Dünya gürültülü bir yer. Çığlık çığlığa. Konuşmalar, haykırışlar, kahkahalar; hep gürültü. Fısıltılar, suskunluklar, soluklar; gürültü.
Dünya sessiz bir çocuk için gürültülü bir yer. Suskun bir çocuk için. Küçük. Ayrıksı. Genellikle ürkek. Genellikle yalnız. Sessizliğin utancı içinde.
“Utangacım. Küçüğüm.
Acaba nasıl konuşmalıyım?
Nasıl görünmeliyim?
Konuşma sırası bana geldiğinde susup kalıyorum.”
Suskun bir çocuğun gürültüsü içindedir. Bitmeyen konuşmalar, bitmeyen sorular; ağızdan çıkmayan her şey içte yankılanır durur. Yükseldikçe yükselir. Fırtınaya dönüşür; hırpalar. Suskunluk büyüdükçe gürültünün yankısı artar; yaralar.
Yalnızlaştırır. Yalnızlaştıkça artar oysa iç gürültü. Boğazda kendini bir an olsun unutturmayan o yumru. İçte bir an olsun dinmeyen kakofoni. Suskun bir çocuk; büyümüş de küçülmüş. Öyle derler. Gürültü artar.
“Farklıyım.
Akortsuz bir notayım.
Tıpkı bir fare gibi suspus oluyorum.
Kurşuni bir kasvet kaplıyor içimi.”
David Ouimet’in yazıp resimlediği, Seda Ersavcı çevirisiyle Çınar Yayınları’ndan çıkan Suspus, böyle bir çocuğun hikâyesini anlatıyor. Metnin vurucu zarafeti ve resimlerin koyu şiirselliği o kadar yalın, o kadar canlı ki insan birkaç kere okumadan yatışamıyor. Suspus, insanın kalbinde, kimimizin çoktan unuttuğu (ya da varlığından habersiz olduğu) bir damarı canlandırıyor. Güm güm. Sarsıyor. Ve okşuyor.
“Kitap okurken, dallarımın altında bir dünya olduğunun farkına varıyorum.”
Kitaplar yatıştırır gürültüyü. Fırtına sakinler. Başka dünyaların olanağı belirir sayfa sayfa. Meyve verir sessizlik; suskun bir çocuk kalabalıklaşır. Çoğalır. O hoyrat kakofoniden pastoral bir ezgi doğar usul usul.
Suskun bir çocuk sessizliğinin içinde tanır kendi kelimelerini. Seçer. Büyütür.
O kelimelere bürünür. Büyür.
Ve dünya dinginleşir. Belki.
“Sesimi duyduklarında, şehirler yaratacağım kelimelerimle.”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (20 Mayıs 2020)