Hayat matematiğe benzer. Başkalarının sahip olduklarını kendinden çıkartma işlemine ‘üzülmek denildiğini’ de iyi bilirim. Ama her yanlış hesabın, kişinin kendini attığı melankolisi kuyusunun derinliği kadar mesafeye ulaştıktan sonra geri dönmek gibi kötü bir huyu olduğunu da bilirim. Bu kural Dino Buzzati’nin Tatar Çölü romanındaki başkahramanı Teğmen Giovanni Drogo gibi 30 yılı bulsa da değişmez. İyi de bir romanı sadece üst anlamıyla değerlendirdiğin zaman anlam sapmasına kapılarak yanlış yola girersen bu hesabın da bir gün dönüp geri gelir mi? Dino Buzzati’nin okurlara Tatar Çölü ile oynadığı oyuna bakılırsa çok kişinin hayal kırıklığına uğrayabileceğinden söz etmek, boşboğaz cesareti istemiyor. Aksine bu iş çok dikkat gerektiriyor. Edebiyata ilişkin onca eğlenceli uğraş arasında ne talihsiz bir seçim bu. Varsın olsun.
Edebiyat tarihinde roller dağıtılırken kendine ‘Bir düşünceyi kabul ettirmek için yazacağım’ uzmanlığını yakıştıranların en başarılısı kuşkusuz Rus usta Leo Tolstoy’du. İnsanlara erdemin, inancın, ahlakın, Tanrı adaletinin ve pişmanlığın niteliklerini romanlarının alt metinlerine kazıdı, üslubuna nakşetti, iklimine taşıdı. Savaş ve Barış, Anna Karenina, Diriliş gibi başarılarından sonra başka yazalar da aynı çabayı gösterebileceklerine dair inançlarıyla yazmaya giriştiler. En iyilerinden biri de İtalyan Dino Buzzati idi. Edebiyat literatürüne Tolstoyvari olarak geçen akımın eğlenceli ve coşkulu yanlarını ret etse de, okurunu kasan ve tat vermeyen metinleriyle bir düşünceyi kabul ettirmeye dönük çabasından vazgeçmedi. Üstelik çok da başarılı oldu. Bunu en baskın olarak hangi metninde ortaya koydu diye sorsak, cevap hiç kuşkusuz Tatar Çölü olur.
Dört aylık yalnızlık
Askeri okuldan yeni mezun olan Giovanni Drogo’nun tayini gerçeküstü metinlerin en popüleri olan masalların başlangıç ifadesindeki gibi ‘Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim’ tarifiyle bulunabilecek bir ülke sınırındaki kalede yer alan karakola çıkar. Kaleye ulaşmanın zorluğu karşısında bir an evvel oradan kurtulup şehirdeki danslar, kadınlar ve aile kurmaya ilişkin idealize ettiği hayata kavuşmak isteyen Drogo, daha kaleye ayak bastığında bu dileğini üstlerine iletir. Onlar da kendisinden 4 ay kalıp sağlık gerekçesiyle tayinini aldırabileceğine ilişkin vaatte bulununca, Drogo için sadece 4 aylık bir mecburi hizmet süresi başlamış olur. Tayin olduğu kale, upuzun bembeyaz kumlardan oluşan bir çölün ardındaki sınırda bulunan Drogo, zamanla buraya Tatar Çölü denildiğini öğrenir. Kalede görev yapan birçok subay uzun yıllardır bu dört duvar arasında yaşamaktadır, yaprak bile kımıldamayan karga ile engerek yılanı dışında canlının ayak izinin olmadığı Tatar Çölü’nde tarihin bu en belalı düşmanlarının bir gün kendilerine saldırabileceğini kurarak hayatlarını sürdürmektedir. Bu alışılmadık bekleyiş düzeni karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Drogo, sık sık dört aylık mecburi konukluğunu her fırsatta dile getirirken, yıllardır kalede yaşayan farklı rütbelerden subaylar ise onun düşüncesine gülerek yaklaşır. Nihayetinde kaleden kurtulup, şehre tayinini çıkartma fırsatı eline verildiğinde ise dört aylık kale düzenine alışmanın ve diğer meslektaşları gibi olası bir Tatar savaşını beklemenin hazzını duyan Drogo, kendi talih çizgisine bir çentik atar. Kalede taşlar ve taşlaşmış bakış açılarıyla hayat süren subaylarla yaşamayı seçer.
Korkaklar bir arada
Türkçe çevirisinde belki de metnin orijinalliğine sadık kalınmak için tatsız ilerleyen üslup, okuyucuyu tıpkı Drogo’nun 30 yıla varan kale serüveni gibi bir sabır sınavından geçirse de, Tatar Çölü, bugüne değin aldığı ‘bekleyiş romanıdır’ rütbesini hak etmeyen bir metin. Dünya edebiyatında bekleyişin en önemli metni bir tiyatro oyunu olsa da Godot’yu Beklerken adıyla kayıtlara geçerken, yine beklemeye ilişkin dünya edebiyatının en önemli romanı da Yaşar Kemal’in Yer Demir Gök Bakır adlı başyapıtından başkası değil. Becket, Godot’yu Beklerken’de hiç gelmeyen ve varlığı dahi şüpheli bir kişi mi, varlık mı, hayvan mı, ruh mu buna ilişkin insanın tüm umutlarını bir ‘şeye’ bağlamasının ve bekleyişinin hikayesini anlatmıştı. Yer Demir Gök Bakır da, Çukurova köylülerinin onları ezen ağa ve muhtar otoritesi karşısında kurtarıcı bir evliya bekleyişinin hem kurgusal hem de kuramsal olarak en destansı anlatısıdır. Ama beklemeye ilişkin metinler arasında üst anlamından çıkan sonuçla bu sınıfa sokulan Tatar Çölü, ne yazık ki gerçek bir değerlendirmenin eseri sayılmaz. Roman her ne kadar şaşalı bir şehir hayatı yerine subayların ve askerlerin günlük nöbet ve devriye rutinleriyle, öte yandan da ha gerçekleşti ha gerçekleşecek bir Tatar saldırısının umuduyla tüketilen 30 yılı anlatırken bekleyişten beslense de, bekleyişi anlatmıyor. Ne de hayatın yanlış bir kararın elinde sabun gibi eriyip gittiğinden söz etmiyor. Drogo’nun genç bir insan olduğu için şehirde partilere katılmak, kadınlarla tanışmak, yuva kurmak ve saygın bir insan olarak anılmaya ilişkin tüm düşünceleri yani hayalleri, nasıl olur da Tatar Çölü kıyısındaki penceresiz ve disiplin altındaki bir dört duvar uğruna yok olup gider? Gider çünkü Drogo’nun idealize ettiği, onun hikayesini okurken kendi hayatını gözden geçirip kendi ideallerini de Drogo ile eşleştiren okurun yaptığı bir bekleyişin hikayesinin kahramanı ve tanıklığı. Hayat Teğmen Drogo’ya ‘Sana şehirde kurduğun hayalleri gerçekleştirme fırsatı vereceğim’ diye bir söz sunmuş değil. Ne de Drogo, bu rüyalarını gerçeğe dönüştürmek için askerlik mesleğini seçmenin ya da tayininin Tatar Çölü’ne çıkışının ardından bunu engellemenin peşine düşmüş değil.
Kozmik şakanın eşiğinde
Kaderini yaşarken sadece aklına gelen bir fikir uyarınca kalede gitme isteği duyan ve bir ara buna da inandığı izlenimini ortaya atan Drogo’nun bu psikolojik ikilemi, okurun Buzzati tarafından ‘beklemeye yazgılı’ bir hikaye anlattığı sanısına sebep oluyor. Gerçekte ise bırakın tayin olmayı, istifa seçeneği dahil pek çok alternatifle kendini şehre ve o yaşamın kollarına atabilecek Drogo, asla bunu yapma cesaretini kendinde bulamıyor. Çünkü idealize etmekle bunu başarabilecek arzu ve donanıma daha da çoğu hırsa sahip olmak birbirinden farklı şeyler. Teğmen Drogo, kalede kendi gibi küçük dünyalarını kuran ve etliye sütlüye karışmayan bir gurup çeşitli rütbelerden subay bulunca, şehre dönme ve hayat kurma fikrini çöpe atar. Yine de bu hali okura Buzzatti sezdirmez ve 30 yıllık bir Tatar istilası bekleyişinin fitilini ateşler. Gerçek hayatın değirmenlerinde öğütülmek gibi yaşamın cilvesi dediğimiz sosyal hayatta karşılaştığımız ve başımızı ağrıtan kozmik şakalardan uzak durmanın yolunu, kale duvarlarının ardına gizlenmeyi seçen bir grup korkağın hikayesidir Tatar Çölü. Drogo da, kendi kendini besleyen bir takıntı ile 30 yıl boyunca bu pozisyonun bozmadan koruyabilmenin ustasından başkası değil. Tabii tam hastalanıp da kaleden ayrılmak zorunda kaldığında Tatar saldırısının başlaması da Buzzati’nin okura yaptığı sınamadan başkası değil.
Tatar Çölü, okuyup da ‘Tat almadan bitirdim ama sonradan beklemeye, hayatı zamanında yaşamaya ilişkin çok ders aldım’ diyenlerin haklı fakat bir o kadar da bariz yanılgısıyla edebiyat tarihine geçer. Tat almamaya ilişkin coşkun üslup, Dino Buzzati’nin hikayeyi anlatan değil aktaran yani hikayenin önüne geçmeyen, Tanrı yazarcılık oynamayan öykü nefeslendiren kuramından kaynaklanıyor. Bu tip yazılarda coşku değil roman gerçekliğinin hayat gerçekliği ile içiçe geçtiğine ilişkin düşünce ön plandadır ve tadı insana yavan gelir. Belki de bundan dolayı, romanın elle tutulabilecek tek yönünün beklemeye dair havası ve altı çizilebilecek güzel sözlerinden oluşan hayat dersleri olduğu düşüncesi aldı yürüdü. Bunu yaparken de beklemenin kale duvarları arasında Tatar Çölü’ne bakarken değil de İstanbul’un 2010’lu yıllarını yaşarken, şehrin içinde, insanların arasında da gerçekleşebileceğine dair düşünce bekleme salonuna alındı. Buzzati’nin edebi derdi, insanlara ders vermekti. Ama verdiği ders beklemeye ve hayatı yaşamaya ilişkin bir el çabukluğu kazanmaya dair midir? Bence değil. Peki, Buzzati, okura ‘Sana hayatı öğretme iddiasındaki romanları ciddiye alma’ diyor mudur? Bir ihtimal. İyi de Dino Buzzati’nin ne söylüyor o zaman? Beklemekten korkmak olmadığı kesin. Gerisi de sizin sorununuz.
Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (16 Mayıs 2019)