Bugünlerde yine taşrada yazmak üzerine düşünüp duruyorum. Biliyorsunuz bu memlekette İstanbul dışındaki her yer taşradır. Sanal dünya bu kalıbı kırıyor mu? Bir bakıma evet. Ama bizim gibi kitabı, kağıdı, kalemi nesne olarak da tutkuyla seven bir kuşak, sanal dünyanın kazanımlarına karşın beş duyumuza seslenen bu nesneleri özlüyoruz, yalan yok. Bu da bir tür taşralılık mı acaba?
Taşra… Bodrum… Size Bodrum’u anlatacağım şimdi. Herkesin Bodrum’u başkadır çünkü. Şimdi dönen tatilcilerin, mevsimlik işçilerin bavul tıkırtıları bitti sokaklarda. Yeni bir yıla hazırlanıyoruz, bir düğüne hazırlanır gibi. Elektrik direklerinde, ağaçlarda süslü aydınlatmalar, sokak konserleri derken bir geceliğine aman mutlu olduğumuzu düşüneceğiz. Sağlıklı yeni bir yıl dileyeceğiz. Bol kazançlar, sevinçler dileyeceğiz. Umutlar paylaşıp planlar yapacağız, Türkiye’de yaşamıyor gibi yapacağız. Taşrada düğün hazırlıklarındayız, aralık ayındayız.
Yeni yıl telaşı bitince sezon hazırlıkları başlayacak. Sezon sözcüğü yazlık yerlerde özellikle Bodrum’da anlamı anlat anlat bitmez bir sözcüktür. Sezon açılmadan önce iş başvurusunda bulunan mevsimlik kominin ; “kiminle geldin?” sorusuna,“dayımla geldik” diyen sıkılgan sesidir. “Dayın kim?” sorusuna ise “annemin erkek kardeşi” diye cevap verdiği yerdir. Onun dayısı falanca yerin genel müdürü ya da bir partinin “ileri geleni” değildir. Burası da devlet kapısı değildir. Burası, yatıp kalkacağı bir dükkan bulur, bir de iş denk getirirse mutlu olunacak bir sezon yaşamak içindir.
Ege dantelinin bir parçası Bodrum, mandalinasıyla, doğasıyla, tatil alanlarıyla böbürlenir. Burası gelirseniz yapmadan gidemeyeceğiniz, yemeden duramayacağınız, görmeden edemeyeceğiniz listeleriyle aylarca kalmanız gereken yerdir. Çok keyifli, çok neşeli, hemen hemen her mevsim güneşliyizdir. Bu “çok” lar salaş veya akıl dışı lüks yerlerde günde en az on altı saat çalışan, çoğu sigortasız emekçileri, “çok güzel” gizler. Burası herkesin “sanatçı” olduğu, “en sanatçı” sıfatının şarkıcılara verildiği, arkanızı dönseniz bir ressama çarptığınız, yazarlığın ise “ne yazıyorsun sen yani?” sorusuyla taş kesildiği bir yerdir. 2021 yazında kırk dereceye ulaşan sıcak, asfalttan veya kumdan bedenimize yansırken bir de orman yangınlarının bitkilerimizi hayvanlarımızı, aklımızı, kavurduğu yerdir. Kent gibi yaşayan, kendisine artık beş beden dar gelen kasaba kostümü içinde hâlâ bir köy; Bodrum. Bodrum’un Merhaba’sı sizi girişte Halikarnas Balıkçısı’yla karşılar. Her yerde merhaba vardır. Merhaba rakı, merhaba kahve, merhaba deniz, merhaba güzel ormanlar, merhaba çiçekler, merhaba insanlar!
Gemicilerin takviminde ne kadar fırtına varsa; ayandon, kırlangıç, filizkıran, ülker, gündönümü, samyelleri, çark dönümü, mihrican fırtınası, bıldırcın geçimi, kestane karası, turna geçimi, bağ bozumu fırtınası… Hepsi bu yarımadayı selamlamadan geçmez, bana inanın. Kışın “yağmurdan ağırlaşmış sakalıyla uçan, alnında bulutlar yığılmış” Notos’la günler geçirilir. Perde gibi inen, bitimsiz yağmurda sokakları sel götürür, evler boğulur. Bu sellerin yıllar ve yıllardır çaresi bulunamamıştır, hâlâ ağır maddi kayıplar yaşanmaktadır. Gelgelelim güneş açar açmaz çamurlar temizlenir, son kürekle sel korkusu unutulur. Çünkü yeni sezona hazırlanmak için güçlü olunmalıdır. Eşya yenilenir, giysi yenilenir, mekânlar yenilenir, eğer engel bir durum yoksa (seçimmiş, ihtilalmiş, salgınmış, ah ah her sezon bir belâ) turizm sezonuna hazırlanmak gerektir. Çekişmeli pazarlıklar, akıl dışı yüksek kiralar ve düşük ücretler, karnı aç, gözü tok uykusuz çalışanlarla hazırlıklar başlar. Buralarda varoluş nedenleri konuklarının düşlerini gerçekleştirmek olan, “keyfine bak, aşılıyım” etiketli turizm emekçileri, sezondaki kazançlarını bahşiş dahil hesaplayarak kendi düşlerini kurarlar. Sahillerde hâlâ geçmiş yılların izmaritleri varken, hediyelik eşya dükkanları neşelenir, restoranlar, eğlence yerleri makyajlanır. Kumlar ısınmaya başlayınca neşe kaplar dört bir yanı. On dokuz Mayıs’ta, teknelerin sirenleri, erkencilerin suya dalışlarındaki sesleri duyarsınız. Tersanelerde çekiçler neşelidir, motorlu kuryeler aranır, garsonlar, aşçılar, bahçevanlar aranır. Temizlikçilerin işleri açılır, dondurma tekneleri süslenir, sokak sanatçıları, el sanatları ustaları Belediye’nin kapısını aşındırmaya başlar; bu yıl nerede stand yeri verilecek? Bodrum’un eski halleri konuşulur, hayıflanılır, toprak yollarını arazözlerin suladığı, insanların çıplak ayaklı gezdiği günleri vardır buraların, balıkların sahilde parladıkları zamanlar… Kuyudan su çekildiği, lokanta hesabının oturduğunuz iskemle minderinin altına sıkıştırıldığı, erkeklerin denize işediği, çocukların özgürce sokak oyunları oynadıkları zamanlar…Zeki Müren şarkı söylediğinde çıt çıkmayan meyhaneler sokağı vardır, bir zamanlar… Dünyanın dört bir yanından ünlüleri zenginleri konuk eden Halikarnas Disko artık harabe olsa da, begonviller hâlâ açmakta, kauçuk ağaçları, koyu gölgelerle evleri kuşatmakta ve kaktüsler incirlerini turistlere hâlâ sunmaktadırlar. Şöyle bir soluklanayım diye oturduğunuz taş 3.500 yıllık olabilir ! Veli Bar, Hey Yavrum Hey, hâlâ durmaktadır. Burası güleryüzlü bir kasabadır. O yüzden otopark tabelası yerine, “Ge bora, ne’re gidip durun?” yazar. Büyük şehir plakalı araçların trafikte yaptıkları kabalıklara küfür etsek de, geceleri bina köşelerine bırakılan kusmukları ayıplasak da gülümseriz. Türlü yiyecek kokuları içinde gezen, yazlıkçılarca terkedilmiş köpekleri aç bırakmaz, ilgileniriz. Deprem bölgesindedir Bodrum. Sel bölgesidir, bu yıl yangın bölgesi oldu, boş sarnıçların, susuz yazların, ama dolu havuzların, salgının, ter, dondurma, patates cipsi kokusu, yasemen, melisa kokusu, evlerden sarkan öbek öbek begonviller, beyaz tebeşir kutusuna benzeyen, her yıl damları akan çatısız evler, ille Bodrum mavisi pencere pervazları…Kapı önü sohbetlerinin geçmişte kaldığı, kahvenin çayın asla unutulmadığı, belediye kafelerinin salkım saçaklığı…
Bodrum’da neler yazılır? Sabaha karşı sokakta yankılanan bavul tekerleklerinin tıkırtılarında kaç öykü vardır? Bu denli akıl çelici ayrıntı aklınıza hücumdayken izlemeyi yeğlersiniz. Öyle öykü avlamak için sokağa çıkmaca yoktur, güzel havalar sizi avlar. Kahve molası vereyim dediniz mi, denize, ufukta titreşen yelkenlere dalıverirsiniz, masanıza bir kuş gelir, onu beslersiniz, tüm esin perileri kaçar gider. Kale’de veya Antik tiyatrodaki konserler aklınızı çeler. Tembelce kumların üstünde yatıp hasır şemsiyeden sızan ışıklara bakarken, amaaan, yazdım da ne oldu, dersiniz. Sonra şöyle bir suya gireyim de kendime geleyim, diye doğrulursunuz. Karadan esen hafif rüzgârla deniz kırış kırış, dalgalar küçük mü küçük… Ve koca şair fısıldar; “Heeey! Ne duruyorsun? At kendini denize!” Bu sırada bir bira kapağı açılır kumsalda. Sosyetik “biiiç”leri bırakalım bir yana, sessiz güzel bir koy bulmuşsanız kendinize, kuşlar konar havlunuzun köşesine. Çok eski bir şarkınızı ıslıkla çalabilirsiniz denize doğru yürürken. Bodrum’un başka bir köşesinde birinin yevmiyesini alamadan işten atıldığından habersizsinizdir. Bir temizlikçi kadın cüzdanındaki parayı saymaktadır belki. Bir denizci ağlarını onarmaktadır. Bir kedi bulduğu gölgede tembelce uyumaktadır. Bir genç kız yaz aşkından ayrılmış ağlamaktadır. Çeşmelerden sular akmamaktadır, ormanlar yanmaktadır, yatlar demir almaktadır, villaların havuzları güneşi yansıtmaktadır, yoksul mahallelerde kanalizasyonlardan kokular yayılmaktadır. Temizlik işçisi ıslık çalarken, gözünün iliştiği beş yıldızlı otelde biri ölmeye yatmış, bambaşka bir noktada hastane odasında bir başkası koronadan kurtulmaya çalışmaktadır.
Öyküler saklanmaktadır. Öykü bir simitçinin arabasında saklanmaktadır. Postanenin önünde turlayan muhitimizin yosmasının sıcaktan bunalıp belediye duvarının üstünde, gölgede uykuya dalmasıdır öykü. Yaşlı kadınlara bile abla demesi tembihlenmiş kantarcı çocukların gecenin yarısında kantarın başında uyuklamasıdır. Eğlence mekanlarının önünde kollarını kavuşturmuş dövmeli korumalarda öyküler vardır. Bu dev öykü korosunun içinde akmak, bu kadar zıtlık içinde şaşmak, merak etmek, izlemek, gerektir. Bir kafede oturup not defterini açmak, dünya ne garip bir yer,diye düşünmektir. O sarıda, kalemin havada kalması, “baba valla son bu, bir daha istemeyeceğim, ne olur biraz para gönder,” diye telefonda yalvaran delikanlıya kulak misafiri olmaktır.
Birileri restoranlarda bir bardak rakıda buz olurken, yangın mı varmış, salgın mı varmış, enflasyon mu, hani peynir, hani kavun, kalamar? Şu kale manzarasına bak yahu insanın ömrüne ömür katar… Denizde mülaj mı başlamış, aman canım, buraya gelmez… Bu günbatımı nerede var azizim? Haydi şerefe! Her adımda göze kulağa başka bir öykü takılır.
Burası düşlerin, tasaların denize atıldığı, hiç geri dönmeyecekmiş gibi tatil yapıldığı, hovardaca para harcandığı, kızgın kumlarda ayaklarınız yandığı için kahkaha attığınız, her mekandan ayrı müziklerin sokağa taştığı, dar sokaklarında insanların aktığı, köşelerde müzisyenlerin, ufak tefek galerilerde ressamların, belediye meydanında konserlerde dans edenlerin olduğu insan denizi… Şimdi yeni bir yıla hazırlanıyoruz, bir düğüne hazırlanır gibi. Ama nedense benim belleğimde “funeral march”. Ana cadde, elektrik direkleri ve ağaçlarındaki süslü aydınlatmalarla neşeli gibi görünecek. Yeni yıl sokak konserinde veya cüzdan göçüren restouranlarda bir geceliğine aman mutlu olduğumuzu düşüneceğiz. Sağlıklı yeni bir yıl dileyeceğiz. Bol kazançlar, sevinçler dileyeceğiz. Umutlar paylaşıp planlar yapacağız, Türkiye’de yaşamıyor gibi yapacağız. Taşrada düğün hazırlıklarındayız. İçimde“funeral march” sokakları izleyeceğim. Takvimdeki sayılar değişecek ve ertesi gün aynı yaşama merhaba diyeceğiz.
Kaynak: Taşrada Düğün Hazırlıkları, Franz Kafka’nın bir eseri.
edebiyathaber.net (17 Aralık 2021)