Toplumsal bir bellektir kentler. Hele İstanbul gibi uzun bir geçmişe sahip olanlar… Bulundukları coğrafyanın yaşayan tarihi müzeleridir onlar. Ama zamanla yapılarındaki her değişim, iktidarlık eden siyasi yapıların izlerini bırakma düşüncesiyle yaptıkları her eklenti ve her tahrip; dokularının bozulmasına neden olur. Kent aidiyet duygusunun gelişmemesi de tüm bunlara eklenince… Geçmişin izlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. “Ey kent, bütün kentlerin başı! Dünyanın dört köşesinin merkezi! Batıya doğru tohumları atılmış cennet, tinsel meyvelerde yüklü her türlü yeşilliğe sahip kent! Ruhun bedenin nerede?” diye seslenir tarihçi Dukas. Dünya tarihini değiştiren tüm dinamiklerden etkilenen, onu yöneten siyasetlerin tüm değişkenliğinden nasibini alan, yağmalanan İstanbul’a…
Tarihin ilk yerleşme mekânlarından sayılan, Doğu Roma’dan Osmanlıya ve Cumhuriyete evrilen tarihi süreci içinde, birçok gelişmenin ve mücadelenin merkezi olan İstanbul’un izini sürer Kaya Tokmakçıoğlu da ‘Köle, Kul, Amele’ adlı kitabında. Tarih boyunca maruz kaldığı yağmalamaların ve saldırıların… Roma dönemine ait Nika Ayaklanmasından günümüz Gezi olaylarına kadar kentin tanıklık ettiği tüm ayaklanmaları, grevleri ve emeğin mücadele tarihini anlatır eserinde. Geçmişten günümüze bir İstanbul tarihi değildir anlattığı sadece… Emeğin sırtındaki yükün -onun kayası gibi- sürekli onu nasıl aşağı yuvarladığı ve bitap düşen emeğe hiç acımadığı gerçekliğidir. Tıpkı Sisifos işkencesinde olduğu gibi…
Gelenekçilerle yenilikçilerin süregiden çatışmalarında kullanılan kültürel muharebe meydanlarına tanıklık eden İstanbul, kimlik karmaşası içinde gelenekselle modernitenin çarpışma alanı olmuştur. Yeni Türkiye’nin inkılaplarının uygulama sahası, yenilikçilerin toplandığı mekân olarak da Türk burjuvazisinin yaratılmasında rol oynarken onun gelişmişliğini sağlayanlar(…) onunla Anadolu’nun geri kalmışlığının üzerine örtü çekmişlerdir. Menderes’le başlayan, AKP iktidarı döneminde devam eden şehrin talan edilmesi ve tamamen beton şehir görünümü almasına neden olanların arkasına sığındıkları gerekçe ise; onu modernize etmek olmuştur hep. Oysa kentin modernize edilip yenilenerek güzelleştirilmesi diye sunulan girişim Walter Benjamin’e göre; burjuva ilerleme ideolojisinin kusursuz yutturma karakterinin pragmatik örneğidir. Eski binaları yıkarak yapılmak istenen, kentin tarihsel belleğini silme çalışmasıdır aslında. Dünyadaki tüm metropollerinin yaşadığı ortak kaderdir bu. Ama İstanbul… Victor Fournel’e göre; “…tarihi kendisiyle başlatanlar, eski saray ve kiliseleri yıkıp yerine taklit mermerli süslemeleri ve kartonpiyer heykelleri olan güzel evler inşa edenler, sonradan görmelerdir.”
Ya bu yıkımların mutsuz etmediği insanlar… Gayrimenkul spekülasyonu sayesinde zenginleşen o bir avuç ayrıcalıklı insan… Ya diğerleri? Onlar ise sahte bir görüntünün karşısında başkalarının zenginliğiyle böbürlenen yoksullara dönüşmüştür. Paris’in kentsel dönüşümüne öncülük eden Seine Valisinin eşi Madam Houssmann; ”…çok tuhaf aldığımız her gayrimenkulün önünden sonradan bir ana yol geçiyor” sözü, Fransız ihtilalinin kraliçesi Marie Antoinette’nin ‘ekmek bulamazlarsa pasta yesinler’ sözündeki ifadeye ne kadar da benzer.
Osmanlı Sipahisi Abdünnebi’nin isyan sonrasında padişaha gönderdiği mektupta; “Anadolu bizim, Rumeli sizin” demesinden bu yana Anadolu ile arasında yaşamsal olarak uçurumlar daha da derinleşirken -iktidarların İktidarlarını güçlendirici kale olarak gördüklerinden olsa gerek- her dönem onlara malzeme olmaktan kurtulamamıştır. Tarihe fetih duygusuyla yaklaşanların desteklediği öğretilerle beslenenler yüzünden de fethi hiç tamamlanmamış bir kenttir İstanbul. Kaybolmakta olan kimliğine rağmen sahip olduğu köklü geçmişinin onda yarattığı direngen yapısıyla, acılar yüklenmiş belleğine inat, kurtarıcısını bekleyen bir hali vardır hep. Onun yaşanabilir kent imgesine kavuşması için onun için mücadele edenleri geçmişinin derinliklerine gömmüş olmasına rağmen… Yedi tepesine yaslanmış uyandırılmayı bekler yine de.
“Dikenli, çalılar arasında Uyuyan Güzel, geçen onca zamanın ardından uyanır. Ama yakışıklı prensin öpücüğü değildir onu uyandıran. Çocuk yamağını döven aşçının gürültüsüdür. Şaplak yılların biriken kuvvetiyle öyle bir yankılanır ki sesi tüm şatoda duyulur.” Bu hikâyeyi arkadaşına bir mektupta yazar Benjamin. Ya bilimin salonlarında yankılanacak şaplak? Onu duyduğumuzda… İşte o zaman yoksul zavallı hakikat uyanacaktır. Anna Seghers’in Alman İşsizlerinin Günlüğü adlı romanının tanıtım yazısında ‘Her şeye rağmen insan denen varlık özgürleşebilecek mi?’ diye sorar Benjamin. Onun kurtuluş ve umudu romanda anlatılan proleter çocuklardır. İstanbul’un Gezi çocuklarına bağladığı umut gibi…
Boşuna çekilmedi bunca acılar
Büyük ve sakin Süleymaniye’nle bekle
Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla
Bekle bizi İstanbul
Tarih Kavramı Üzerine Tezler ’de Benjamin; “Marx dünya tarihinin lokomotifinin devrimler olduğunu söylemişti. Ama olaylar bambaşka da cereyan edebilir. Devrimler o trende seyahat eden insanlık için, imdat freni çekme işlemi de olabilir pekâlâ.” der. Michael Löwy’ye göre ise; tren raylarının çelik yapısıyla önceden belirlenmiş güzergâhı izlemesine insanın göz yummasının, baş döndürücü gidişatın önüne herhangi bir engel çıkmamasının bizi felakete, çarpışmaya ya da uçuruma sürüklemek olasılığı vardır. Bunun için insanın tüm o göz yumduklarını, zamanın akışkanlığında akıp giden tüm hatalarını göstermek zorunda değil midir tarih?
Evet, tarih kaleydoskopu döndükçe meseleler değişecektir. Fakat sonunda… Tarih, yukarıdan inşa edildiği kadar aşağıdan da inşa edilecektir. Galiplerin değil mağlupların üzerinden… Karanlık zamanlarda tarihi yarıp geçecek olanların; en alttakiler ve göze çarpmayanlar olduğu gerçekliğini hatırlayarak… İşte bunun için de tarihin havını tersten taramak gerek. Tarafsız ve tüm gerçekleriyle tarihi yeniden yazmak…
Tokmakçıoğlu bu çalışmasıyla gelecek kuşaklara İstanbul’un kaybolmuş belleğini armağan ederken; bize de tarihle yüzleşme fırsatı verir. Yağmalar ve acılarla dolu tarihle… Hem de tüm kanıtlarıyla… Her kültür kanıtının, aynı zamanda barbarlık kanıtı olduğu gerçekliğini yüzümüze vurarak… Belki imdat frenini çekeriz diye…
Bunca bilgiden sonra, ne bağışlaması? Düşün şimdi.
Tarihin birçok hin dehlizleri vardır, uyduruk geçitleri.
Ve çıkışları, fısıltılı hırslarla aldatır,
Yönlendirir bizi kibirle. Düşün şimdi.
T.S.Eliot
Kaynak:
Michael Lövy, Devrim Bir İmdat Trendir, Sel Yayınları
Kaya Tokmakçıoğlu, Köle Kul Amele, Yazılama Yayınları
edebiyathaber.net (8 Nisan 2022)