“Biz kimiz? Nereden geliyoruz?
Nereye gidiyoruz? Beklentimiz ne?
Bizi ne bekliyor?”
Ernst Bloch
Joshua Ferris, son dönem Amerikan edebiyatının en çok konuşulan, geleceği en parlak görülen genç yazarlarından biri. Ferris’in edebiyat dünyasındaki bu yükselişi, ona saygın edebiyat ödüllerinden hatırı sayılır başarılar olarak geri dönmüştü. 2009 yılında Siren Yayınları‘ndan çıkan Ve İşimiz Bitti romanıyla PEN/Hemingway ödülünü almış ve National Book Award’a adaya gösterilmiş. 2010 yılında çıkardığı ve yine Siren Yayınları’nın Türkçeleştirdiği Bilinmeyen romanı da edebiyat çevrelerinden olumlu eleştiriler almış. Bu listeye geçtiğimiz aylarda ülkemizde de yayınlanan 2014 yılının Man Brooker finalisti ve aynı yılın Dylan Thomas ödülünü kazanan Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam kitabı eklendi. Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam, Joshua Ferris’in diğer kitapları gibi Siren Yayınları tarafından yayınlanan üçüncü romanı. Kitabı Begüm Kovulmaz Türkçeleştirmiş.
Sahiden ne için yaşıyoruz?
Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam’da Paul O’Rourke’un hikayesine tanıklık ediyoruz. Paul O’Rourke, New York’lu bir dişçi. Ağız sağlığına ve özellikle diş ipi kullanımına obsesiflik derecesinde takıntılı. O’Rourke, hayata kötümser bakan, dünyayla ilişkisini kesmiş, etrafında neler olduğuyla ilgilenmeyen bir nihilist. Hayatının neredeyse tamamını diş tedavilerine ve beysbol takımı Red Sox maçlarını takip ederek geçiriyor. Sevgilisi Connie (kendisi aynı zamanda O’Rourke’un dişçi kliniğindeki yardımcısı) tarafından terk edilmiş, çevresinde dostu olmayan ve kati suretle sosyal medya kullanmayan biri. Bir dönem Tanrı’ya inanmayı denemiş ama bu girişimi pek olumlu neticelenmemiş. Onun bu hali Woody Allen’ın “sana göre bir ateistim, Tanrı’ya göre soylu bir muhalif” sözünü hatırlatıyor ister istemez.
Dışarıdan bakılınca doktorumuzun gayet iyi bir yaşama sahip olduğu görülüyor, parası var, New York gibi bir şehirde yaşıyor, dilediği gibi yaşamakta özgür amma velakin O’Rourke sahip olduğu konfora rağmen bir iç huzursuzluğa sahip. Bu iç huzursuzluğunu gidermek için, spora gidiyor, alışveriş merkezine gidiyor ama olmuyor, gideremiyor ruhunu saran boşluğu, mutsuzluğu. Her şeye sahip ama hiç bir şeye sahip olmayan yapayalnız biri olduğunu fark ediyor zamanla. Bu boşluk hissi onu bir takım sorulara götürüyor haliyle: Hayatın anlamı ne? Ne için yaşıyoruz? Eninde sonunda öleceksek neyin için bu toz duman, sıkıntı? Bu sorular insanoğlunun hayatı boyuca cevap aradığı ve arayacağı sorular. Paul O’Rourke da bu sorulara cevap arayan bir karakter. Felsefi bir takım cevapların peşinde değil kendisi, ruhunu saran iç sıkıntısını, kendisini rahatsız eden o boşluğu kapatmaya çalışıyor aslında. Halbuki Otostopçunun Galaksi Rehberi’ni okusaydı hayatın anlamı hususunda ikna edici bir cevap alacaktı. Lakin O’Rourke’un varoluşsal krizi çok derin öyle kolay kolay kapanacak gibi değil.
Bir gün, kliniğe gizemli bir adam geliyor. Tedaviden sonra gizemli adam O’Rourke’a bir Ulm olduğunu söyleyip ortadan kayboluyor. O’Rourke için fazlasıyla anlamsız olan bu kelimeyi kendisi ilk başta haliyle hiç ciddiye almıyor. Lakin işler tam tersi bir şekilde seyir ediyor ve olaylar bir nevi o kelimenin dişçimizin hayatına girmesiyle başlıyor. Gizemli adamın kendisine Ulm olduğunu söylemesiyle beraber, sosyal medya kullanmayan O’Rourke adına bir twitter hesabı, dişçi kliniği adına da bir web sitesi açılıyor. Açılan twitter hesabından, Tanrı’dan kuşku duymayı öğütleyen kadim bir dini cemaat olan Ulm’lar hakkında paylaşımlar yapılmaya başlanıyor. Üstelik bu paylaşımların bazıları antisemitik söyleme de sahip. Yine kendisinden habersiz olarak açılan kliniğinin web adresinden de yine bu cemaat hakkında bilgiler giriliyor bu da yetmezmiş gibi klinikte çalışanların da özgeçmişleri yayınlanıyor. O’Rourke çevresine bu tweetlerin kendi hesabından atılmadığını kanıtlamaya çalışırken diğer taraftan kliniği adına açılan web sitesinin kapatılması için uğraş veriyor.
Tüm bunlar olurken, Ulm cemaatinin çok önemli bir üyesi olan Grant Arthur tarafından mailler almaya başlıyor. Bu kişi ona bu cemaatin tarihi hakkında bilgiler vermeye, O’Rourke’un da bu cemaate üye olduğunu bahsediyor. O’Rourke, bir taraftan kimliğini çalan bu kişileri bulmaya çalışırken zamanla Grant Arthur tarafından gönderilen gizemli maillerin etkisine girmeye başlıyor. Dişçimiz kendisini bir nevi Dan Brown hikayesinin içerisinde buluyor. Kendisi ve çevresi hakkında her şeyi bilen bu gizemli adamın izini sürmeye ve gerçekte kim olduğunu bulmaya çabalıyor. Bu durum kendisinde takıntılık yaratıyor; bütün zamanını bu gizemli cemaat hakkında bilgi toplamaya ve Grant Arthur’la mailleşmeye harcıyor. Gerisi, kitabın arka kapağında yazdığı gibi Tanrıtanımaz dişçimizin Tanrı’yı aramasının absürt hikayesi oluyor.
Modern hayat eleştirisi
Joshua Ferris, Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam’da din, inanç, cemaatler gibi kavramları ana eksenine yerleştirse de asıl eleştirisini modern hayat üzerine yapıyor. Hayatlarının tamamını çalışmaya adayan “tembellik haklarını” unutan, boş zamanlarını nasıl değerlendireceğini bilmeyen beyaz yakalı huzursuzluklarını, sosyal medya ve tüketim bağımlıklarını resmediyor romanında. Ferris, kitapta özellikle son yıllarda müthiş artış gösteren internet bağımlığına dikkat çekiyor. Artık hayatımızın bir parçası haline gelen akıllı telefonlara mesela kitapta “egocihazı” diye adlandırıyor.
Yazar gerçek hayatta da sıkı bir internet muhalifi olduğunu, hiç bir sosyal medya mecrasında hesabı olmadığını röportajlarında sıklıkla belirtiyor. Kitabın da önemli bir kısmının bu meseleye ayrılmış olması şaşırtıcı değil haliyle. Başlarını akıllı telefonlarından kaldıramayanlar, karşılıklı sohbet ederken bile elleri bir anda telefonlarına gidenler, akıllarına gelen her şeyi google’a soranlar, selfie çekmeden duramayanlar, hayatlarının her anlarını sosyal medyadan paylaşanlar, romanda Joshua Ferris’in eleştiri oklarından nasiplerini alıyorlar.
Kitapta da bu durum çok eğlenceli bir şekilde hicvedilmiş. Grant Arthur’dan gelen mailler dişçimizi o kadar bunaltıyor ki, kendisi çözümü kliniğin internetini keserek bulacağına inanıyor. Kliniğin diğer çalışanları ise birer sosyal medya bağımlısıdır ve internetin kesilmesiyle birlikte ne yapacaklarını bilemiyorlar, elleri terlemeye, titremeye başlıyor. Tıpkı gerçek hayatta twitter ve facebook’a girilemeyince insanlarda yaşanan panik havası gibi durum oluşuyor klinikte. Sorunun kaynağının O’Rourke olduğunu öğrenince de ona büyük tepki gösterip interneti yeniden açtırıyorlar. “Yarım saat sonra, iki aydır, belki de on yıldır yaptığım en iyi dolguyu bitirdiğim esnada 2 numaralı muayene odasında kıstırdılar beni. iPad’leri, ego-cihazları ve bakışlarında cinai öfkeyle, bir çocuğa ya da evcil hayvana zarar vermişim gibi nefretle peşime düşmüşlerdi.”
Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam, beysbol tutkusu, din, cemaat ve internet bağımlığı üzerine çarpıcı bir modern hayat eleştirisi sunuyor özetle. Bunu yaparken de ağır teolojik söyleve ya da klişelere başvurmuyor, mizahı ve eğlencesini bir an olsun kesmeden aktarıyor hikayesini. Joshua Ferris, O’Rourke üzerinden hepimize bir ayna tutuyor, hepimizin hayatlarının son sürat bir şekilde aynılaştığı- hatta instagram’da kullandığımız filtrelerin bile- alışveriş yapmaktan, tweet atmaktan, araba, ev almaktan başka bir şey yapmayı bilemez hale gelen modern insan halleriyle dalgasını geçiyor. O’Rourke aslında sizsiniz, hepimiz işte hepimiz aynı boşluğun içinde debeleniyoruz diyor bir anlamda. Lakin kitapta da bu boşluktan nasıl çıkılacağına dair ufak da bir ipucu da veriyor; kafanızı cep telefonlarınızdan kaldırıp etrafa baksanız, sıkıcı alışveriş merkezlerinde zamanınızı harcamasanız, basit yaşamayı, olayları akışına bırakmayı deneseniz her şey daha kolay olacak diyor. O’Rourke da kitapta zamanla bütün olayın bu olduğunu anlıyor ve hayatın sırrını çözmüşçesine ‘evraka’ diyor “Neden akışına bırakmayalım? bisiklete bin, güneşin batışını seyret, film indir ve hiçbir şey için endişelenme. Bu kadar basit olduğunu bilmiyordum.” Hem zaten boşuna dememişler: “Hayat basit, zor olan basit yaşamak.”
Can Öktemer – edebiyathaber.net (28 Ocak 2016)