osman Akbaşak’ı Kurtuluş Savaşı’ndan kesitler sunan üç tarihsel romanıyla tanıdık. Ağababa, Şafak Baskını, Güneş’e Doğru. Bu kitapları arkeolojik çalışmalara dayanan iki yapıtı, 8500 ve Güneşe Çağrı adlı iki roman takip etti. Ardından, Kıbrıs’ta yasayan iki toplum arasındaki sorunları, ilişkileri irdeleyen ve barış içinde birlikte yaşam düşüncesini önceleyen bir yapıtı geldi: Barışın Renkleri. Hepsi de bugüne ve geçmişe karşı duyarlı, toplumsal bilinci gelişmiş, yaşadığı topraklara vefa borcu olduğunu düşünen bir kalemden çıkan kitaplardı.
Son yapıtı ise yazarın kırk altı yıllık mesleki birikimlerinden yola çıkarak deprem, kuraklık ve kuruyan göller üzerine yaptığı pek çok araştırmanın ardından yazılmış, belgesel tadı da veren kurgusal bir roman:
Sular Çekilirken…
Suyun kaynağına “Organize Sanayi Bölgesi” kuran, teknolojinin, sanayinin gelişmesini kalkınma sanan yerel ve genel yönetimler doğaya uygulanan acımasız kıyım karşısında sessiz kalırken, Sivil Toplum Örgütleri soruna sahip çıkarken, Osman Akbaşak da bu kıyıma “Dur!” diyen insanlardan biri.
Sular Çekilirken…
Önce kitabın adı acıtıyor içimizi, ardından kapak resmi okuru yüz kızartıcı bir gerçeğin görüntüsüyle karşılaştırıyor: kurumuş bir göl ve kumlara çakılı kalmış, çürümeye terk edilmiş bir kayık! Yazarın dikkat çekmek istediği konunun, insanlığın en büyük sorunlarından, en büyük ayıplarından biri olduğunu anlıyoruz. Çevre duyarlılığı ve sorumluluğu taşıyan bir kişi için ilk okuma nedenini oluşturuyor kapak. Kitabı çevirdiğimizde okuduğumuz metin, çıkarları uğruna yaşama alanlarını hiçe sayan, doğanın kendi hizmetlerinde olduğunu sanan bencil insanların, sözde yöneticilerin suratına vurulan bir şamar gibi. Onlar adına dilenmiş bir özür.
“Sevgili ülkem, bizi bağışla…”
diye biten bu metin de kitabın okunma nedenlerinden ikincisi.
Sular Çekilirken, evi depremde yıkılan, o afette yakınlarını yitiren bir mühendisin pek çok şeyden umudunu keserek İstanbul’u terk ediş hikâyesiyle başlıyor. Böyle durumlarda yaşanan kaçışlardan yalnızca biri… Gelin görün ki sığındığı kasabasında da yolunda gitmeyen durumlar vardır. Geride kalan yıllar içerisinde kendini bütün özverisi ve gayretiyle temizlemeye çalışan doğa, kaldıramayacağı yoğunlukta kirlilikle karşı karşıya kalmıştır. Her yerde yaşanan doğa katliamı o bölgenin de en büyük gerçeği olmuş, insanlığın yaşam kaynağı olan su, bilinçsizliğe kurban edilerek hoyratça tüketilmiştir.
Yıllardır süren kuraklık, iklim değişikliği, bilinçsiz tarımsal sulama ve kendisini besleyen nehirlerin, derelerin fabrikaların lağımı olarak kullanılan Arva Deresi… Bir zamanlar çevresinde eğlenceli piknikler yapılıp koca koca balıklar tutulan, yerel yönetimlerin ihmalleri, görmezden gelmeleri sonucu alanı daralan, kirlenen, kuruma noktasına gelen Akçagöl… Bu gerçeklerin içine adım adım giriyor kahramanımız. Sayfalar arasında onunla birlikte ilerleyen okur da kayıtsız kalamıyor bu vahşete, çevresine bakınıyor, biz ne yaptık diye. Yeraltı suları, kaplıcaları, denizleri, gölleri, sularda yaşayan canlılarıyla bu dünyaya sunulmuş en değerli varlıklarımıza nasıl bu denli acımasız davranabildik diye… Ancak hiçbir şey bitmiş değildir, bu gerçeklerle yüzleşip direnen, umut verici çözümlerle doğayı yeniden canlandırmaya çalışan bir avuç insanın isyanı ve direnci, hâlâ diri tutulan umutlar yabana atılacak şeyler değildir.
Yazar değerli araştırmalar yapmış, bu konuda uzmanların görüşlerini, konuşmalarını, bilimsel bilgiyi didaktizm tuzağına düşmeden metnin bütününe yedirmiş. Yalnızca nehirlere göllere değil, derinliğine düşünmediğimiz, ilaçlarla zehirlediğimiz, tohumlarını körelttiğimiz toprağın kadim bilgisine de ulaştırıyor bizi. Öyle ki düşü bile kurulmamış bir aşkın filizlenmesine tanık olup duygusal sularda yüzmekten hoşlanırken bile, ülke ve bölge gerçeklerini bir an olsun unutamıyor okur. Akçagöl’ün, Aybar Gölü’nün suyu çekilmiş kıyılarında, yanlış ekim, yanlış sulama yapılan tarlalarında, Arva Deresi’nin kirlenmiş sularında bırakıyor aklını.
Yazar her kitabında biraz daha fazlalıklarından arıttığı tertemiz ve duru bir dille kaleme almış romanını. Geriye dönüşlerle, bilinç akışıyla kurmuş roman evrenini.
Kitap bittikten sonra haritaları açıp bakmak istiyor insan; nehirlere, göllere, akarsulara, derelere… Acaba yerlerinde duruyorlar mı, acaba hepsini mahvettik mi diye telaşlanıyor. Okurunu düşünmeye yöneltip doğa bilincini içselleştirerek eyleme geçirtmek isteyen, bunu da başaran bir roman Sular Çekilirken, bu kıyıma “Dur!” diyen bir kitap.
Sular Çekilirken, kendi hayatlarımızın derdine düşüp insanlığımızı unutmamak için el altında bulundurulması gereken bir yapıt.
Sular Çekilirken. Roman. Duvar Yayınları, basım yılı: 2021, 224 sayfa
edebiyathaber.net (26 Ocak 2022)