1980’ler Türkiye ekonomisi için dönüşüm yılları olmuştu. 12 Eylül askeri darbesi siyasi gerekçelerle yapılmış gibi görünse de ekonomide yaşananlar vatandaşın günlük hayatına da etkileri olmuştu. İlk kredi kartı uygulamaları, herkese çek defteri verilmesi gibi gelişmeleri anımsıyorum. Tabii en önemlisi taksitle alışverişin yaygınlaşmasıydı. Ülke borçlanmakla kalmıyor vatandaşı da geleceğe yönelik borçlanarak yaşamaya alıştırılıyordu. Hemen her şeyi bir takım borç senetleri ya da sözleşmeler imzalayarak satın alabiliyordunuz.
Perakende sektörünü oldukça canlandıran taksitle satışlar kısa bir süre sonra yayıncılık alanında da uygulanmaya başladı. Önce ansiklopediler taksitle satılmaya başladı ardından taksitle kitap satışına geçildi. Taksitle satmak üzere özel olarak diziler oluşturulmaya başlandı. Bu diziler güzel ciltli, şömizli kitaplardı ve genellikle Dünya klasiklerinden oluşuyordu.
Güzel ciltler, bu kitaplar evlerdeki kitaplıklarda şık ansiklopedilerin yanına dizilebilsin diye yapılıyordu. Yani dekoratif özellikleri vardı. Çünkü hedef alıcı az sayıda olduğu bilinen nitelikli okur değil hayatı boyunca “oku da adam ol!” diye kafası şişirilmiş, kitap sahibi olmanın ayrıcalık olduğuna inandırılmış çoğunluktu. Taksitle ya da gazetelerden kupon toplayarak sahip olunan ansiklopediler nedeniyle artık her evde bir kitaplık olmaya başlamıştı ve kitaplıklarda güzel görünümlü kitaplar bulunmasına da özeniliyordu. Yayıncılık sektöründe “metreyle kitap satma” devri başlamıştı.
Evlerdeki kitaplıklara okumak için değil eşe dosta gösterip böbürlenmek için kitap konulduğu için satın alınan kitaplarda tercih edilenler klasikler oluyordu. Çünkü klasikleri okumaya gerek olmadığına inanılıyordu. Kimse “Suç ve Ceza’nın konusu ne?” diye sormazdı çünkü kendisinin henüz Dostoyevski okumadığı ortaya çıkardı.
Altın, Cem, E, Varlık gibi bazı büyük yayınevlerinin zaten klasikler dizileri vardı. Bunlardan bazıları gelişmeye ayak uydurup kendi klasikler dizilerini taksitle satışa uygun hale getirmişti. Yeni kurulan Can Yayınları da hızla klasikler dizisi oluşturmuştu. Nihal Yalaza Taluy, Mehmet Özgül, Hasan Ali Ediz gibi değerli çevirmenlerin çevirilerinden oluşuyordu bu diziler.
Bu sırada sadece taksitle ansiklopedi ve kitap satışı yapmak amacıyla şirketler kurulmaya, bunlar da kendi klasikler dizilerini oluşturmaya başlamıştı. Tabii ki ticari amaçlı bu diziler daha çok görünüme önem veren, içeriğe, çevirinin niteliğine aldırmayan, hatta ucuza getirmeye çalışan yayınlardı. Okurun hangi kitabın çevirisi iyi diye merak etmediğini, kitabın cildine baktığını biliyorlardı.
Bir yandan çeşitli yayınevlerine düzelti, redaksiyon gibi işler yaparak cep harçlığımızı çıkarmaya çalışırken diğer yandan Adnan Özer, Mehmet Müfit, Tuğrul Tanyol gibi seksen kuşağı şairleriyle 3-4 sayılık şiir dergileri yayınlıyor, sadece şiir kitapları yayınlayan ve kısa sürede batan yayınevleri kuruyorduk.
Adnan’la birlikte Üç Çiçek Yayınları’nı kuran Tuna Yetkin Sosyal Yayınları’nda çalışmaya başlamıştı. Bir gün ilginç bir teklifle geldi. Sosyal Yayınları’nda taksitli satış birimi kuracaktı ve bize iş teklif ediyordu. Biz dediğim Adnan, ben ve arkadaşımız Enver Sezgin.
Sosyal Yayınlar o dönemin en önemli yayınevlerindendi. Sahibi Enver Aytekin Cağaloğlu’nda hemen herkesin tanıdığı ve saygı duyduğu biriydi. Türkiye’deki toplumcu siyasetin önemli adlarındandı. Ölümünün ardından yazılan bir yazıda belirtildiği gibi; “Hemen her ünlü tevkifatta ilk isim olarak içeri alınan Enver Aytekin, inancından taviz vermemiş, yaptığı çeviriler ve kurduğu yayıneviyle kültür alanında büyük hizmet vermiş, sol camiada büyük saygınlık kazanmıştır.” (Ölümünün Beşinci Yılında Enver Aytekin – Cumhur Kılıççıoğlu – bianet).
Sosyal Yayınlar toplumcu çizgide bir yayıneviydi. Hem önemli araştırmalar, klasikleşmiş felsefe ve siyaset metinleri yayınlıyordu hem de Dünya klasikleri dizisi vardı. Balzac, Cervantes, Gogol, Stendhal, Çehov, Turgenyev, Tolstoy, Dostoyevski gibi büyük yazarların eserlerini iyi çevirilerle yayınlıyorlardı. Yani göğsümüzü gere gere satabilirdik bu kitapları.
Taksitli satış nasıl yapılır, diye sorulsa bir fikrimiz vardı ama hiç o yöntemle satış yapmamıştık. Önce iş bölümü yaptık, iki kişi satış yapmak için dolaşacak, onların taksitle sattığı kitapları teslim görevini de birimiz yürütecektik. Tabii sonrasında her ay taksitleri toplamak işi de vardı.
Herkesin yaptığını yapıp büyük işyerlerine, okullara, fabrikalara, banka şubelerine gidip satış yapmayı düşündük. Adnan’la Enver, ilk iş olarak bir sendikacı arkadaşlarının desteğiyle binlerce işçi çalışan bir fabrikaya gittiler ve öğle tatili sırasında satış yapmayı denediler ve hiç satış yapamadan döndüler. Tabii ki büyük bir moral bozukluğu oldu.
O zamanlar İl Sağlık Müdürlüğü Divanyolu’ndaydı. Cadde üzerindeki haşmetli bina işe gidip gelirken dikkatimizi çekiyordu. Bir de orayı denemeye karar verdik.
Sağlık Müdürlüğü çalışanları bir kişi hariç bize hemen hiç ilgi göstermedi. Otuz yaşlarında, güleç çehreli, hoş sohbet, göbekli bir adamdı bu. Kitapları, dizileri tanıttık. Adam hem dünya klasiklerini hem de felsefe dizisini satın almak istiyordu. O kadar istekliydi ki hemen senetler düzenlendi, imzalandı, ertesi gün de Enver ve ben dizi paketlerini yüklenip adama teslim ettik. İlk taksiti aldık. Her şey yolundaydı. Keyfimiz yerine gelmişti. Bu şevkle izleyen ay içinde birkaç tane daha satış yaptık. Satışlarımız yetersizdi ama hiç değilse günler boşa geçmemişti.
Bir ay doldu, Sağlık Müdürlüğü’ne ikinci taksiti almaya gittik. İş arkadaşlarından borçlumuzun hastaneye yattığını öğrendik. İzleyen ay da bu durum devam etti. Adam bir türlü hastaneden taburcu olamıyordu ve biz de gittikçe ümitsizliğe kapılıyorduk. Sonra bir hafta sonu Hürriyet gazetesinde bağımlılar hakkında bir dizi başladı. Amatem’de yatan alkol, uyuşturucu bağımlılarıyla sohbetler yapılıyor, bu bağımlılıkların yaşamlarını nasıl etkilediği kendi ağızlarından öğreniliyordu. Röportaj yapılanlardan biri de bizim borçlumuzdu.
Adam iflah olmaz bir alkol bağımlısıymış. Mesai saatleri dahil gününü meyhanelerde geçiriyor, maaşının tamamını içkiye yatırmakla kalmıyor, bir de borçlanıyormuş. Borç alamaz hale gelince yeni bir yöntem bulmuş, taksitle satın aldığı ürünleri yarı fiyatına peşin satmaya başlamış. Tencere, yemek takımı, halı, ansiklopedi… Taksitle ne bulursa alıyormuş. Bunun için uğraşmasına gerek de olmuyormuş. Çünkü taksitle satış yapan pazarlamacılar ayağına geliyor, satın alsın diye dil döküyormuş. Bu saf pazarlamacılardan biri de biz olmuştuk.
Adam uçan kuşa borçluydu ama bundan hiç tasalanmıyordu çünkü yasalara göre maaşının ancak dörtte birine haciz konulabiliyordu. Alacaklılar tahsilat için icra dairesinde sıraya girmişti. Bize kim bilir ne zaman sıra gelecekti. Anlayacağınız tam anlamıyla dolandırılmıştık ve alacağımızı tahsil edebilmek için kaç yıl bekleyeceğimiz belli değildi.
edebiyathaber.net (26 Temmuz 2023)