Söyleşi: Adnan Gerger
Talip Emiroğlu ile Destek Yayınlarından çıkan “Kanlı Ceket” adlı kitabı üzerine konuştuk.
Kanlı Ceket, adlı öykü kitabınızda yer alan öyküler, bir eğitimcinin öznel olarak geçmişiyle yüzleşmesi mi yoksa bir ülkenin yakın geçmişinin sorgulaması mı?
Kanlı Ceket adlı öykü kitabımda birbirinden farklı kişileri ve olayları anlatan altı öykü yer alıyor. Yan yana getirdiğinizde bunların hepsini aynı kişinin yaşamış olması pek mümkün değil. Dolayısıyla, bir eğitimcinin geçmişiyle yüzleşmesi söz konusu değildir. Eğer beni kast ediyorsanız, ben geçmişimle çok önceleri yüzleşerek geldim buralara. Bir ülkenin yakın geçmişinin çocuklar üzerinden sorgulanması denebilir.
Kanlı Ceket’te yer alan öykülerde öyküleriniz; yakın bir zaman öncesinde ilk orta ve yüksek eğitim gören o saf, çalışkan ama yoksul öğrencilerin hangi zorluklarla karşılaştıklarıyla teknolojik hıza ayak uydurmaya çalışan bugünün konformist ve paralı kişilerin çocuklarının eğitim hayatını anlatıyor. Kanlı Ceket’te anlatmak istediklerinize karşı okurun ne gibi tepki vermesini beklersiniz?
Kanlı Ceket’te dünün saf, çalışkan ve yoksul öğrencileri anlatılıyor, ifadesine müdahale etmem gerekiyor. 1970 ve 80’lerin öğrencileri genel olarak böyleydi. Çok az sayıda bir zümrenin dışında. Bütün öğrenciler aşağı yukarı aynı şartlardaydı. Dolayısıyla, o dönemin öğrenciliği anlatılıyor, demek daha doğru olurdu. Diğer yandan, bu günün paralı çocukları ifadenize de pek katılamayacağım. Çünkü bu günün öğrencileri de geçmişe göre çok daha konfor içerisinde. Evet kitapta özel okul öğrencileri de anlatılıyor ama bugün özel okulla devlet okulları arasında eskisi gibi büyük uçurumlar yok. Benim orada asıl dikkat çekmek istediğim husus. Bugünün öğrencileri, sunulan imkanları yeterince doğru şekilde kullanabiliyor mu?
Öyküleriniz kategorik olarak ‘Durum’ öyküleri… Bu tür yazma kaygısı sizde nasıl oluştu?
Yazma arzusu bende çocukluğumdan bu yana hep oldu. Özellikle eğitim içerikli yayınlanmış yüzün üzerinde yazım var. Hatta bunların bir kısmını kitapta toplamıştık. Evet bu kitabım; olay örgüsü, geçişlerdeki bulanıklık ve okuyanda soru işaretleri oluşturması açısından durum öyküleri özelliklerini taşıyor. Ama ben yazımı belli kurallarla sınırlamak istemem. Mesela mekan tasvirlerim ve bazı karakterleri derinlemesine ele aldığım da oldu. Diyeceğim her kategoriden etkiler bulabilirsiniz benim öykülerimde. Mesela şu sıralar mizah öyküleri yazmaya çalışıyorum.
Mario Levi, sizin için öykü geleneğimizin çok sağlam bir yerinde duruyor, diye nitelemesi var. Siz öykü yazmaya devam ederseniz çizginiz yine böyle geleneksel mi olacak? Günümüz öyküsüne bakış açınız nedir?
Sn.Levi sağ olsun, öykülerimi okuma nezaketinde bulundu. Evet ben Anadolu’nun kadim kültür ve geleneklerini çok önemsiyorum ve yaşatılması gerektiğine inanıyorum. Yazılarımda buna katkı sağlayabilirsem çok mutlu olurum.
Günümüz öykücülüğü bana göre oldukça fazla çeşitlilik sunuyor. Deneysel ve yenilikçi anlatımlar dikkat çekiyor. Tabii bizim gibi geleneksel eserler de var. Bu arada usta yazarların gençleri yazarlığa teşvik eden güzel çalışmaları var. Bunları çok önemsiyorum. Eskiden yazarlığın pek öğretisi yoktu. İstisnalar var tabii. Bugün var ve havuz hem büyüyor, hem de daha kaliteli hale geliyor. Bu açıdan bakıldığında Türk yazınının geleceğini çok iyi görüyorum.
Akademik kariyeri olan bir eğitimcisiniz? Liselerde ve üniversitelerde sizce edebiyat eğitimi ve müfredatı yeterli mi? Bu sistem mantığı, öğrenciye edebiyatın kuramsal ve kavramsal olarak öğretileri dâhil edebiyat bilinci ve zevki içselleştirilebiliyor mu?
İstisnalar var tabii ama genel olarak liselerdeki eğitim beklentilerin altında. Çünkü ülkemizde maalesef sınav meselesi çok abartılı. Sanki bir araç değil de amaç halini aldı. Dört yıllık liselerin son iki yılı üniversiteye hazırlıkla geçiyor. Dershane veya özel kurslara gidiyor öğrenciler. Gidemeyen de test kitaplarından çalışıyor. Test sistemi ezberi teşvik ediyor veya zaten eğitimimizin bir türlü aşamadığı ezberci anlayıştan kurtulup yorumcu anlayışa geçişimizi engelliyor. Daha yürümemiz gereken analitik eğitim seviyesi de var. Ama biz ezbercilikte debelenip duruyoruz. Sınavlara bakıldığında aslında bilenle bilmeyeni ayırdığı söylenemez. Bir soruyu bir dakikada yapanla dört dakikada yapanı bir birinden ayırıyor. Dört dakikada yapan başarısız oluyor. Yani derinlemesine düşünen, kritik yapan başarısız sayıldığı için çocuk buna yönlendirilmiyor. Ezberleyip hemen cevap veren makbul. Bu şartlarda edebiyat öğrenilir mi? Bir eseri enine boyuna okuyup, düşünüp taşınıp tahliller yapmadan, mukayese yapmadan şiir, roman öğrenilir mi?
Edebiyatla ilgili tüm bölümlerde okuyanları da içine katarak gençlerin kitap okuma alışkanlıklarının ve okuma niteliklerinin giderek azaldığı iddialarını nasıl yorumluyorsunuz? Akıllı telefonlar, tabletler, notebooklar, laptoplar, bilgisayarlar, televizyonlar vs… öğrencileri bu anlamda nasıl etkiliyor?
Teknoloji elbette insanlık için çok önemli ve faydalı. Ancak doğru kullanılmadığı zaman tam tersine zararlı olabiliyor. Evet bilgiye ulaşım kolaylaştı. Ama şimdi asıl önemli olan bu bilgileri nasıl kullanacağınızdır. Araştırmalara bakılırsa ülkemiz internet ve sosyal medyada zaman geçirme bakımından dünyada ilk sıralarda yer alıyor. Ama dünyada ilk sıralarda yer alan bir yazılım markamız yok. Henüz bir teknoloji ürünümüz yok. Demek ki faydalı zaman geçirilmiyor buralarda. Ben edebiyat bölümünde okudum. Derslerin dışında en az yirmi bin sayfa kitap okumamız gerekiyordu. Her dersin hocası okumamız için kitap isimleri veriyordu. Bugün öğrencilere okumaları için kitap öneriliyor, google’dan özetini okuyorlar. Yorumları alıyorlar. Belki ödevini yapıyorlar ama kitabın içine girme hazzını yaşayamıyorlar. Gelecekte bu haz gerekli mi? Artık bundan da emin değilim. Mesela bir yemeği yerken lezzet arıyoruz. Gelecekte yapay gıdalar karın doyuracak ama bu lezzet hissini nasıl verecek bilemiyorum. Belki kitapların beyne aktırılması mümkün olacak ama o kitap kokusu zevki nasıl verilir bilmiyorum.
Metin okuma ve onu çözme, anlamlandırma sadece edebiyat derslerini de ilgilendirmiyor. Bütün diğer eğitim dallarını da çok yakından ilgilendiriyor. Sizce öğrenciler bunun farkında mı?
Sadece bizim öğrencilerle alakalı söylemiyorum, bütün öğrenciler için geçerli bu. Metin okuma ve anlama bütün derslerin temelidir. Türkçe’yi iyi bilmeyen biri yabancı dil de öğrenemiyor. Mesela PİSA sınavlarını örnek vereyim, ülkemizdeki öğrenciler de katılıyor, OECO ülkelerindeki öğrencilerle birlikte. Bizim çocukların okuduğu soruyu anlama oranı yüzde 5 filan çıkmıştı yanılmıyorsam. Olumsuz konuşmak pek tarzım değil ama ne diyeyim? Sorunun ne olduğunu tam anlamadan cevap veriliyor. Ezberciliği görüyor musunuz?
Size yetki verilse edebiyat ve okuma bilincini okullarda nasıl geliştirirdiniz?
Bu sadece okullarda olacak iş değil. Önce toplum olarak yazılanlara, eserlere gereken değeri vereceğiz. Önemseyeceğiz. Günde 6-7 saat seyreden ve internette sörf yapan ama okumaya ancak 25 saniye ayıran bir toplumun okullarında okuma bilincini hemen geliştiremezsiniz. Bu derin bir mesele. Farkında mısınız çocuklarımız artık küresel hikayelerle büyüyor. İdolleri küresel kahramanlar. Dolayısıyla onların pompaladığı kültürel etkinin altındalar. Artık onları kendi kültürümüzle etkilememiz giderek zorlaşıyor. Belki tersten gidip küresel empozelerin içerisine kendi unsurlarımızı koyarak etkileyebiliriz. Tam olarak söylemek istediğim, Ice tea kutusunda ayran içirmek gibi bir şey.
Edebiyat eğitiminden söz açmışken, salt okuma ve araştırma sorunsalının yanında bir de imla ve yazım kuralları bilme sorunu dile getirilmek istenmeyen, görmezden gelen bir kangren. Hatta bir okunaklı yazma sorunu da var ki evlere şenlik. Edebiyatla uğraşanları, tüm orta ve yüksek eğitim gören insanı da bu sorudan ayrı tutmadan imla ve yazım kurallarını bilmek, okunaklı ve düzgün yazmak için ayrı bir eğitim gerekiyor mu, sizce?
Bence günlük hayatta imla kurallarını uygulamak zaten kolay değildi. Teknolojinin hayatımıza bu denli yoğun girmesiyle insanlar bir bakıma imla kurallarına uyma stresinden kurtuldular. Özellikle emojiler de bu konuda etkili oluyor. Sadece bizde değil, bütün dünyada emoji dili kullanımının yüzde ellileri aştığı belirtiliyor. İngilizceye göre daha kolay olduğu göz önüne alınınca yeni bir dünya dili oluştuğundan söz edilebilir. Galiba 5-6 bin yıl öncesinin hiyerogliflerinden evrilerek geldiğimiz bu günün yazı aşamasından tekrar Maden Devri’ne doğru dönüş yapıyoruz. Siz haklı olarak, imla kurallarının kullanılmamasından duyduğunuz rahatsızlığı dile getiriyorsunuz ama diğer taraftan kelime veya cümleler bile kullanılmıyor, pek çok durum bir emojiyle ifade edilmeye çalışılıyor. Dahası bu kolaylığa bir şekilde alıştık. Ama sağ olsunlar, editörler henüz emoji kullanmıyor.
Bu röportajı siz yapmış olsaydınız kendinize ne sorardınız?
Son olarak şunu söylemek isterim; çocuklarımıza zorluk yaşamaları konusunda kıyamıyoruz. Aman onlar mutlu olsun noktasındayız. Çoğu zaman kendi yapmaları gereken durumlarda bile biz destek oluyoruz. Hatta onların yerine biz yapıyoruz, ölçüyü kaçırıyoruz. Hep bize veya birine dayanarak yaşayacağı bir hayata itiyoruz. İşte asıl o zaman onlara kıymış oluyoruz. Kanlı Ceket zihinleri bu muhakemeye yönlendirebilirse mutlu olurum.
edebiyathaber.net (2 Ekim 2023)