Deniz Faruk Zeren (1977/Siverek) birçok insan gibi siyasi nedenlerden dolayı tutuklanıp bir süre hapiste yatmış biri. Ama onun yaşamla bağını perçinleyen temel bağ belki de en önemlisi edebiyat ve okumak; en azından bu dediğime kanıt olan dördüncü kitabının bana hissettirdiği bu diyeyim. Dördüncüsü diyorum, çünkü Dörtmevsim İlkbahar (şiir), Yasak Kitap (hikâye) ve Zeya-Serhatta Bir Gün (novella) adlı kitapları da var/mış. Ben hiçbirini duymadım, okumadım da ama son hikâye kitabı, (Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu, Eylül 2022/Dipnot) gerçekten de yetkin bir hikâyeci ile karşı karşıya olduğumuzun kanıtı, en azından bana göre böyle. Çünkü ‘Rızgar’la başlayıp ‘Simülasyon’la biten yirmi bir hikâyeyi okuyup kitabı kapattığımda; her dış uyaran kendine benzeyen şeyleri anımsatır insana sözüme uygun biçimde hikâyeler toplamının bana anımsattığı şu oldu: Deniz Faruk Zeren’in hemşerisi olan Bekir Yıldız ile yazdığı tüm hikâyelerde işçi sınıfının ideolojisini elmanın içindeki vitamin gibi eriten Metin İlkin’in sentezi bir hikâyeci oluşu…
Metin İlkin, kasaba ve büyükşehrin gecekondu mahallelerinde yaşayan emekçi sınıftan tipleri güçlü gözlem yeteneğiyle işlemiştir. Hikâyelerinde küçük adamların gündelik hayatlarını, çatışmalarını gerçekçi ve sarsıcı biçimde aktarır. İlkin, konularını ve hikâye kişilerini hayattan alarak düşünceden gerçekliğe değil de gerçeklikten düşünceye vararak inandırıcılığı artırırken hem kişileri soyutluktan hem de anlatılanları soğukluktan kurtarır. Ve çoğu hikâyesinde finali, yani sonu okura bırakır. İlkin’e göre, -en azından yaşadığı sürece- hayatta biten, sonlanan bir şey yoktur, hayat da mücadele de bir akış hâlindedir çünkü.
Deniz Faruk Zeren’in de birçok hikâyesinde kanıksadığımız anlamda bir başlangıç ve son yoktur. Bu tür hikâyelerinin girizgâh anlamında birer başlangıcı olsa da ‘son’ yoktur. Düşüncelerin, duyguların, mücadelelerin süren kişisel hayatlar gibi bir akışı olduğundan… O da hikâye konularını sentezi olduğu iki değerli yazarımız gibi gerçekliklerden ve de iyi bildiği dış-konulardan seçmiş.
Bekir Yıldız ise, toplumcu bir edebiyattan yanaydı. Eserlerini de bu bağlamda sade, anlaşılır ve düz anlatımla kaleme almıştı. Gerçekliğe yaslı dili, sanatsal söyleyiş ve betimlemelerden uzaktı. Yıldız, aktardığı her şeyi olduğu gibi, bütün çıplaklığıyla aktarmak istemiş ve dolaysız bir üslupla yazmıştı hikâyelerini ve de romanlarını. Onun tarzı kendine özgüydü demek yanlış olmaz. Salt gerçeklikle kurgulanan kahramanları; idealist tavırlardan yoksun, hayatın acısını tatmış kimselerdir. Yıldız’ın bilinçli bir şekilde tercih ettiği bu tavır, onun okurda bir duyarlılık sağlama amacıyla ilişkilendirilebilir. Kahramanlarını konuştururken bu gerçekçi tavra bağlı kalmış; kahramanlarını kendi ağız özelliklerine göre konuşturmuştur. Çarpıcı ve sarsıcı hikâyelerinde en iyi bildiği yöresini, bölgesini ve insanına yazarlık aynasını tutmuştur.
Deniz Faruk Zeren de Metin İlkin ve Bekir Yıldız anlayışının sentezi bir hikâyeci bana göre. Çünkü bir yanıyla hayata bakışının, kavgasının, dünya görüşünün -ki bu yanıyla, tutumuyla Metin İlkin gerçekliğine yakın-, diğer yanıyla da iyi bildiği insanların, bölgenin ve hatta ülkenin yanındadır. Bu yanıyla da Bekir Yıldız gibi hikâye konularını yalın ve sarsıcı bir dille, üstelik de içselleştirdiği dış-gerçekliği hikâyelerinde yeniden yaratarak yazdıklarını sahici yapabilmiştir. Bu yüzden de o da yazarlık aynasını bu sentezle bölgesine, ülkesine, dayatılan haksızlıklara, insanca yaşama kavgalarına, mücadelelerine ve direnmelere tutarak, yani insana özgü hâllere, durumlara tutmuş ve bu özgün aynada gördüklerini kelimelerden oluşan kısa filmler gibi hikâyelerine yansıtmıştır. Bu yüzden de özgün ve tok sesli bir hikâyeciye kulak vermemiz gerekir diyorum.
edebiyathaber.net (13 Aralık 2022)