Bu iki son derece özgün ve bağımsız sanat dalının tek ortak yönü, malzemeyi yoğurmaktaki geniş özgürlükleridir.
Bir film, yaratıcısı ve seyircisinin yaşantılarına bağımlıdır. Gerçi bütün diğer sanat dalları gibi düzyazı da duygusal, düşünsel ve entelektüel okuyucu alışkanlıklarıyla oynama imkanına sahiptir. Ancak edebiyatın gerçek ayrıcalığı, yazarın kitabın her sayfasında harcadığı sineğin yoğunluğundan bağımsız olarak, okurun kendi içinde belli tat alma normlarını şekillendiren deneyimleri ve yapısına göre bu sayfaları ‘okuması’, ‘keşfetmesi’dir. Okur her şeye karşın öznel olarak algılamadan vazgeçemediği için en doğalcı ayrıntılar bile sanki yazarının denetiminden kurtulurlar.
Buna karşın sinema, bir yazarın kendisini, sınırsız bir gerçekliğin ve kelimenin tam anlamıyla öznel dünyasının yaratıcısı olarak kabul edebileceği biricik sanat dalıdır.
İnsanların içinde var olan kendini kanıtlama eğilimi, en kapsamlı ve en dolaysız ifadesini sinemada bulur. Film duygusal bir gerçekliktir ve seyirci tarafından ikinci bir gerçeklik olarak kabul görür.
Bu yüzden sinemayı bir göstergeler sistemi olarak ele alan yaygın görüşü son derece ahmakça ve temelde yanlış buluyorum.
… Edebiyat, yazarın yeniden üretmek istediği bir olayı, iç ve dış dünyayı sözcükle betimler. Sinema ise doğada var olan, zaman ve mekan içinde kendiliklerinden ortaya çıkan çevremizde gözlemleyebildiğimiz ve içinde yaşadığımız malzemeleri kullanır. Yazar önce dünyanın belli bir görüntüsünün hayalini kurar, sonra da bu hayali sözcüklerin yardımıyla kağıda döker. Oysa bir film şeridi, kameranın görüş alanına giren dünyadan kesitleri, doğrudan doğruya mekanik bir şekilde kaydeder. Bu kesitlerden daha sonra bir film bütününün görüntüleri yaratılır.
Film yönetmenliği kelimenin tam anlamıyla ‘ışığı karanlıktan, suyu karadan ayırma’ yeteneğidir. Bu imkan yönetmenin kendisini bir yaratıcı olarak algılaması aldatmacasına yol açar.
… Kısacası, her okurun algılamasında gerçekleşecek estetik uyarlamayı şart koşan edebiyatın aksine, sinema hiçbir zaman seyirci deneyimleriyle oynanamayacağı için yönetmen de başkalarına kendi deneyimlerini olabildiğince dürüst bir şekilde yansıtmalıdır. Bu, sanıldığı kadar kolay bir iş değildir, her şeyden önce kararlı olmayı gerektirir. Zaten bu yüzden bu sanat, bütün dünyada ancak bir avuç insan tarafından üstesinden gelinebilen bir sanat olarak kalmaya mahkumdur.
Tarkovski söyleşisi: “Zekice bir cevap istiyorsan, zekice bir soru sor!”>>>
Tarkovski: “Sanatın amacı, insanı ölüme hazırlamaktır” >>>
Kaynak: Mühürlenmiş Zaman – Andrey Tarkovski | Çeviri: Füsun Ant