Doksan iki yıl yaşanmışlık, dile kolay. Dile bile kolay değil, tam doksan iki yıl. Tekgül koymuşlar adını, bir avazla çıkınca anasının rahminden ölü ikiziyle beraber. Adını koyarken bilmeden belirlemişler kaderini, tek olacağını, yalnız kimsesiz.
Tek katlı, derme çatma, beyaz boyalı evinin salon camından bakar tüm gün. Bir beklediği varmış gibi, kimsenin gelmeyeceğini, gelecek kimsenin olmadığını bile bile.
Camdan bile seçilir bembeyaz yüzünün derin çizgileri. Küçük ya da belki yaşlandıkça küçülmüş, gözlerinin kenarından aşağıya inen çizgi belki de yüzündeki en derin çizgi. Sanki yıllarca ağlamış da, yüzü gözyaşları rahat aksın diye yol yapmış gibi. Kınalı saçlarının üzerine bırakmış bembeyaz yemenisini. Yeşil sarı oyalı yemenisi yaşam diye bağırır, ölüme hasret Tekgül’ün yorgun başına inat. Sandalyesinde oturur tüm gün, tek eliyle sıkı sıkı ahşap bastonunun başını tutarak. Bir medet umar gibi o bastondan. Bastonu düşse, oturamaz belki öyle, taşıyamaz yükünü kendi bedeni. Seçilir kamburu sırtının. Ardı ardına karnında taşıyıp, ölü doğurduğu tüm evlatları şimdi yitmemek üzere sırtında.
İnce dudakları sımsıkı kapalı, sanki aralasa yıllar önce giden kocasına sonunda ‘Gitme’ diyecekmiş gibi. Dememek için sımsıkı kapatır dudaklarını.
Güneş batmaya başlayınca, usulca kalkar mıhlandığı sandalyesinden, tek dayanağı bastonuna yükleyerek bedenini. Gözden kaybolur yavaşça, evin içine doğru. Sırtında evlatları, başında yeşil sarı oyalı yemenisiyle tek olmaya gider Tekgül.
Betül Keskin – edebiyathaber.net (7 Eylül 2015)