“Sütçü” üzerine | İlkiz Taşdelen

Ocak 5, 2024

“Sütçü” üzerine | İlkiz Taşdelen

Norman işgali ile birlikte İngiliz Emperyalizmi İrlanda’nın her karışında varlığını dayatmaya başlamıştır. İngiltere’nin kendi iç sorunları nedeniyle zaman zaman bu baskılar zayıflasa da sonuçta İrlanda özgürlüğüne gerçek anlamda kavuşmakta hep zorlanmış. Dili neredeyse ölü diller arasında sayılabilecek kadar yok edilmiş. Nüfusun %1’i kendi dillerini anadil olarak kabul edecek düzeydedir. Son yıllarda özellikle İrlanda Cumhuriyeti’nde İrlandacayı gençlerin öğrenmesi için özel çabalar gösterilmektedir.

Mezhep çatışmaları İrlanda’daki sorunun kaynağında önemli bir yere sahiptir. Katolik inanca sahip İrlandalılar Protestanlığı seçen İngiliz krallarının tüm baskılarına direnir. Bu direnci kırmak için İngiltere’den gönderilen Protestan İngiliz ve İskoçlar en azından başlangıçta çok da başarılı olmaz. Zamanla, adadaki aristokrat sınıfı oluşturdukları yetmezmiş gibi Katoliklere ait mal varlıkları da zorla yeni gelenlere devredilir. Bu arada Britanya Krallığı’nın dünya üzerindeki gücü artarken İrlanda geniş tarım arazileri ile tam bir tarım ülkesi olarak kalır. Özellikle halkın en temel besin maddesi patatestir. Büyük kıtlığın nedeninin patates olması da bu yüzdendir.1845-1952 yılları arasında önce tarlada ertesi yıl da depolardaki ürünlerde görülen bir mantar nedeniyle tüm patatesler çürür. Açlıktan ve hastalıktan ölenlerin sayısı 1 milyon kişiyi geçer. Açlık nedeniyle başta ABD olmak üzere pek çok kişi ülkeyi terk eder. Ülke nüfusu yarı yarıya azalmıştır. Bu dönemde İngiltere’den beklenen yardımın gelmemesi İrlandalıların bu ülkeye olan kızgınlıklarını pekiştirmiştir. Onlara yardımcı olan az sayıdaki ülkelerden biri,çok uzaklardan, bir gemi dolusu gıda ve para yardımı gönderen Osmanlı İmparatorluğu ‘dur.

Bu kıtlık dönemi sonunda demografik yapı değişirken Katoliklerin Protestan kraliyet yanlılarına öfkeleri artar. Bir yanda bağımsızlık isteyenler vardır diğer tarafta ise Britanya’nın bir parçası olmayı savunan birlik yanlıları. Kıtlık, İrlanda için sadece kıtlık olmanın ötesinde ülkenin ikiye bölünmesine giden yoldaki taşları döşeyen sonuçların en önemli nedenlerinden biridir.

1916 Paskalya ayaklanması ile bağımsızlık mücadelesi başlatan İrlanda 1921 yılında ayrı bir devlet olmayı başarmıştır. Kuzey İrlanda ise Büyük Britanya ile birleşmeyi isteyerek onun en küçük parçası olarak yoluna devam etmiştir.

Bu bölünmeden sonra da Kuzey İrlanda uzun yıllar boyu iç çatışmaların, suikastların, silahların, patlayan bombaların kanlı ortamında yaşamak zorunda kalan insanların ülkesidir. Kuzey İrlanda’nın bağımsızlığını savunanlar tarafından kurulan İrlanda Kurtuluş Ordusu IRA’nın faaliyetlerini yaşı altmışlar civarında olanlar mutlaka anımsayacaktır. Başlangıçta sadece silahlı eylemler ile adını duyuran bu örgüt daha sonra yapılan anlaşmalar ile siyasi mücadele yöntemlerini uygulamaya karar verir. Ama yine de zaman zaman silahlı eylemler ile adını duyurmaktadır.

Tüm bunları az sonra sözünü edeceğim kitapla ilgili kısa bir giriş olması için anlatmak istedim.

Ayrıca, kitabı içinde yer alan temaların yol göstericiliğinde okumanın, yazarın neyi anlatmak istediğini anlamamıza yardımcı olacağını düşünüyorum.

Komplo, siyaset, mizah, dedikodu, aile baskısı, kabile kimliği, kurallar, ötekileştirme, psiko- politik ortam, taciz bu temalardan öne çıkanlar. Romanı yer yer mizahi motifler ile yazılan hem psikolojik hem de tarihi roman olarak tanımlayabiliriz.

Sütçü’de hiçbir kahramanın adı yoktur. Kitaba adını veren Sütçü de sütçü değildir zaten. Biz okuduklarımız ve geçmişe dair bildiklerimiz ile olayların 1970’lerin Kuzey İrlanda’sında geçtiğini anlıyoruz. Ama aynı zamanda olaylar dünyanın pek çok bölgesinde yaşanabilecek kadar evrenseldir. Anlatıcımız ortanca kız kardeşin sesi ile yaşananları öğreniyoruz. Bize 18 yaşında iken yaşadıklarını anlatmaya başlaması ile onunla birlikte yol alıyoruz. Bu uğradığı ilk taciz değildir. Daha önce 12 yaşında iken eniştesinin tacizine uğramıştır.

Ortanca kız kardeş kitabın sonunda yaşayacağı olayların nasıl sonuçlandığını ilk sayfada duyuruyor. Sütçü’nün sonunu,  41 yaşında evli ve üst düzey bir paramiliter olduğunu, kahramanımızın bu kişi ile bir ilişki yaşadığı yolunda dedikodular üretildiğini bize fısıldıyor. Bir de Bilmemkim  Mc Bilmemkim var. Sütçü’nün öldüğü gün silahını ortaca kız kardeşin göğsüne dayayıp ölümle tehdit eden.

Kahramanımız 20. yüzyıldan hiç hoşlanmadığından 19. yüzyıl edebiyatına ait eserleri okumaktadır. Yürüyüş yaparken, işe giderken kitaba başını gömer ve o şekilde yürümeyi sürdürür. Böylece, etrafındaki sorunlardan, patlayan bombalardan, faili meçhul cinayetlerden, yasaklardan başka yaşadığı toplumdan da kendisini izole etmektedir. Ama bu onun hakkında dedikoduların üretilmesine, Sütçü ile arasında bir ilişki olduğuna dair genel kanıyı güçlendirmektedir.

Şu ana kadar romanla ilgili yazdıklarım kitabın tümüne yayılan komplolarla dolu ortam hakkında yeteri kadar ipucu veriyordur sanırım.

Kahramanların isimleri yerine aile içindeki sıraları ya da kim olduklarının belirsizliği dikkatinizi çekmiştir. Bu kitapta hiçbir kent, ülke, sokak, bölge adı yok. Kişiler için de bu belirsizlik söz konusu. Belki -erkek arkadaş, belki -kız arkadaş, adı söylenmeyen parklar, rezerv alanları, birinci enişte, üçüncü kız kardeş, Tabletçi kız diye sürüp giden adlandırmalar… Bir kısım eleştirmenleri ve okuyucuları bu tercih rahatsız edebilir. Yazar kahramanların kimliklerini aile ve yer aldıkları topluluklardaki konumları, kendilerine verilen roller üzerinden aktarmayı tercih etmiştir. En uzun arkadaş, Milkman ama o gerçek sütçü değildir, aslında Sütçü de değildir. Romanda başka bir sütçü daha vardır ve o iyi sütçüdür. Ayrışmış, ayrıştırılmış ve klostrofobik bir toplumda kişilerin bilinmekten duyulan korkunun çaresi olarak kimliklerinin gizlenmesi, yazarın böylesi bir çözüm bulması romanın bence en büyük başarısı olmalı. Bu ayrışma o kadar uç noktalara ulaşmıştır ki doğru tereyağı-yanlış tereyağı, doğru din-yanlış din, sadakat çayı-ihanet çayı gibi tanımların yer aldığı liste uzayıp gider.

Tüm bu anlattıklarımın ötesinde eserin sahip olduğu güçlü mizah kurgusu ile Anna Burns’ün yazarlık becerisi okura büyük bir ödül olarak sunulmuş oluyor. Örneğin, romanda görevi yasaklı isimlerin listesini tutmak olan bir çiftimiz de bulunuyor. Sınırın ötesindeki ülke, denizin üzerindeki ülke kolaylıkla tahmin edebileceğimiz ama adı belirtilmeyen ülkeler…

Sütçü, cinsel tacize karşı ortaya çıkan Me Too hareketine de bir selam gönderiyor. Günümüz feminist hareketin başladığı yetmişlerde bu hareketi başlatan az sayıdaki kadına verilen sorunlu kadınlar yaftasının yanında onları polisten kurtaran da yine mahalledeki hemcinsleri oluyor. Sokağa çıkma yasaklarına son vermek de evden dışarı çıkamayan kadınlara düşüyor. Kadınlar sokağa çıkma yasaklarının başladığı saat 18.00’de çocukları, hamsterları, tavşanları ile birlikte dışarıya çıkıp yasakları sona erdirmeyi başarıyor. 

Kitapta gerçek ilişkileri korumak adına göstermelik, sahte ilişkiler yaşanıyor. Belki erkek arkadaşın güvenliği için enişte ile yapılan koşular. Belki erkek arkadaşın eşcinsel ilişkisini saklamak için belki kız arkadaşla sürdürdüğü ilişki gibi.

Eserin en umut verici sayfaları ise kuşkusuz Fransızca kursunda geçiyor. Öğretmenin okuduğu pasajda gökyüzü anlatılmaktadır. Sınıfın itiraz ettiği nokta ise gökyüzünün sadece mavi olmamasıdır. Sınıf hep birden bağırır: Gökyüzü mavi. Öğretmen gökyüzünün sadece mavi olmadığını, isterlerse pencereden bakabileceklerini söylediğinde ise sınıf çok rahatsız olmuştur. İtirazlarını sürdürürler. Gökyüzü elbette yalnızca mavi değildir. Gündüz mavi, gece siyah bir de bulutlar vardır ki onlarda beyazdır. Bunun dışındaki renklerle yani ayrıntılarla karşılaşmak onları çok tedirgin eder. Pencereden baktıklarında gördükleri renkler pek çok ayrıntıyı barındırır. Kesin sınırları olmayan bu renk paletindeki renkleri seçmek onlara bir sorumluluk yüklemektedir. Sınıfın burada yaşadığı duygusal çatışmayı altı kalın çizgilerle okunması gereken satırlar olarak belirtmeliyim.

Sütçü’de geçen olaylar ve kahramanlar tarihte ve günümüzde benzer sorunların yaşandığı pek çok ülkede de yaşanabilecek kadar evrensel bir dille anlatılmıştır.

Sütçü, yayınlandığı 2018 yılında Ulusal Kitap Eleştirmenleri Birliği, Booker Ödülü, 2019’da Orwell ödülü, 2020’de ise Christoper Ewart-Biggs ile Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü’nü kazanır. Eseri yazdığı dönemde büyük sağlık sorunları ve ekonomik sıkıntılarla boğuşan yazar özellikle Booker ödülünün ardından artan kitap satışları ile birlikte bu sıkıntılardan da kurtulmuş oldu.

Kahramanımızın eserin ilk sayfalarında, yürürken okuduğu kitabın adı Ivanhoe’dur.  Sir Walter Scott’un en sevilen tarihi romanlarından biri ve tarihî roman türünün de öncülerindendir. İskoçyalı tarihi roman yazarının bu eseri Robin Hood’un adını ilk kez duyduğumuz eser olma özelliğini taşır.

İlerleyen bölümlerde başka tanıdık isimlerle de karşılaşacağız. Örneğin Kate Bush. Sensual World adlı şarkısında James Joyce ’un ünlü romanı Ulysses’te Molly Bloom’un meşhur sözcüğünü (evet, evet, evet) şarkı sözü olarak kulaklarımıza fısıldayan İngiliz söz yazarı ve şarkıcı. 

Pek çok film yıldızı da eserde anılıyor. Bu isimlerden biri Ida Lupino (1918-1995) İngiltere doğumlu Amerikalı film yıldızı. Ara Güler’in Yaratıcı Amerikalılar adlı fotoğraf sergisinde yer alan fotoğraflardan biri de ona ait. Ara Güler fotoğrafın altına şu notu yazmış: “Zamanının en güzel kadını”. 

Yirminci yüzyıla ait kitapları sevmese de küçük kız kardeşlerinin tercihlerine uyarak onlara Edward Albee’nin Kim Korkar Virginia Woolf’tan (Bize eser Kim Korkar Hain Kurttan adıyla çevrilmiştir.) adlı eserini okur.

Yazımın sonlarına doğru kitabın yazarı Anna Burns’ü yakından tanımak için Sütçü ‘nün ilk sayfasındaki yaşam öyküsünü burada paylaşmak istedim.

Anna Burns, 1962 doğumlu, Kuzey İrlandalı yazar. Burns, Belfast’ta, işçi sınıfı bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Arka planda Kuzey İrlanda’nın sorunlarını anlattığı, odağında sıkıntılı bir ailenin olduğu ilk romanı No Bones, 2001’de yayımlandı ve Orange Ödülü’ne aday oldu. Bu kitabı Belfast’ın gündelik konuşmalarının temsili açısından James Joyce’un Dublinlileriyle eşdeğer, önemli bir eser olarak görüldü. Suçlularla dolu bir aileye sahip olan bir kadının intikam hikâyesini anlattığı ikinci romanı Little Constructions, 2007’de yayımlandı. Anna Burns üçüncü romanı yayımlanmadan önce bel ağrılarıyla boğuşuyor, zorlukla geçiniyor, aşevleri sayesinde karnını doyuruyordu. 2018’de yayımlanan, karakterlerinin isimsiz olduğu Sütçüde, başını kitabına gömerek yürüyen on sekiz yaşında bir kızın, bir dedikodu yüzünden başına gelenlerden yola çıkarak cinsel taciz, kadın erkek eşitliği, terörizm, insanları birbirinden ayıran siyasi ayrımlar gibi sorunlara değinen Burns, Man Booker Ödülü’nü kazandı ve roman çoksatanlar listelerine girdi. Ödülden sonra verdiği röportajlarda, “artık borçlarını ödeyebileceğini” ve “masrafı düşünmeden tedavi” olabileceğini söyleyen Burns, bu romanının son dokunuşları haricinde dört buçuk yıldır, rahatsızlığı nedeniyle yeni bir şey yazamıyordu. Sütçü, 2019’da Orwell En İyi Politik Kurgu ve Ulusal Eleştirmenler Birliği En İyi Roman Ödülü’nü kazandı. Orwell Ödülü Jürisi, Sütçü için şu ifadeleri kullandı: “Olağanüstü bir kitap zekice bir hassasiyetle belirli bir zamanı ve belirli bir çatışmayı öykülüyor ama politik tarafgirliğin, içgüdüsel, insani bağlılıklarımızı nasıl ezip bozduğunu anlatırken evrenselleşiyor. İğneleyici ama komik, öfkeli ama şefkatli üslubu mucizevi.” Anna Burns, İngiltere’de, Doğu Sussex’te yaşıyor.

Kitabı dilimize çeviren Duygu Akın’dan söz etmezsek bu yazı eksik kalırdı. Pek çok yayınevi çevirmenin adını kapağa koymazken İthaki buna özen göstermiş. Ben de kendisini biraz daha yakından tanımak adına kendi web sayfasından aldığım öz geçmişini paylaşmak istedim.

Çevirmen Duygu Akın 1969’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Ortaokul ve lise eğitimini İstanbul, Beşiktaş Atatürk Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1986 yılında Boğaziçi Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. 1993 yılında bu bölümden lisans derecesini kazandı. 1993’te British Council’in İstanbul’da başlattığı Britanya Kültürel Çalışmaları yüksek lisans programına katıldı ve kazandığı bursla yüksek lisans eğitimini İngiltere, Warwick Üniversitesi’nde tamamladı. İngilizceden yaptığı çevirilerle profesyonel olarak çevirmenliğe başladıktan sonra aralarında hem klasiklerin hem de çağdaş eserlerin yer aldığı edebi eser çevirilerinin yanı sıra bilim kitapları ve çocuk kitabı çevirileriyle birlikte yüzden fazla eseri Türkçeye kazandırdı ve kazandırmaya devam ediyor. Sayfasında belirttiğine göre farklı yayınevlerinden toplam 110 eseri çevirmiş. 

Sütçü’de sanırım ancak usta bir çevirmen tarafından çevrilirse bu denli okuru içine çekebilirdi. Öncelikle Anna Burns’e ardından çeviren Duygu Akın’a ve kitabı okurla buluşturan İthaki Yayınlarına teşekkür ederim.

Duygu Akın’ın yaptığı çevirilerden bazıları şunlar:

Can Yayınları

Frankenstein, Mary Shelley

 Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, Robert Louis Stevenson

Shuggie Bain, Douglas Stuart

Domingo Yayınevi

Saçında Gün Işığı, Jhumpa Lahiri

Gulliver, Jonathan Coe (Yeniden Yorum)

Evrendeki En Küçük Işıklar, Sara Seager

İthaki Yayınları

Bunu Sen de İstiyorsun, Kristen Roupenian

Sütçü, Anna Burns

Kafka Kitap

Sempatizan, Viet Thang Nguyen

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Bale Düşleri (7 kitap), Ann Bryant

Yapı Kredi Yayınları

Kesişme, Lynne Rae Perkins

Bir Parmak Bal, Ian McEwan

Kaynak: 

Yazan: Anna Burns, Çeviren: Duygu Akın, İthaki Yayınları, İthaki Modern, 2020.

edebiyathaber.net (5 Ocak 2024)

Yorum yapın