Burak Parmaksız’ın “Beni Öldürme Mesafesi” isimli öykü kitabı İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Birbirinden bağımsız on üç öyküden oluşan kitap çarpıcı sonlarıyla dikkat çekerken insan ilişkilerini, vicdanı, aşkı, deliliği masaya yatırıyor.
“Beni Öldürme Mesafesi” okuru ilkin taşraya konuk ediyor. Taşrada geçen ilk öykülerde insanların çocukluk travmalarını odağına almış yazar. Ancak bu travmalar önyargıların, sürü psikolojisinin, izole taşra hayatının, kendinden menkul muhafazakâr ahlak anlayışının ve tüm bunların insan edimlerine izdüşümlerinin sonuçları. Bu bağlamda öykülerdeki ana olay ve ona bağlı gelişen tali olaylar neticesinde kimin haklı kimin haksız olduğu muğlak kılınmış. Tabiri caizse şah da piyon da aynı kutuda. Öyle ki gerçeklik, bakış açısı ve biçem tek potada eriyerek okurun algısını tersyüz etmekte. Nitekim, tıpkı Joseph Kessel gibi kısa öyküler yazan, şaşırtmacayı seven ve çarpıcı sonlarla okuru hem şaşırtıp hem de ürküterek tekinsizliği ön plana çıkaran metinler söz konusu. İlk öyküde iyi niyetli öğretmenini peşinen yargıladığı için sınıfta kalma korkusuyla bir tertip hazırlayan, bu tertip neticesinde de adamın hayatını altüst eden bir lise öğrencisi anlatılmış. İkinci öyküde ise köy yerinde ‘aklıevvel’ denilen bir adamın cinayetlerini okuyoruz. Nitekim, delilik veya deliliğin sınırı yahut psikiyatrik muğlaklık, başka bir deyişle ‘ehliyetsizlik’ birçok öyküde karşımıza çıkan temalardan. Deli Bedri’nin köyün çocuklarını kaçırdığı yahut Elif’in kendi hayaliyle konuştuğu öyküler örnek verilebilir. Ancak iki hususun altını çizmekte fayda var: İlkin kaba tabirle delilik halinin insanın yaşam-ölüm dürtüleri arasındaki gerilimden doğan bir tür öz savunma mekanizması olduğunu belirtmeli. İkinci olarak, ‘deli’ olarak etiketlenen kimselerle onlara bu etiketleri ‘uygun gören’ kimselerin belirli koşullar altında aynı veya benzer eylemleri sergilemeleri. Deliliği aklın başka bir biçimde işlemesi yahut mantığın kalımlı bir kısa devrede seyretmesi şeklinde kabul edersek ‘normal’ kimselerin ‘anlık’ deliliklerine şahit olmaktayız. Mesela, kaçırılan çocuklardan birinin babasının gözü dönmüş ahaliyle birlikte Deli Bedri’nin kulübesine saldırıp, molotof kokteyli fırlatarak yakması. Bu eylemde babanın itkisi öfke olmakla beraber mantığı kısa devre yapmıştır çünkü Bedri’nin evine, polis araması neticesinde çocukların orada olmadığından emin olduğu için molotof kokteyli attığını söyler. Bir başka öyküde de yine bir lise öğrencisinin platonik aşkıyla buluşmak isteyen bir başka öğrenciyi ‘ders verme amacıyla’ katledişi yer alır. Burada toplumsal kodlarla körüklenen bireysel şiddetin nasıl dizginlenemediğini okuruz. ‘Ders vermek’ isteyen Hakan’ın öfkesi bireyseldir çünkü öfkesinin kaynağı özel bir nedenden doğar fakat iki arkadaşının da delikanlılık, birlikte büyümek gibi nedenlerden ötürü ona arka çıkması toplumsaldır. Hakan da eylemlerinin sonucunu kestiremediği için ‘anlık’ deliren bir kahramandır. Ancak, Melih’in ölümüne sebep olan/Melih’i öldüren üç arkadaş da ömürleri boyunca vicdan azabı çekecek, böylece cezasız kalmayacaklardır ki vicdan deli ile ‘anlık’ delireni birbirinden ayıran tek olgu gibidir. Çünkü deli vicdan azabı çekmese de ‘anlık’ deliren bu azaptan kurtulamaz.
“O gün stadın arkasındaki eski lunaparkta iki kişi ölmüştü. Biri bendim. Öldürenlerse en yakınlarımdı. En iyi iki arkadaş… Ellerinde bıçak vardı. Bir fili bile rahatlıkla doğrayabilecek kadar keskin, görünmez bıçaklar. Beni öldürme mesafesinde durdular. Saniyeler içinde vücudumun her yerinde yaralar açıldı. Acıyı hissetmiyordum. Sadece görüyordum. Yaralarım gün geçtikçe daha da açıldı. Her şey yavaş yavaş yok oldu.” (s.26)
Nitekim, öykülerde adli cezalardan ziyade vicdani cezalar vurgulanır çünkü yasal güçler taşrada işlevsizdir çünkü taşra korku yasalarının hâkim olduğu, kol kırılsa yenin içinde kalacağı kendi içine kapanan bir mekândır. Tıpkı Erdinç’in akıbetinde olduğu gibi kahramanlar korku yüzünden polise başvurmaya cesaret edemezler. Adli vakalar televizyonda görülüp duyulduğu zaman öğrenilen, neredeyse maruz kalınan ve faillerin vicdanı dışında kimseye dokunmayan, insanları bir süreliğine -mış gibi yapmaya, dayanışma içerisindelermiş gibi gözükmeye sevk eden olgulardır yalnızca. Kent mekânlı öykülerde ise ikili ilişkiler ön plandadır. İki eski sevgilinin karşılıklı konuşması. Birinin bir ay içerisinde radikal değişimi. Ötekinin bunu hazımsızlığı. Bir kadının çok benzeyen iki erkekle birlikte oluşu ve benzer ile olan ilişkisinde dolaysız dürüstlüğü. Tüm bunlar, sıradan gibi gözüken ama göründüğünden çok daha çetrefilli olan ilişme ağlarını gözler önüne seren, insan ilişkilerinin derinlikli boyutlarını açığa çıkaran öykülerdir. Altını yeniden çizmek gerekir ki Parmaksız öykülerinde niyet, kasıt, eylem ve sonuç yılankavi bağlarla iç içe geçmiştir. Yazar dilini sadeleştirirken öykü katmanlarını karmaşıklaştırır. Dil öylesine sadedir ki metinlerden tek bir sözcük dahi çıkarılamaz. Bütün göstergeler metnin kendisini imleyen bir anlam bütünlüğü içerisinde yerli yerincedir. Diyaloglar, söyleyiş biçimlerine yer veren, doğal, kendiliğinden tümcelerdir. Ancak bu duruluk içerisinde okur, ritmi giderek artan bir gerilimi iliklerine kadar hisseder. Tekinsiz ve ürkütücü öykülerle baş başadır. Her ne kadar kendisini sona hazırlasa da her seferinde hazırlıksız yakalandığını hissetmekten kendisini alamaz.
Tüm bu özellikleriyle ‘Beni Kurtarma Mesafesi’ gerilimi giderek artan kısa, tekinsiz ve ürkütücü öykülerden oluşan, insanı ve insan ilişkilerini derinlikli boyutlarıyla birlikte ele alan çarpıcı bir kitap olarak karşımızda durur.
edebiyathaber.net (3 Mayıs 2023)