Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey
Suzan Kuyumcu birkaç ay önce ödüllü öykülerinin de bulunduğu Dikiz Aynası adlı öykülerini okurlarıyla buluşturmuştu. Beğeni toplayan öykülerinden sonra şimdi de Gül ile Dal Arası Yaşamlar adlı eserini okurların beğenisine sundu. Kalan Yayınlarından çıkan eser nefes nefese okuduğum ender romanlardan biri oldu. Meraklı okurlar için yazarın diğer eserleri şöyle: Satılık Sevda, İlkbaharın Son Çırpınışları -1- ve İlkbaharın Son Çırpınışları -2- (Klasikler) Aşka Çeyrek Kala, Gülce ve Can Dostu (üç seri), Kara Kız ve Belalısı (çocuk öykü), Kelimeler Aurayla Sevişir (şiir), Dikiz Aynası (öykü).
Hafta sonu Suzan Kuyumcu ile keyifli bir söyleşi yaptık.
Çok sayıda eseriniz olmasına rağmen sizi halen tanımayan, isminizi ilk kez duyacak olan okurlar mutlaka vardır. Onlar için kendinizi tanıtır mısınız?
Yaşamın zorluklarıyla tanışmam çok erken, henüz altı yaşındayken oldu. Annesiz, babasız farklı alışkanlıkları olan ortamlar, yabancı yüzler, yoklukla varlık arasında savrulmalar (maddi-manevi); alışık olduğun düzenin, sevginin bir gecede tanımadığın verilerle yer değiştirmesi vs. Altı yaş için çok büyük yıkımdı bunlar. Sonrasında hepsini sevgiyle kucaklamış, yaşanması gerekiyordu yaşandı düşünme yetisini benimsemiş; zorluklar aşılmak için vardır ve varsıllığımızdır olgusuna taşımıştır beni. En büyük verisi, daha önceki söyleşide değindiğim gibi günce ile buluşmuş olmam oldu. Kısacası, içe dönük çocuk ruhum okuma yazama öğrenir öğrenmez beni yazın dünyasının büyülü ortamına taşımış bilmeden, geleceğin temel taşlarını oluşturacağını anlamadan. Neler yoktu ki orada… sessiz çığlıklar, isyanlar, Tanrı’yla söyleşide öfke, oluşan sorunlara cevap arayışları, kendini sağaltıcı çözümler, karşılaştırmalar, yaşanan farklı olaylarla örtüşmeler, dış dünyanın acımasızlığına olan farkındalık, koruma içgüdüsü, görsellikte dimdik içerikte cam kırıkları… Kişi, yalnız kalınca kendini keşfe çıkarmış; çok kitap okumak, her içerikte farklı dünyaların analizini yazarak hem gözde hem ruhta kalıcılığına hizmet demekmiş, bu verileri yaşıtlarımdan daha erken öğrenmiştim. Bendeki yaratıcının adı günceye olan bağlılığımdı. Dönem verileri sadece kişisel yaşantılara değil toplumsal sorunlara olan farkındalık da kişiliğe (seksen darbesi gibi) yatırıma son derece uygundu. Kalemin idealist döneme denk gelmesi, iç ve dış verilerle beslenmesi bugünlere hizmet veren varsıllığımdır. Adana Borsa Lisesinden sonra bir süre yurtdışında yaşadım. Bir kız çocuğu annesiyim.
Deyim yerindeyse hiç durmadan yazıyorsunuz. Yayına hazırladığınız yeni çalışmalar olduğu da kulağıma geldi. Sait Faik “yazmasam delirecektim” demişti. Siz yazma eylemini hayatınızda nereye koyuyorsunuz?
Sevgili Aslı hanım, yaşamı üç parçaya ayırsam birine canlıya ait ne varsa yerleştirir diğer iki parçayı; içerikteki bütün verilerin analizine ayırırdım. “Anne çok gergin görünüyorsun, otur bir şeyler yaz istersen.” Kızımın bu önerisi sanırım sorunuza en güzel cevap olur.
Başkası için nasıldır bilemem ama bana göre bir yazarın ölmeden önce eserlerinin basıldığını görmesi büyük bir mutluluk ve huzur duyma sebebidir. Örneğin Kafka’nın eserlerinin o öldükten sonra basılması ve dünya çapında üne kavuşması talihsizliktir. Eserini görmeyen yazar, yazarını görmeyen eser dikotomisi bana göre daima yeri doldurulamaz bir boşluktur. Neler söylemek istersiniz.
Haklısınız. İlk kitap, ilk coşku, mutluluktan havalara uçma isteği… Keşke Kafka’da bu duyguları duyumsamış olsaydı. Yazarın kitaplarını okuyucusuyla buluşturması, karşıdan gelen verilerin içeriği bir yazar için ölçütü olmayan değerdedir. Olumsuz eleştiri iyileştirmek için zemini hazırlarken, sevilen yorum itekleyici özelliği yanında taşır. Bu nedenle yorumun her çeşidi yazar için önemlidir. Kalfa örneğine değinecek olursak; kendi dönemlerinde yaşamın içinde var olup sessizce yitip giden bilmediğimiz, gün yüzüne çıkamadan sonsuzluğun parçası olan kim bilir ne çok değerler olmuştur. Anonim başlığı adı altındaki eserlerin yitik kahramanları. Karşı öngörüyle, Kafka’yı bu yönüyle az da olsa şanslı bulurum. Kimi yazarlar yaşamı boyunca ölümsüzlüğe gönüllü hizmet verir, sonrasında unutulur gider. Olaya bu pencereden bakınca, dünyaca tanınmış, ismini ölümsüzler listesine yazdırmayı başarmıştır Kafka. Emeğin kaybolmamış olması ruhunu huzurlu tutuyordur belki. Kim bilir.
Gül ile Dal Arası Yaşamlar romanının kapağını beğendim. Romanın kendisini de beğendim. Tek kelimeyle usta işi bir çalışma. Meraklı ama biraz da üşengeç olan okurlara romanın konusunu kısaca özetler misiniz?
Romanın ana kahramanlarından olan Diler’in yedi yaşındayken akıl hastanesinde tanık olduklarıyla başlar roman. Yaşlı bir kadının elindeki Gül… Gül’e aşk ile bakan, ona ninniler söyleyen yaşlı bir kadın, başka hasta kadın tarafından hoyratça elinden çekilip alınırken kopan, koparken ince deriyi parçalayıp kana bulayan gül ve dal… Artık Gül, dal, yaşlı kadın aynı renktedir. Kırmızı kan rengi… Genç kızın, banyoda annesiyle kardeşinin görüntüsüne, çocukluğunu kâbusa çeviren hastane görüntüsü de eklenince, acaba-kim bilir sorularıyla çıkmaza giren ruh durumu. Ve roman aynı yumurta ikizi kardeşlerin çizgisinde ilerler. Gül ile dal gibi birbiriyle beslenen, farklı yaşamlara savrulurken acısını, yokluğunu, kayıplarını hücrelerinde hissederek yok olma noktasıyla varoluş çabasına giren yaşamlar. İntiharlar, ihanetler, çarpık ilişkiler, aykırı duygular, hastalık derecesinde bağımlılık, aşk, saf duyguların güldürdüğü yüzler, nefret; Türkiye-Almanya-Fas üçgeninde birbiriyle ilintili kültürel, sosyolojik, siyasi benzerlikler ve farklılıklar. Satılık Sevda romanı, aynı ülkenin üç farklı yöresel kültürünü buluşturarak üçlemeler sınıfında yer edinirken, Gül ile Dal Arası Yaşamlar romanı üç ayrı ülkeyi aynı noktada buluşturarak ikinci üçlemelerde yer edinmiştir.
Romanın iç kısımlarında gül ile dal motifine sık sık göndermelerde bulunmuşsunuz. Gerek Halk Şiirinde gerek Divan Şiirinde gerekse Cumhuriyet Dönemi Şiirlerinde bu müstesna çiçeğe hemen her şair değinmiş. Karacaoğlan’dan, Fuzili’ye, Aşık Veysel’den Cenap Şahabettin’e, Nazım Hikmet’ten, Sezai Karakoç’a kadar neredeyse her şair dizelerinde bu müstesna çiçeğe yer açmış. Bunu bir romanda görünce hemen dikkatimi çekti. Neler söylemek istersiniz?
Gül-dal olayı gerçek yaşanmışlıktı. Adana Ruh Sağlığı Hastanesinin çok ağaçlı bahçesinde dinlenmek, serinlemek için uğramıştım. Kuşların cıvıl cıvıl sesleri, akıl hastası yaşlı kadın ve elindeki bebeği bir dal kırmızı gül… Sevgilisinin sözlerini dinlememek için yerdeki taşları bir-iki-üç-dört sıralamasıyla sayan bir başka ruh hastası genç kadın. Tanık olduğum ve küçük bir öykü şeklinde yazdığım konuyu, aynı yumurta ikizi kardeşlerin soyut-somut ruh hallerini gül ve dalı ile betimleyerek romanıma işlemek istedim. Özellikle seçmemiş olsam da bu romana yakıştığını düşünüyorum.
Romanın başkarakterlerinden biri olan Diler, okuma hayallerini yarıda bırakarak ummadığı bir evlilik yapıyor; hayatının kumarını oynuyor. TÜYAP’ta bir arkadaşımla sohbet ederken “evlilik bir kumardır” diye bir yorumda bulunmuştu. Bu cümlenizi okurken o sohbet aklıma geldi. Diler’in ya da benim arkadaşımın söylemek istediği şeyin hedefinde ne var?
Çok doğru. İnsan denilen varlık, yaşam gibi çoğul ve karmadır. Bu çokluğun içinde katmer-katmer, iç içe girmiş sayısız kutular gizlidir, öyle bir çırpıda görülemeyen. Kişideki yerleşik oluşumları zamanla en çok da evliliklerde çırılçıplak gözlemlemek mümkün olur. Kişileri doğuran analar bile eşlerin birbirini tanıdığı kadar tanıyamaz evlatlarını. Doğal ve kaçınılmaz bir durumdur. Zamanın her anında asılı bekler umut. Bu nedenle kumar gibidir, bana göre de. Sözlerim kadın-erkek ayırmaksızın, insanı baz alarak anlaşılmalıdır. Ortak noktaların uyumluluğu evliliğin sürecini belirliyor olmalı.
İlk kez 1960’lı yıllarda Almanya’ya Türk göçü başladı. O tarihten beridir de bu göç devam ediyor. Hatta öyle ki Almanya içinde adeta küçük bir Türkiye oluşmuş durumda. Edirne’den Ardahan’a kadar nereye giderseniz gidin Türk toplumunda şu veya bu şekilde bir Alman imgesi yer edinmiş. Hatırlayın Fakir Baykurt’un hikâyelerinde sık sık Almanya geçer. Menekşe Toprak’ın eserlerinde de Almanya bir mekândır. Dikiz Aynası’nda da Gül ile Dal Arası Yaşamlar’da da Almanya bir mekân olarak geçiyor. Anlaşılıyor ki sizin dünyanızda Almanya müstesna bir yer. Neler söylemek istersiniz?
Almanya… Dışarıdan bir bilinç, okuyucu olarak böylesi durumu dile getirmiş olmanız bende farkındalık yaratmış durumda, teşekkür ederim. Haklısınız. Orada yaşamış olmam, şüphesiz iyi bir gözlemleyici olarak bende yer edinmiş olmasına bağlıyorum bu oluşumu. Kurgudan çok bendeki yeriyle, yaşadığım ya da tanık olduğum olaylarıyla anlatmak çok daha rahatlatıcı. Kısacası oradaki yaşamdan çaldıklarım, diyebilirim.
Romanınızı okurken çay içiyordum. “Bir erkeği baştan çıkaran duygular, kadınların tuzağıdır” cümlesini okuyunca çayı masaya bıraktım. Hemen bir kalem alıp cümlenin altını iki defa çizdim. Bunu mutlaka Suzan hanıma sor diye de not almışım. Bu ifadeyi açmanızı rica edebilir miyim?
Romanlarımda gözlemlerim doğrultusunda vurgulamaya çalıştığım bir konudur bu. İnsanlar ne çekiyorsa çoğu kez kendi hemcinslerinin çevreye yaydıkları kişisel bakış açısından çekiyor diyebilirim. Bu, kocasına-karısına aşık bir insanın kıskançlıkları (kendi hemcinslerinden), çocuklarını koruma adı altında onların tercihlerini denetleme içgüdüleri ve haklılıklarına inandırmak için karşı tarafa giydirilmeye çalışılan kılıflar… Erkek, kendi hemcinsinden karısını; kadın kendi hemcinsinden kocasını kıskanır, korumaya çalışır. Olaya bu açıdan bakınca erkek de kadın gibi kendilerine güven duymayan varlıklar bana göre. Romanda sözü geçen bu deyim, oğluna aşık (!) bir ananın arka sıralarda yer almamak için verdiği bir mücadele yani bir kadının diğerini yok etme çabası. Romanı okuduğunuz için bilirsiniz, ana-oğul arasındaki ilişkinin uzantısını…
Romanda pek çok isim geçiyor. Samimiyetle söylüyorum; bu isimler nerede, nasıl, ne sebeple buluşacaklar diye merak ediyordum. Sayfaları çevirdikçe tüm karakterlerin sanki bir mıknatısın merkezine çekiliyormuş gibi bir krizin etrafında ustaca buluştuklarını görmek beni oldukça şaşırttı. Bunu başarmak göründüğü kadar kolay olmasa gerek…
Hiç kolay olmadı sevgili arkadaşım. Neredeyse romanı ezberledim. Bir kitapta en çok dikkat ettiğim konu duygu aktarımı ve us/a ters düşecek durumdur. Yazar romanını yazarken içeriği ile bütünleştiğinden görselliğe ya da karşı tarafa ne tür olumsuzlukların yansıdığından emin olamıyor çoğu kez. Kalan Yayınevi sahibi Yılmaz Arslan Beye, “Aman mantık hatası olmasın!” demiştim. Çünkü romanı benden sonra okuyan ikinci göz oldu orası; sizinle de üç… Şu an bu konuda rahatladığımı söylemeliyim. Teşekkür ederim.
Kadir, Selvi (Selma), Farid arasındaki kriz kanlı da bitebilirdi? Oysa olabilecek en medeni şekilde kriz çözülüyor. Bu bir benimsenmiş tarz gibi geldi bana. Bir yazar olarak Suzan Kuyumcu’nun yazma tarzında neler öne çıkar?
İyi bir gözlemleyiciyle söyleşi yapıyor olmak ayrıcalıktır. Öncelikle bu özelliğinizi belirtmek isterim. Evet kanlı bitebilirdi. Kitap; konusuyla, topluma vermek istedikleriyle, sağaltıcı yanıyla, dönemin kültürüyle, yöresel alışkanlıklarıyla çok iyi bir taşıyıcıdır. Uzun bir yolculuğun hamalı da diyebiliriz. Kitapların iyileştirici, birleştirici yönüne inandığımı önceki söyleşide belirtmiştim. Suzan Kuyumcu’nun yazma tarzında olaylara pek çok pencere açılabilir, konuya ya da kişiye uygun olacağına inandığı pencereyi sonuna kadar açar. İzlediği yol budur.
Selvi (Selma) ile Vedi, Diler, Nevzat karakterlerinin düştükleri krize hayret ettim, çözüm şeklinizi de takdirle karşıladım. Gerçek hayatta yakın bildikleri kimselerin uzak, uzak bildikleri kimselerin ise yakınları olduğunu deneyimleyen insanlar var. Sonunda hakikat ortaya çıkınca bu tür ilişkilerin yönü nereye varır?
Su akar sonunda yatağına bir şekilde ulaşır, elbette. Roman kahramanlarından Vedi’nin düşündüğü gibi, “Bulutların hareketiyle her an her şey değişebilir” Gökyüzü gibi evdeki herkes kısa zamanda başkalaşım geçirebilseydi keşke. Bunun için güçlü rüzgâra ya da fırtınaya gereksinim vardı, daha çok parçalayıp herkesi farklı yerlere mi savururdu yoksa birbiri üzerine yığarak bütünleştirir miydi? Sonuç… Bilinmezliğin içinde savrulmaktan iyiydi. İçi acıyordu Vedi’nin.” savrulmaktan iyidir. Evet sonunda herkes kendi gerçeği ile buluşur. Edinilen gerçeklerin izleğini kültürel birikimler belirler. Soyut-somut varsıllık. Okullarda öğretilmez, kitaplarda tam olarak yazılmaz; kişinin kendine olan yatırımları sonucu önündeki duvarın arkasını görebilme öngörüsüdür bu.
Okumam boyunca romanın ana karakterlerinden Vedi’yi nefes almadan takip ettim. Acaba Vedi ne diyecek, acaba Vedi’nin yolu nereye çıkacak, acaba Vedi’nin başına ne gelecek… soruları ile romanı bitirdim. Kısacası bir gözüm hep Vedi’nin üstündeydi. Vedi’nin babasıyla olan soğuk ilişkisi ülkemizde yüzbinlerce çocuğun ilişkisini andırdı. Vedi’nin acılı hayatı Acaba babam neden böyle? Beni neden sevmiyor? Ben ona hiçbir şey yapmadım ki. Beni hiç kucaklayıp oğlum demedi? Sorgularıyla bitiyor. Bu dertten muzdarip milyonlarca çocuk aklıma geldi. Acaba bu tür ilişkilerin altında romanınızdaki gibi gizli bir kriz mi var, ne dersiniz?
İnanıyorum ki Vedi-Merve ikilisini çok sevecek okuyucu. Ben ise Nevzat’ı çok sevdim. Romanın renkli kişiliğidir diyebilirim ona. Kesinlikle derinlerde bir yerde pusuda bekler gibi sinsice beslenir krizler. Bu krizin boyutu, ismi farklılıklar gösterebilir elbette. Toplumumuzda en büyük sorunun babaların dönem kültürüne uyum sağlamakta zorlandıklarından kaynaklandığına inanıyorum. Aile içi kültür yapısını, yetiştirilme alışkanlıklarımızı geleceğe taşırız. Kendi dönemimizde olağan durumların çocuklarımızın dönem kültür yapısına uymayacağını çoğu zaman göz ardı ederiz. Yani değişime kendimizden başlamamız gerektiğini düşünmeyiz bile. Bu nedenle kazanmaya çalıştıkça kaybederiz onları. Sonunda saçını süpürge eden anne-baba; anlaşılmayan, yaşamı çatışmalar içinde geçen sevgisiz çocuklar.
Romanınız psikolojik tahliller ve bilinçaltı okumaları bakımından da benden tam puan aldı. Psikoloji bilimi ile ilginiz olup olmadığını sormak isterim.
Psikoloji bilimi konusuna yukarıda vermiş olduğum yanıtlarda sanırım ipuçlarına rastlanılır. İtekleyici etkenler… Liseli yıllarımda uygulamalı olarak okuduğum Doğan Cüceloğlu eserlerine de çok şey borçluyum, diyebilirim. Anısına saygıyla. Tahliller, bilinçaltı okumalar bende öylesine çok gelişmiştir ki bu veri sayesinde hayvanları, bitkileri kısacası bütün canlıları hissedebiliyor, zorluklarında onlar için içim acıyabiliyor.
Bu eser bana göre realist akımın tüm özelliklerini karşılıyor. Hatta öyle ki bir ara kendimi Balzac’ın bir eserini okuyormuş gibi de hissettim. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Sevgili Aslı Hanım’cığım, okuyucuda edinilen izlenimler bir yazar için çok önemli olduğunu şüphesiz biliyorsunuzdur. Sadece mutlu olduğumu söyleyebilirim. Çok sağ olun.
Romanın serim, düğüm, çözüm bölümlerini tek kelimeyle harika buldum. 10. Bölümle birlikte romanı elimden bırakamadım. Sayfaları çevirdikçe kendimi Dünya Klasiklerinden birini okuyormuş gibi hissettim. Açıkçası böyle bir eserin Türk edebiyatında vücut bulmuş olmasından ötürü sizi kutlamak isterim. Bana göre Gül ile Dal Arası Yaşamlar edebiyat yaşamınızda ciddi bir eşiktir. Bundan sonra çıkaracağınız eserlerin en az bu eser kadar başarılı olması ya da bu eserin üstüne çıkması gerekecek gibi. Bu fikre katılır mısınız?
Uykusuz kalınan geceler, tıkandığımda arşınlanan odalar, beyin jimnastiği ile sendeleyişlerim kısacası emek esnasındaki bütün yorgunluğum şu an yok oldu diyebilirim. Teşekkür ederim.
Umuyorum. İzlenecek yol; bir eseri meydana getirirken çıtanın yükselişini izlemek gibi olacaktır.
Gül ile Dal Arası Yaşamlar’ı okurken “senaryoya çok uygun, bu romandan seyircinin konuşacağı bir film çıkar, diye içimden geçirdim. Yanılıyor muyum?
Üçlemeler sınıfına giren Satılık Sevda için de böylesi yorumlar almıştım. Evet oldukça zorlu yaşamlar. Elbette gelebilecek tekliflere açık olacağım. Öngörünüz için teşekkürler.
Bu eseri okuyanların size olan hayranlığının katlanacağına en ufak kuşkum yok. Türk edebiyatına bu kitabı kazandırdığınız için kendi adıma size teşekkür ediyorum. Söyleşiyi sonlandırırken kitabınızla ilgili özellikle söylemek istediklerinizin olup olmadığını da merak ediyorum.
Karmaların çeşitliliği ile tek başına çoğul olan biz insanların, önce ruhumuza sonra çevremize yansıttığı renklerle var olduğumuza yanıt gibidir bu eser.
Kitabınız hayırlı olsun, okurları bol olsun.
Emeğinize teşekkür ederim. Sevgilerimle.
edebiyathaber.net (28 Kasım 2023)