İspanyol yönetmen ve senarist Luis Bunuel Portoles sinemada sürrealizmin babası olarak biliniyor. Sistem eleştirisi yaptığı filmleri İspanya’da yasaklanıyor. Meksika’dan davet alarak orada filmlerini yapmaya devam ediyor ve bin dokuz yüz seksen üç yılında hayata veda ediyor.
Filmleri arasında; Endülüs Köpeği, Altın Çağ, Ekmeksiz Toprak, Yokedici Melek, Oda Hizmetçisinin Günlüğü, Çöllerin Simon’u, Gündüz Güzeli, Samanyolu, Özgürlük Hayaleti, Arzunun O Belirsiz Nesnesi isimli filmler yer alıyor.
Arkadaşı Salvador Dali ile ortak eseri olan “Un Chien Andalou Endülüs Köpeği(1929)” on altı dakikalık kısa metraj filmi, ilk deneysel filmlerden ve şiddetin sıradanlaştırılmasını anlatıyor.
Burjuvazinin Gizli Çekiciliği (The Discreet Charm of The Bourgeoise) filmi bin dokuz yüz yetmiş iki yapımı sürrealist bir eser. Bunuel bu filmi yetmiş iki yaşında gerçekleştiriyor. Film senaryosunda Jean-Claude-Carriere ismi de yer alıyor. Yapımcısı Serge Silberman olan eserin bütçesi sekiz yüz bin dolar.
Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı, BAFTA En İyi Kadın Oyuncu Ödülü gibi ödülleri olan film “Samanyolu”, “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği” ve “Özgürlüğün Hayaleti” üçlemesinin parçası.
Temel olarak bilince bir başkaldırı olarak özetlenebilecek bir sanat akımı olan Gerçeküstücülük, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı kaosa tepki olarak doğuyor ve Bunuel’in filmlerinde ustalıkla kullanılıyor. Filmde, tuhaf olaylar imkânsız veya çelişkili olsalar bile bireyler tarafından olağan kabul ediliyor. Sofistike-komedi filmde protest öğeler ince mizahla işleniyor
Yüz iki dakikalık Fransızca filmde İspanyolca diyaloglar da yer alıyor. Oyuncular arasında Bunuel’in pek çok filminde yer alan Fernando Rey’in yanısıra, Paul Frankeur, Delphine Seyring, Stephane Audran, Bulle Ogier ve Jean-Pierre Cassel yer alıyorlar.
Rüyalarla, ordu, hükümet, kilise ve burjuvaziye yönelik ağır taşlamalarla, bunları birbirine bağlayan semboller ve diyaloglarla bezenmiş film, aristokrat sınıfa kendi yaşamlarını gösterip onları şaşırtıyor. Yetki duygusu, iki yüzlülükler ve yolsuzluklar ortaya konuluyor.
Bunuel’in yapıtında bürokratlar, politikacılar, ordu ve zenginlerden oluşan merkezi karakterler tiyatro oyununda rol yapıyor havasında kostümlerini taşıyor ve davranıyorlar.
Filmde üç sahnede malum menzile ulaşmaya çalışan altı kişi amaçsızca yürüyor. Bunuel film gösterime girdikten sonra kendisine yöneltilen, “Bunlar niye yürüyor?” sorusunu hiç cevaplamıyor.
Filmin yürüyen burjuva grubunda yemek grubunun ayrılmaz parçası olan piskoposu göremiyoruz. Amaçsız yürüyüş bir menzile ulaşmadığı gibi, grup hiçbir zaman yemeklerini tamamlayamıyor.
Yönetmenin serinkanlı bir şekilde resmettiği envai çeşit tuhaf durumla insanı gafil avlayan bu komedi anlayışı, burjuva yaşamının önemli seremonilerinden biri olan ve eserin hemen hemen büyük bir temasının kendisinden beslendiği ‘yemek’ bu filmin evreninde adeta bir illete tutulmuş, bir türlü olması gerektiği gibi hayata geçirilemiyor. Bazen ev sahibi beklemediği için yemek gerçekleşemiyor, bazen gittikleri restoranda yan odada bir cenaze hazırlığı yapıldığı için. Plastik tavuk gibi yapay yiyecekler, askeri manevralar ya da masadakilerin kendilerini tiyatro sahnesinin oyuncuları durumunda bulmaları sonucu yemek yarım kalıyor. Öyle ki burjuva sınıf toplanıp adam gibi yemek bile yiyemez diyor Bunuel.
Filmde insanların engelleyemedikleri yönlerine işaret eden sahneler bulunuyor. Büyükelçi, öldürülme riskine karşın yoğun ateş altında saklandığı masanın altından elini açgözlülükle uzatarak, tabaktan jambon alıyor. Diğer örnek; aristokrat çiftin, misafirleri yemeğe geldiği gece penceren dışarı kaçarak bahçede beraber olması ve misafirleri bekletmeleri. Uzun süre bekledikten sonra evden ayrılmış misafirlerin gitmesine bir anlam veremeyen çift bunu kendilerine yapılmış yanlış bir davranış olarak algılıyor. Aristokrasinin koşulsuz şartsız her şeyi kendilerine doğal hak saymalarına bir gönderme yapıyor Bunuel.
Filmdeki İlginç sahnelerden bir diğeri, dostlarının evinde yemekte olan burjuvazi grubunun ışıkların bir bir yanması ve perdenin açılması ile bocalaması. Perde açılınca karşılaştıkları kalabalık onların gerçek yüzünü gören toplumu simgeliyor. Her biri toplumsal yapı ve kendileriyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Burada bazıları kendilerine sufle edilen sözleri tekrarlarken bazıları utanarak yavaşça sahneden çekiliyorlar. Sufle sözleri tekrarlayan piskoposken, sahneden en son çekilen, aristokrat oluyor. Tüketilen yemeği ve masayı hazırlayan emekçiler ise doğal olarak bu yüzleşme sahnesinde yer almıyorlar.
Filmde karakterler kendilerinden beklenenin dışına çıkıyorlar. Örneğin papaz cinayet işliyor. Hem de seni affettim dedikten sonra arkasını dönüp giderken. Bürokrat, seni affettim dediği suçlu kızın arkasından bir el işaretiyle tutuklanmasını buyuruyor. General astlarının yanında esrar kullanıyor. Ülkesini her zaman aşağılayan büyükelçi, yani bürokrat bulunduğu ülkede ikamet eden kendi vatandaşlarının sorunlarına eğilecek yerde diplomatik bavulu sayesinde eroin ticareti yapıyor. Her birey kendinden beklenen davranışların dışına çıkıyor ve diğerlerince normal karşılanıyor bu durumlar.
Bunuel, film eleştirmenlerinin yaptıkları analizden hayal kırıklığına uğruyor. Ayrıca filmin afişini de beğenmeyerek, afişte çift bacaklı dudak ve melon şapka olmasını öneriyor. Afiş Bunuel’in istediği şekilde günümüze geliyor.
Üçlemenin diğer filmlerinde buluşmak dileğiyle.
Zeynep Yenen – edebiyathaber.net (22 Eylül 2020)