Söyleşi: Can Öktemer
Edebiyat neyi anlatır? Asla tek bir cevabı olmayan bir soru bu. Antik çağlardan beri, yaşadıklarımızı, dünyayı sözcüklerle anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bu bağlamda Tarhan Gürhan‘ın 2012 yılında yayımlanan Alkoliçe bağımlılıklar, hayatın ağırlığı ve devam etme üzerine çarpıcı bir metindi. Yazar ilk kitabında, lafı sözü fazla süslemeden, hayatı, yaşadıklarını olduğu gibi satırlara nakşetmişti. Yazarın, geçtiğimiz günlerde Karakarga Yayınları’ndan yayımlanan “Uçurumu Koruyan Korkuluk”, Alkoliçe’nin yarıda bıraktığı virgülü bir cümleye tamamlıyor. Uzun, sert, kırılgan ama ucunda ışığın görüldüğü bir cümleyi okuyoruz kitap boyunca. Tarhan Gürhan’la son kitabı, aşkın dengesini, bağımlılıkları ve yola devam etme üzerine konuştuk.
-Geçtiğimiz günlerde Uçurumu Koruyan Korkuluk kitabınız yayımlandı. Bu kitap 2012 yılında yayımlanan Alkoliçe’nin de bir devamı niteliğinde. Buradan klasik bir soru başlığı açarak devam edelim dilerseniz. Yeni kitabınızın oluşum süreci nasıl gelişti?
İletişim Yayınları Alkoliçe’yi epey budayarak yayınlamıştı. Devamı değil aslında, artakalanı, bakiyesi… Aradan dokuz yıl geçti. Ara sıra aklıma geldikçe, “Bir yayıncı bulayım.” diyordum kendime. “Öksüz kaldı Alkoliçe” diyordum. Bende kalan bölümüyle Kara Karga Yayınları ilgilendi. Cesur bir karar verip kalan bütün metni bastı. Böylece Alkoliçe tamamlanmış oldu.
-Uçurumu Koruyan Korkuluk alkol bağımlığı ve bir aşk hikâyesi anlatıyor. Kitapta aşk ve alkol bağımlılığı arasında ilginç bağlantılar kuruyorsunuz. Aşk ve alkol bağımlılık açısından kolay kolay yan yana gelmeyecek iki kavram gibi duruyor. Bu bağlamda aşk ve alkol bağımlılığı arasında nasıl bir bağlantı var sizce?
İkisi de bağımlılık yaratıyor. Güçlü bir bağlantı var aslında aralarında. İkisinin de yokluğu büyük boşluk bırakıyor. İkisi de birbirinin mezesi. Daha pek çok şey sıralayabilirim. İkisinden de vazgeçilmesi çok zor. İkisi de çok büyük bir keyifle başlıyor. Sonunda ikisi de yalnız bırakıyor öznelerini. Kırmızı şarabı aşksız düşünemiyorum mesela. Alkol ve aşk her dem çakırkeyf eder insanı. İçerek unutmanın çaresizliği ancak yeni bir kadehtir. Zamanla unutmanın çaresizliği yeni bir aşkı beklemektir. Aralarındaki tek fark, alkol biter, aşk kapanmaz.
-Modern bireyler olarak, hayatı, gündelik rutinimizi ve duygularımızı belirli bir rasyonalite çerçevesinde kuruyoruz. İlişkilerimizi bu rota doğrultusunda belirliyoruz. Aşk ise, tüm bu rasyonaliteyi ters yüz edebilecek bir duygu tsunamisi. Kitabınız da irrasyonel gibi görülebilecek bir aşk hikâyesi anlatıyor. Siz bu durumu nasıl yorumlarsınız?
Siz hiç rasyonel aşık gördünüz mü? Gördüyseniz o aşk değildir. Başka bir şeydir. Tabii ki aşk sıradan olana tahammül edemez. Aşka övgü gibi olacak ama aşka en çok yakışan şey rutinimizi kırmasıdır. Gerçeklik algısını değiştirmesidir. Bizi başkalaştırmasıdır. Aşık ile maşuka en yakışan da meydir. Bu kadar insan meyhanelerde ne arıyor? Ya aşk arıyor ya da aşığıyla gidiyor. Böylece alkol ve aşk çemberi tamamlanıyor.
-Kitabın bir bölümünde, “Bazı sevgililer rehin alırmış. Ben de rehindim. Aşk taslaklarımın hiçbiri tutmamıştı” diyorsunuz. Cevabı kolay değildir muhtemelen böylesine duygu durumlarında bir insanın yerini neden bir başkası dolduramaz? Oradaki boşluğun kapanmamasını nasıl yorumlarsınız?
Dolduramaz çünkü, sen hayatta sadece onu istersin. O aşk halinde, dünyayı verseler istemezsin. İlla ki o olacak! Tek ilacı odur. Bunu en iyi ayıldığında ve ayrıldığında anlarsın. Çünkü aşk taslağa gelmez, tasarımını yapamazsın. Patadanak oluverir, sen bile şaşarsın. Başkasının o boşluğu doldurması zaman alır. Aşıklısına kavuşamayan, mutlaka az ya da çok kendine zarar verir. İşte bu acıdan dolayı insanlar aşkın yalan olduğunu söylerler. Aşkı yaşamak ama acıyı sahiplenmek istemezler. Bir daha aşık olmayacaklarını söylerler. En beyhude şeylerden biri budur. Oysa, gerçek aşklardan daha uzun sürebilir ayrılık acıları. Genellikle de öyle olur. Aşkta kuyruğu dik tutmak yoktur. Gurur yoktur…
-Ortaçgil “aşk bir dengesizlik işi, dengeye dönüşen bir sevgi” demişti. Spinoza ise, aşk veya sevgi kavramında yüceliğin bir dengeye tabii olmasını yani seven kişinin sevilen kişiye sahici bir neden sunmasına bağlıyordu. Kitap boyunca şahit olduğumuz aşk hikâyesinde dengesi sürekli bozulan bir vaziyet söz konusu gibi. Bu doğrultuda siz genel olarak âşık olma hallerimiz için ne söylemek istersiniz?
Her aşk kendinden menkuldür. Biriciktir. Bizde hepsini bir başlık altında görme arzusu var. Kümelendirme arzusu. Bu aşkın doğasına aykırı. Aşkı sıradanlaştıran bir hal. Oysa hepsi aynı paranteze sığsaydı bu kadar aşka düşkünlük olur muydu? “Bu bir pipo değildir” gibi “Bu bir aşk değildir” diyebiliriz. Bu aşkın yazılmış halidir. Kendisi yaşandı bitti. Belki de yaşanamadan bitti. Birçok aşk hikâyesinde olduğu gibi… Ortaçgil aşkın dengesizliğinden, dönüşürse eğer sevginin dengesinden bahsediyor. Doğrudur. Spinoza’nın “Sahici bir neden sunmak” söylemi, artık aşkın esrikliğinin dağılması demektir. İnsan nedensiz aşık olur. Nedenler başladığında sonuçlar hesaplanmaya kalkışılır. Bu da aşkın başka bir evreye geçmesi ya da bitmesi anlamına gelir.
-Alkolikleri en iyi alkolikler anlar diyorsunuz. Alkol bağımlılığı kırılgan bir ruh durumunu ortaya çıkartıyor. Anlaşılması, yardım edilmesi en zor bağımlılıklardan biri gibi alkolizm. Sizin çıkış ve üstesinden gelebilme mücadeleniz nasıl gelişti?
Bu anlama meselesi, Nasreddin Hoca’nın damdan düşme meselesidir. Yirmi sene içtim. Karanlık bir adamdım, daha da karanlık, çözülemez, anlaşılamaz bir adam oldum çıktım. Kırılganlık konusunda çok haklısınız. Alkol duyguları incelten bir madde. Yudum yudum kırılırsınız. Alkolü durdurmanın en temel noktası dibi bulmaktır. Aysema Teyzem aracılığıyla Adsız Alkolikler’e ulaştım. Bir tek onlardan doğru yardımı aldım. Çünkü onlar yıllar önce aynı damdan düşmüşlerdi. Yıllarca psikiyatristlere gittim, yedi sefer psikiyatri kliniklerinde yattım, olmadı. Gerçekten yardım edilmesi çok zor bir bağımlılık. On beş yıldır ayığım ve bunu hiçbir şeye değişmem. Şimdi zamanımın büyük bir çoğunluğunu aktif alkoliklere yardım etmekle geçiriyorum. Benim fiyatım bir duble. Eğer o ilk dubleyi alırsam tekrar eskisi gibi içmeye başlıyorum. Buna “hücre hatırlaması” diyor tıp. Alkolizm ilerleyen ölümcül bir hastalık, ve sürekli pusuda, nüks etmeyi bekliyor. Eğer durduramasaydım belki de yaşamıyordum.
-Uçurumu Koruyan Korkuluk, sizin günlüklerinizden ya da almış olduğunuz küçük notlardan oluşuyor. Geçmişte yaşananlar ancak araya konan mesafeyle anlaşılacak bir zaman dilimi. Bu metinlere bugünden baktığınızda geçmişte neler görüyorsunuz?
Kör kütük bir aşık görüyorum. Gencecik bir yazar görüyorum. “Artmazsa yetmez” diye içtiğimiz günleri görüyorum. Belki de iyi ki uzun bir zaman sonra yayınlandı bu kitaplar. Artık o günlere çok soğukkanlı bakabiliyorum. Tabii ki o günlere asla saygısızlık etmeden. Acemiliklerime, toyluklarıma gülerek. Unutmadan ama ilk etkisinin geçtiğini de bilerek. Sisli, hayal meyal bir meyhane penceresinden baktığımı görüyorum. Müthiş bir yaşam tecrübesi görüyorum. O günlerden süzülüp buraya geldiğimi görüyorum. Bu aşkın tarihi benim kişisel tarihim. İhanet etmeden yaşadığımı biliyorum. Çünkü aşk ve alkol ihaneti kaldırmaz. Bunu yaşayarak gördüğümü, öğrendiğimi okur görecektir.
-Yazmak çoğu zaman özgürleştirir. Böylesine ağır bir geçmişi ve duygu durumunu anlatmak bir nevi özgürleştirmeyi sağladı mı?
Elbette sağladı, ama yazdığım günlerde sağladı. Günü gününe, anı anına sağladı. Aşk körü olmuştum, ne aşkımı ne de hayatımı görebiliyordum. Sonrasında kitap olduğunda kendi yazdıklarıma bir editör gibi bakabildim. Yirmi yıl önce tutuldu bu günce. Bu gün özgürleşmesem, aşkın ıstırabından ölenlerden biri olabilirdim. Ölmedim, yazdım. Şimdi onu kitap olarak elimde tutuyorum. Duras’ın “Sevgili”si gibi.
-Günlük tutma hem bir tarihi kayıt altına hem de unutmaya karşı bir direnişi sağlar. Dolayısıyla kişisel tarih notları aynı zamanda bir nevi hesaplaşma metinleri gibidir. Siz günlüklerle olan ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Dokuz yaşından beri günlük tutan biriyim. Benim için eski alışkanlık. Tabii zamanla kılık değiştirdi günlüklerim. Artık edebi günlükler, sinema günlükleri, okuma günlükleri tutuyorum. Günce edebi bir türdür. Bugün belki bir şey ifade etmiyor olabilir ama on yıl sonra geri dönüp okuduğumda iyi ki yazmışım diyorum. Bazen hesaplaşma, bazen dediğin gibi direniş, bazen beğendiğim şeylere bir güzelleme. Bazen de Uçurumu Koruyan Korkuluk’daki gibi alkol günlükleri. Günlüklerdeki kıstas dürüstlük ve samimiyet bence. Eğer kendini övüp, ne kadar yüce bir insan olduğunu anlatıyorsan oradan bir yol olmaz.
edebiyathaber.net (24 Şubat 2021)