Okurluğum süresince edebiyatın yanı sıra tarih ve felsefe okumalarım hep süregelmiştir. Dahası, edebî okumalarda aydınlatıcı/yeni düşüncelere kapı aralayıcı olmuştur benim için tarih/felsefe.
Öğrenme tutkusu/merak sizi öyle yerlerde gezindiriyor ki; kendi okuma bileşik kaplarınızı kuruyorsunuz hemen.
Falih Rıfkı Atay okumalarımı ardı ardına sürdürürken, “İzmir Suikastı” çıkmıştı karşıma gene.
Kemal Tahir’in Kurt Kanunu’nu 1970’li yıllarda, gene bitmeyen Kemal Tahir okumaları arasında okumuştum.
Salkım Hanımın Taneleri’yle, o güne dek, romanımızda pek ele alınmayan Varlık Vergisi “faciası”nı konu edinen Yılmaz Karakoyunlu ilgimi çekmişti. Bir ekonomistin yaklaşımı nasıldı? Bu romanını, romana başlama serüvenini, ele aldığı konuyu işleme düşüncesinin ivmesini yüz yüze konuşma gereğini hissetmiştim.
Bir iktisatçının/ekonomistin roman yazması, tarihsel toplumsal bir dönemden söz etmesi ilginçti. Romanımızda çok da görülmeyen bir şeydi bu.
Gördüm ki, Karakoyunlu’nun söyleşimize yansıyan düşünceleri romanından da ilginçti!
Hele ondan İttihatçıları, Cavid Bey’i dinledikten sonra; “İzmir Suikastı”nı anlatan Üç Aliler Divanı’nı okumak daha da ilgi çekici gelmişti bana.
Vahdettin Ergin’in Hesaplaşma’sını okurken andığım iki romana yeniden döndüm. Ama beni asıl bunlara döndürenin Cavid Bey’in Şiar’ın Defteri günlüğü olduğunu söylemeliyim.
İttihat ve Terakki iktidarının ünlü Maliye Nazırı Cavid Bey, bir roman kahramanı gibi çıkmıştı karşıma günlüğünde.
Karakoyunlu’nun bana anlattığı Cavid Bey de ilginçti. Ama burada insan/entelektüel Cavid Bey vardı. Yurtsever bir bakışın yansımaları da satır aralarına sinmişti. Muhalif bir kimlikti, ama kendini “yurtsever cumhuriyetçi” olarak tanımlıyordu. Hatta bir yerde de şunu imliyordu: Eğer bizler (İttihatçılar) olmasaydık onlar (Millî Kurtuluş Hareketi’ni yapanlar) Cumhuriyet’i çok da kolay kuramazdılar!
Günlük, (ki, yayına hazırlayan) oğlu Şiar Yalçın’ın doğduğu 25 Ekim 1924 Cumartesi günü başlıyor; tutuklandığı 19 Haziran 1926 Cumartesi günü bitiyor.
Cavid Bey, tam 238 gününü gün gün yazmış oğlu Şiar’ın. Onun büyüme çağına tanıklık etmiş. Yer yer de dönem Türkiyesi’nin seyrine değindiği oluyor.
İstanbul’da evi ve Duyun-u Umumiye arasındaki yaşantısı sürerken, yaşanan/gözlenenlerle düşüncelerine de yer veriyor.
Cavid Bey, yazan biridir. Mesleki kitapları da vardır. Henüz kitaplaşmayan 24 cilt (defter) siyasi günlüğünden Karakoyunlu da söz etmiş, hatta (yanılmıyorsam) bunun kendisinde olduğunu söylemişti.
Bugün İttihat ve Terakki’nin tarih/eylemleri/iktidarı/siyasi misyonu bilinmeden Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluş felsefesi, Tek Parti ve Demokrat Parti dönemlerinin, hatta günümüz siyasal iktidarının, anlaşılması güçtür.
Öyle çok ötelere, III. Selim dönemine, Tanzimat Fermanı’nın imzalandığı 1839’lara gitmeye gerek yok. İttihatçılar’ın iktidarı ele geçirdikleri 1908-1918 dönemi ve öncesi Abdülhamit’in iktidar süreci (1876-1909) erken Cumhuriyet dönemi olarak nitelendirilebilir!
Cavid Bey, bir yerde şunu der: “Asıl Cumhuriyetçi biziz, biz olmasaydık Ankara’dakiler Cumhuriyet’i kuramazlardı.”
Parçalanma/savaş/çöküş; Millî Mücadele, Kurtuluş ve Kuruluş dönemlerinin askeri/siyasi aktörlerine baktığımızda, olayları irdelediğimizde romana konu olabilecek zengin bir birikimi gözleriz.
Erken Cumhuriyet romancıları (Halit Ziya Uşaklıgil, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin); kuruluş ve sonraki dönemin kurucu yazarları (Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, İlhan Tarus, Samim Kocagöz, Mithat Cemal Kuntay, Nahid Sırrı Örik, Aka Gündüz, Hasan İzzettin Dinamo, Attilâ İlhan) imlediğim dönemleri enine boyuna romanlarında işlemişlerdi işlemişlerdir. Bu romanlara, yer yer tarihsel izlekler/olaylar yön vermiş, dönemsel gerçeklikler ele alınmıştır.
Her biri kurmacanın gerçekliğine dayansa da; tarihsel arka plan ve kişiler, dönemsel gerçeklikler belirleyicilik kazanıyor.
Kuşkusuz amaç tarih yazmak değil, tarihselden esinlenmek. Ama romana yansıyan/yansıtılanlara baktığımızda, birçok romancının amacının bugüne dersler çıkarmak olduğunu da gözleriz. Dahası, romancının tarihsele yönelirken tarihi aydınlatmak gibi bir derdi olmadığı kesin.
Edebiyat tarihten çok şey alır, ama tarihe de çok şey katar.
Unutmayalım ki kurgu, hakikat’i gölgeleyen gerçek’i de aydınlatır…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (17 Mart 2015)