Söyleşi: Merve Koçak Kurt
Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız, ilk kitabıyla 2012 Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü kazanan Suzan Bilgen Özgün‘ün öykülerinden oluşuyor. Kitapta farklı hayatlara dair farklı öyküler; kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk ve hatta nesnelerin farklı bakış açıları var. “Öykü karakterleri, bazen çok uzaklardan, bazense fark ettirmeden çok yakınımızdan bakıyorlar bize. Peki, biz nereye bakıyoruz?” denmiş tanıtım bülteninde. Biz de sormak istedik:
Neden ‘yıldızlara bakıyor bazılarımız’?
“Akıp giden bir bataklığın içindeyiz hepimiz ama yıldızlara bakıyor bazılarımız.” Oscar Wilde.
Bakış temasının yer aldığı dosyama isim düşünürken öyküleri okumuş olan yazar arkadaşım Gamze Güller’in önerisi bana cazip geldi. Üstelik çok sevdiğim bir ressam olan Vincent Van Gogh’un “Yıldızlı Gece” isimli tablosunu da çağrıştırmıştı. Yıldızlar, parlaklıkları ve uzak yakınlıklarıyla bazılarımızın karanlıkta dokunmak istediği bir ışık, bir umut, bazen de bir düştür. Akıp giden hayatın, zorlukların içinde kimilerimiz yıldızları aklına bile getirmezken kimimiz arayışını sürdürür.
‘Unutma Zamanı’nda dediğiniz gibi “Gece gündüz fark etmiyor, insanlar, olaylar değişiyor, nesneler ve bıraktıkları izler değişmiyor.” artık. Yazmak sizin için zamanın neresinde peki?
Yazmak benim için zamanın, zamanı unuttuğum kısmındadır. Genelde dikkati kolay dağılan, bir şeyler yaparken başka konular düşünen, arada atıştırmalar yapmayı seven biriyim. Ancak yazma esnasında zamanı, metin haricindeki duygu ve düşüncelerimi, hatta yeme içmeyi bile bir süreliğine unuttuğumu söyleyebilirim. Tuhaf ama bir o kadar da keyifli bir odaklanma durumu olur. Zamanı bile unuttuğumu sonra fark ederim.
‘Zamana yenilmemiş bir masal gibi anlattıkları’ o kahramanınızın… Zeitgeist (zamanın ruhu) denilen kavram nasıl bir şey ki, masallar dışında çoğu kelimelerimizi yutuyor?
Zamanın ruhu, belli bir zaman dilimini betimleyen düşünce ve ruh halini, duygu ve duyuş tarzını ifade ettiğinden, düşünsel, kültürel, ekonomik, siyasal anlayış ve algıların da bu çerçevede değerlendirildiği kavramlardan biridir. Zamanın ruhu-belki de bu durumda ruhsuzluğu demek daha doğru- ideallerimizi, değerlerimizi yok edip önceliklerimizi değiştiriyorsa sadece sözcükler değil, ilişkiler, yaşadığımız kentler ve benzerleri de bundan nasibini almaktadır. Bazı sözcükler yutulurken bazı yeni sözcükler de zamanın ruhuna uygun olarak türemeye devam eder. Yer ve zamandan bağımsız olan masallarsa çocuk gönüllerde taht kurmaya devam eder.
“Görüntü her şeydir, gerisi hikâye!” dediğiniz ‘Kırıklar’ öyküsünde bir aynanın bakışıyla/ anlatışıyla ele alıyorsunuz yaşananları… Böyle bir bakış açısıyla bakmak nereden aklınıza geldi?
Seyahat etmeyi severim, değişik otel odalarında kaldıkça da aklımdan geçirirdim, bizden önce kim bilir kimler kaldı diye. Ayna her otel odasında yer alan, en çok bakılan, belki bu nedenle de hep ilginç bulduğum nesnelerden biridir. Zamanımızın ruhuna uygun olarak görüntü, imaj bu denli önemliyken aynaya da sık bakıldığını ama görüntünün gerisiyle fazla ilgilenilmediğini oysa esas hikâyenin orda olduğunu düşünürüm hep.
Görselliğin bu kadar ön planda olduğu günümüzde, “Sözcükler yok oldu derken, karanlığın sesiyle büyüyerek devam ediyor: “Göreceksiniz!’ demişsiniz. Neyi göreceğiz peki?
“Göreceksiniz!” diyen öykü karakteri, kendine ve çevresine karşı öfkeli. Kendini belki görselliğiyle, belki duruşuyla veya bambaşka bir eylemiyle ispat etmek istiyor. Bunu da okura kendi düş gücü sezdirebilir diye umuyorum. “Göreceksiniz!” cümlesi aynı zamanda bakıp da göremeyenlere bir gönderme yapıyor.
“Ölüler sonsuz bir rüyaya gömülürler. Nereden mi biliyorum? Ben de bir ölüyüm.” diyorsunuz ‘Kokular’ öykünüzde. Kokuların, seslerin ve kelimelerin sizdeki yeri nedir? Ve dahi ‘rüyaların’…
Kokular benim için hem gerçek hayatta, hem de okuduğum ve yazdığım öykülerde önemli bir yere sahip. Füruzan’ın öykülerini sevme nedenlerimden de biridir. Bir koku beni çok eski bir anıya, mekâna rahatlıkla götürebilir. Kokuların ve seslerin insan psikolojisindeki güçlü etkisi zaten bilinmektedir. Seslerin daha anlık çağrışımları vardır bende. Öykünün de bir sesi, ritmi olması gerektiğine inanırım. Kelimelerin ise genlikle ifade edildiklerinden daha farklı ve çoklu anlamlar, duygular taşıdığını düşünürüm. Rüyalar bilinç ve bilinç dışı etkileşimleri içerdiğinden, özellikle yazma serüvenimdeki kıymetli kaynaklardan biridir. Birçoğunu kaçırsam da, anımsadığım ilginç düşler farklı görüntüleri çağrıştırabilmektedir.
Kitabınızda bir dolu alt başlık ve bölümleme var. Belli ki bilinçli bir tercih… Öykülerinizin bu şekilde olmasının sebebi nedir?
Bilinçli ama baştan planlı olmayan bir tercih. Öyküleri uzun bir zaman diliminde ve birbirinden oldukça farklı dönemlerde yazdım. Bu durum dil, konu ve karakterlerde de farklılık yarattı. Bu nedenle dosyayı oluştururken onları belli bir tema altında toplamak istedim, alt başlıklar böyle doğdu. Diğer bölümlemeler ise özellikle çok keyif alarak yazdığım “Seçim” isimli öykümün uzun olması nedeniyle başladığım ve sonrasında hoşuma gittiği için kendimi durduramadığım belki de durdurmadığım bölümlemeler oldu.
İnsanın içine doğru kazdıkça genişleyen, ruhuna işleyen bir yanı var öykülerinizin. Siz, yazarken ne hissediyorsunuz peki?
Böyle hissettiriyorsa ne mutlu bana, teşekkür ederim. Ruh durumum zaman zaman değişse de, yazarken yeni bir yolculuğa çıkmışçasına, yolların insanı hem zinde tutan bilinmezlik heyecanını hem de düşlere daldıran yarı uyanık hâlini hissediyorum.
Söyleşi: Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (20 Mart 2015)