Bir zamanlar halk anlatılarının; mitlerin, destanların, hikâyelerin, masalların gizemli dünyasında bilge anlatıcının sesi yankılanırdı. Yazılı edebiyatla birlikte, bu büyülü anlatıcı yavaşça yazara dönüşmeye başladı ve her şeyi bilen bir yönlendirici olarak okuyucunun hayal dünyasına kılavuzluk etti.
Eskiden yüz yüze canlı söyleşmelerle dinleyiciye anlatılan, modern türlerin yaygınlaşmasıyla sona ermiş gibi görünse de Walter Ong’un (1995:175) belirttiği gibi roman ilk dönemlerinde yüksek sesle okunmak üzere kaleme alındı. Realist romanın anlatıcısı ise kendisini gizlemeye çalışarak, gölgede kalmayı tercih etti. Konuşan çoğu zaman anlatıyı icra eden kahramandı ve gerçek yazarın kimliği perde arkasındaydı. Gel zaman git zaman, anlatıcı kavramı genişledi. Üstkurmaca romanda ise yazar, okurla monolog halinde de iletişim kurdu. Her türlü canlı ya da cansız nesne, anlatıcının sesi oldu. Gerard Genette’e (2007: 200-28) göre anlatım, anlatıcı tarafından üretilir ve bir dinleyiciye aktarılırken anlamını bulur. Anlatıcı ile yazar tam anlamıyla örtüşmediği gibi dinleyici ve okuyucu da her zaman aynı kimlikte birleşmez. Ayrıca konuşan ve gören anlatıcılar arasında da farklılıklar vardır.
Faruk Duman‘ın “Sus Barbatus! 1” adlı romanı ise anlatıcıların çeşitliliği ile mitolojiden eposa, oradan da romansa uzanan bir anlatıcı şöleni. Bu anlatıcı kurgusu Genette’in ayrımlarını birbirine yaklaştırarak sözlü kültürün gizemli anlatıcısıyla yazılı kültürün anlatıcısını buluşturuyor. Özellikle romanın ara anlatıları sözlü kültürün tipik anlatıcı örnekleriyle dolu. Örneğin romanın 14. bölümündeki anlatı geleneksel bir avcı söylencesi. Bu anlatı, halk anlatılarının samimi diliyle okuyucuyu dinleyiciye de dönüştürüyor. Tıpkı “Bilenler bilmeyenlere anlatsın, dedi.” (s, 26) cümlesinde olduğu gibi söyleşiyor okuyucuyla. Anlatıcısı, kimi zaman avcının serüvenini aktarırken, kimi zaman da anonim anlatıya yorumlar ekleyerek dinleyiciyi düşünceye de sevk ediyor.
Romanın dikkate değer etkileyici yönü ise sözlü ve yazılı kültür anlatıcısının aynı paragrafta veya cümlede birbirine dönüşmesi. Anlatıcı tutkuyla duygu yüklü betimlemeler yaparken, sanki yer yüzü yeni bir tufan yaşıyormuş gibi, ekolojik, eskatolojik bir mite dönüştürüyor anlatıyı. “Yukarısıyla aşağısı, yukarısıyla aşağısı birleşmiş, buz dünyayı bütünüyle ele geçirmişti” (s, 10), “Dünya bir daha eskisi gibi olamazdı” (s, 10) gibi cümleler, okuyucuya hüzünle ulaşıyor. Bu mit tutkusu, romanın diğer anlatıcılarında da belirgin bir şekilde görülüyor. Kenan, yaşadıklarını ve kişiliğini adeta bir destana dönüştürürken, devrimci gençler de devrimi mitolojik bir anlatıya dönüştürüyor. Bu yönüyle roman mitile modern edebiyatın bir kucaklaşmasını sunmak istiyor.
“Sus Barbatus! 1”in anlatıcıları, bilimsel gerçekleri modern bir üslupla ifade eden anlatıcılar ile geleneksel sözlü kültürün büyülü dili arasında bir yerde konuşuyor, sesleniyor… Örneğin, “Dünya çırpınmaya ve can vermeye başladığı zaman önce etten, kemikten oluşan canlılar yok olacak. Sonra güzel zayıf bitkilere gelecek sıra…Yeryüzü yok olsa bile, derlerdi, bu dikenler ölmeyecek” (s, 31) cümlesinde, modern anlatıcı önce bilimsel gerçeklere gönderme yapar gibi görünüyor. Ancak bir anda, sözlü kültürün büyülü masal anlatıcısına dönüşerek, tanrısal bir sesle, yeryüzünün yeniden doğuşunu mitik ve masalsı bir dille anlatıyorlar. Romanın başka bir bölümünde, “A. Dağlarının eteklerinde beyaz, acınası bir orman vardı.” (s, 12) cümlesinde ise iki anlatıcının sesi tek bir cümlede buluşuyor. “Acınası bir orman” soyut betimlemesi, modern anlatıcının sesini taşırken, “bir orman vardı” ifadesiyle masal anlatıcısının sesi duyuluyor. Bu sözlü anlatıyı iyi bilen ustalık, romanın her köşesinde okuyucuyu sarmalıyor.
Romanın bütün bu anlatıcılarının üstünde, sınırsız bir bakış açısına sahip olan anlatıcı o anlatıcı yükseliyor. Bu anlatıcı epik anlatıcının ta kendisidir. Sözü edilen karakterlerin düşüncelerini aktarırken onların bakış açısına izin veriyor, hatta bazen onlarla örtüşüyor. Fakat konuştuğu anlarda da gözlemci olabiliyor, kişilerin geçmişini, hayallerini ve iç dünyalarını anlayışla yansıtıyor. Gerçekçi bir yazarın titizliğiyle diğer anlatıcıların bakış açısını değerlendirirken, diğer yandan epik anlatıcının diliyle ilahi bu konumundan da tam olarak vaz geçmiyor.
Romandaki bu başat üst anlatıcı, bütün eseri kucaklayan bir masalcı gibi. Sanki kalabalığın önünde durarak onlara masal veya halk hikayesi anlatıyor. Sözlü dilin olanaklarından yararlanarak onları masalsı, mitik bir habitata dahil ediyor. Zaman zaman modern anlatıcı kimliğine bürünerek de klasik roman diliyle düşünsel, metinsel bir derinlik kazandırıyor. Bu ikili kimliğe sahip anlatıcı, romanda tartışma konusu olan birçok karşıtlıkla da Türkiye’nin, edebiyat sanatının sorunlarını tartışırken doğanın ve insanın doğasının gözelerinden su içiyor. Aydın/köylü, hayal/gerçek/kurmaca, devlet/halk, feodal/ devrimci gibi zıtlıklar kültür, felsefe ve bilimden beslenerek hakemlik yapıyor, İyimser, yapıcı olmaya çalışan politik bir duruş sergiliyor. Bu anlatıcı, otoriter olmakla olmamak arasında; diğer anlatıcılar kadar özgür veya onlarla iç içe. Kadir Ağa’nın karısı Emine, kızı Ece, Bekir Komutan’ın evinde hapis olan Aysel ve Atalay gibi roman kişileri, bu üst anlatıcı tarafından gözlemlenirken sonrasında romanın ana teması olan devrimin ruhuyla tanıştıklarında, özgürleşme sürecine girmeye çalışıyor, Sus Barbatus’un ruhuyla tanışıyorlar. Ancak, Atalay ve annesi Emine, Kadir Ağa’nın hükümdarlığı altında cisimleşmiş köylünün ve insan doğasının gücüyle baş edemedikleri için tam anlamıyla özgürleşemiyorlar. Hele de Atalay’ın aşık hali kötücül yapıyor onu. Emine’nin kocası Kadir Ağa ile olan konuşmasında dahi eleştirel bir tutum sergilemesine rağmen, anlatıcının yorumuna göre, Emine uğradığı haksızlığın bile farkına varamayacak kadar kocası tarafından kuşatılmış. Atalay da içten içe babasına karşı mırıldansa da yaşamında anlam kuramayan ve kendine yabancılaşmış bir anlatıcı örneği.
Romanda anlatıcı figürler hem bir masalcı/ hayalci/ gerçek dışı hem de düşünsel bir yol gösterici olarak, okuyucu dinleyiciye rehberlik yumuşak bir rehberlik peşinde. Başat anlatıcının eli duygu yüklü bakış açısı roman kişilerinin, tarihine, iç dünyalarına ve çatışmalarına nüfuz ediyor ve onların öykülerini yazıyor/söylüyor. Böylece, Duman’ın eseri “Sus Barbatus! 1”, okura tarih öncesi, tarihsel, toplumsal ve kişisel katmanlarla da seslenmeyi/okumayı deniyor.
Roman, kişi düzeyine yükseltilen doğanın anlatıcılığına da başvuruyor. Kar, bulut, rüzgâr, orman, Sus Barbatus ve Kırmızı Kartal gibi doğa unsurları, üst anlatıcının gözlemiyle, biraz da diliyle söz alıyorlar. “Ne isterim, yeter artık, diyecek. Aşağıda ne varsa kırılıp döküldü… Yok, diyecek İnsan soyunu tüketeceksiniz. Biraz merhamet… Benden kaç tane var söyleyin. Doğrudur senin soyun tükendi ya bir ya iki dudak bükecekler. Akıllı olsaydınız.” (s, 13), “Güya seni ben yemeğe geldim ama demişti… Seni ben yemeğe geldim ama sende yenecek hal kalmamış” (s, 498) gibi ifadelerle, doğa/ insan çatışmasının öfkesi ile insanın yıkıcı, doğayı bozucu taraflarına yönelik eleştirilerini dile getiriyor.
Anlatıcılar, insan, bitki ve hayvan dünyasını üst anlatıcının dilinde “İnsan milleti” (s, 31), “bitki milleti” (s, 31) olarak sınıflandırırken, eski dilde yer alan “hayvanat, nebatat, cemadat” (s, 101) gibi kavramlar da dile geliyor. Bu anlatıcılar, duygusal çatışmalara girer, üşür, korkar, ölümün yakınında dolaşır ve rüyalar görür. Geçmişten gelen bilgelik ve iç güdüleriyle hareket ederler, atalarının deneyimlerine göre hayatlarını sürdürürler. Onların duygu ve düşünceleri, geçmiş atalarının ruhlarından bugüne uzanan bir bağla birbirine bağlıdır.
Sus Barbatus ise sıradışı bir karakterdir. Ölümün ortak bir deneyim olduğunu sezgiyle bilir ve “İşte ölüyorum” değil, “İşte ölüyor” diye düşünmenin daha doğru olduğunu kavrar. Onun ölümü, tamamen yok olmadığının; evrenin dönüşümünün belki de hem bilimsel hem de mistik, fantastik bir söylemi…Tüm bu doğal varlıkların, üst anlatıcının gözünden yansıyan sesleri, romanın anlatıcılığıyla insan, bitki ve hayvan dünyası arasındaki bütünlüğü, bütün bir evren olarak fark etmemiz isteniyor.
Üst anlatıcı, diğer anlatıcılarla iş birliği yaptığında, onlarla birlikte aynı dili ve bakış açısını benimsiyor. Kendi sesini ve diğer sesleri birleştirerek kolektif bir ses oluşturuyor ve tam da bir halk anlatıcısı gibi davranıyor. Romanın genelinde, Kenan, Zeynep, Atalay ve Kadir Ağa, bu kolektif sesi oluşturan karakterlerdir. Modern anlatıcının “Kartalın şavkımasını görünce durdu… Şimdi bir mucize olacak” ifadesinden kolektif sese geçiş yaparak, “Sanırsın bu da kuş olmakla…” (s, 13), “Sanırsın düşman askerleri…” (s, 37) gibi ifadelere dönüşüyor. “Allahtan, Allah tarafından hem ilahi hem de kudretli bir azim gelmişti Kenan’ın içine.”, “Kenan güzel rabbine de dünya halkını anlatacak” (s. 213) söylemleriyle de bu kolektif ses güçlü bir şekilde yansıyor. Aynı şekilde, Dede Korkut’un, Deli Dumrul’un, Evliya Çelebi’nin sesi de anlatıya katılarak bu kolektif kimliği pekiştiriyor.
Romanın bazı anlatıcıları, eski metinlerin yüksek sesle okunduğu veya yazılmadan aktarıldığı geleneksel hikayecilik geleneğinin kişileri, anlatıcıları gibiler. Modern anlatıcı Mustafa Öğretmen, Faruk ve Murat ise daha nesnel bir dille konuşuyorlar. Anlatıcılar gerçeğin yasalarıyla düşündüklerinde veya hareket ettiklerinde ise “yaban yasa” işliyor. Kenan, Sus Barbatus, Faruk, Aynur, Atalay ve Zeynep, Aysel, Güvenlik güçleri ve devrimci gençler bu yasaya göre av veya avcı anlatıcı olabiliyorlar. Duman’ın hakemliği kim av kim avcı sorusunda bu ikili karşıtlığı “herkes suçlu” düşüncesinde birleştiriyor zaman zaman… Faruk ve Aysel gibi karakterler, gerçek dışı boyuttan fantastik ve büyülü bir sese dönüşürken, zamanla modern gerçekçi bir sese dönüşebiliyorlar. Tıpkı romanın önemli kişisi SUS BARBATUS gibi, ruhları “yükselir/ağar”, “don değiştirir” ve bir dönüşüm geçirebilir.
Üst anlatıcı, diğer anlatıcılarla iş birliği yaptığında eli yükseltiyor; sezgisel ve geleneksel bir anlatıcı olmaktan çıkıp diyalektik bir anlatıcıya dönüşüyor. Romandaki ara anlatılar ise büsbütün masalsı ve söylence dolu bir dil ile anlatıcılığın sahnesini sözlü dilin egemenliğine teslim ediyor. Halk hikayesi anlatıcısı, olay örgüsüne girmeden, anlatıyı, dinleyiciyi ve kendini konuya uygun veya konu dışı, Karavelli (Boratav, 2002: 52) denilen ara hikayelerle bezeli bir şekilde anlatır. Faruk, Duman’da adeta bir halk anlatıcısı gibi okuyucuyu soluklandırıyor veya ana hikâyeye yoğunlaşmasını sağlayan, ders verici, metaforik küçük hikâyeleri veya menkıbeleri geleneksel bir anlatıcının diliyle naklediyor. Bu bölümlerde doğunun tahkiye geleneğine yoğunlaşarak okuyucunun kolektif belleğine, metinlerine iniyor. Duman bazen eksiltili cümlelerle, ikilemelerle konuşuyor. Okurla senli benli konuşan ve onunla sohbet eden bir meddah gibi, ozan, aşık; musannif gibi. Sözün tekrarından güç alıyor, belleği canlandırıyor, güçlendiriyor. Sözlü geleneğin anlatıcısı gibi okuyucuyu canlı tutmak için metni eğlenceli bir oyuna da dönüştürüyor. F. Duman’ın anlatıcıları okuyucuyu ve kendini eğlendirmeyi seviyor. Okuyucuyu, ciddi bir tonla olduğu kadar sevimli bir latifeyle veya masalsı bir gerçek dışılıkla da etkilemeye çalışıyor. Anlatıcı, bilimsel verileri kullanırken aynı zamanda sezgisel, söylenceli, fantastik ve büyülü bir dille de ses veriyor. Osmanlıca şiirleri andıran; “düşman askerleri” (s, 9), “buz kılıçları” (s, 171), “gülle gibi inen kar taneleri” (s. 181) gibi ifadelerle, Osmanlıca bir mersiye veya kasidenin giriş bölümlerini çağrıştırıyor.
Duman, sözlü geleneğin anlatıcılarını 3. şahıs aktarımcı modern anlatıcıya eş değer olarak görme eğiliminde. Halk anlatılarını bir üst metin olarak görmeye yatkın ve bu geleneği yüceltiyor. Romanın 336. sayfasında Faruk, kuşaktan kuşağa aktarılan, yazardan yazara geçen halk anlatılarının değerine işaret ederek, hikâye anlatmanın önemine vurgu yapıyor. Duman, geleneksel anlatıcının tahkiye dilini abartılı, latifeli, hüsn-i tahlili, masalsı, epik dilinin şiddetinin lezzetini seviyor. Kuzey Doğu Anadolu Bölgesinin dilini başat dil yaparken duyduğu hazzı okuyucuya aktarmayı deniyor. Bu dil, Dede Korkut, Deli Dumrul (s, 300), Çıldırlı Aşık Şenlik, Aşık Kerem ve halk türkülerinin metinlerin kokusunu taşıyor.
Sonuç olarak Duman; anlatıcıları diyalektik ilkeye göre kurgulayarak, modern ve geleneksel olanı birleştiriyor. Çok da yabancı olmadığımız bu tarz kurgu ve dilde en başarılı olduğu yönü bence dili. Dilini gelenekselin hazır kolaylığından kurtarmış bir yazar. Duman Türkçe anlatı geleneğinin öz kaynaklarına, diline ve tekniğine de hâkim görünüyor. Onu zenginleştiren bir roman anlayışını Mustafa Öğretmen’in ağzından aktardığı şu ifadelerle açıklıyor: “Bu adam bize hiç benzemiyor, neden? Biz köylülerle konuşabiliyoruz da ondan. Yaban değiliz yani, köylülerden bir köylüyüz, dilimiz bir, biz o dile Çehov’u katmışız. Yine de bunun için anlatmış bunca şeyi, sorun yalnızca dil değil, dili zenginleştirmek. Bizden öncekiler bu insanların hikayelerini anlatmak yeter sanıyorlardı. Oysa önce dil, sonra hikâye.”
Anlaşılan Duman; romanın tüm zamanlardan süzülüp gelen, dengesini koruyan bir sanat olduğuna inanıyor. “Dengesini kaybetmiş bir kuş dünyanın en hüzünlü nesnesidir” cümlesi ve benzeri ifadeler, yeşil okumaya uygun bir yazarlık anlayışının metaforik okuması olarak algılanabilir. O, tanrısal modern anlatıcı yanında saf ve çocuksu bir ozan, musannif ve nakledici, tahkiye üslubuna sıkı sıkıya bağlı anlatıcılarıyla Türkiye’nin 12 Eylül sürecini ustalıkla yeniden kurguluyor. Anlatıcıların ağzından suç-ceza, devlet-vatandaş ilişkisi, doğanın ve insanın doğası üzerine çoklu bir “anlatı ormanı” sunuyor. Sadece insanın ve doğanın habitatını değil aynı zamanda romanın da habitatını ekolojisine sindirilmiş bir yazar olarak algılanmak istiyor. Onun eserlerinde eskinin mirasına hakkını vermek üzere yola çıkmış bir etik anlayış da göze çarpıyor. Roman ve evreni barışık bir bütün olarak tasarlanma özlemi, önerisi de artık günümüzün ihtiyaç duyduğu en ekolojik izleği. “Romanın yaban yasası”na bağlı bir yazar olma çabası ise klasik romanın tadını geri getiriyor.
* Dr. Hülya Çevirme, Kocaeli Üniversitesi, Eğitim Fakültesi. Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi ABD öğretim üyesi.
Kaynakça
Aslankara, M. Sadık (2021). “Romanımızın bir yerleşiği olarak Sus Barbatus! . “, Kitap-lık Dergisi, 28 (213), 32-33. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.
Boratav, P, Naili. (2002). Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği. İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları.
Genette, G. (2007). Anlatının Söylemi. (Çev. F. B. Aydar). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Ong, W. J. (1995). Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Teknolojikleşmesi (Çev. S. P. Banon). İstanbul: Metis Yayınları.
Duman, F. (2021). Sus Barbatus! 1. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
edebiyathaber.net (25 Eylül 2023)