Polisiyenin, edebiyat içindeki yeri her zaman tartışmalı olmuştur. Bu tartışmalı durum sonucunda da edebiyatı “yüksek” bir noktada konumlandırmayı seçen “elit” bir kesim tarafından da genelde düşük görülmüş, önemsenmemiş ya da görmezden gelinmiştir.
Özellikle edebiyata toplumcu bir açıdan bakan kesimler tarafından polisiye bazen, burjuva kültürünü ya da sistemin bekçisi olan polisleri yüceltmekle suçlanmış ve hakir görülmüştür.
Ancak bütün bu “üvey evlat muamelesine” rağmen polisiye kitaplar her zaman çok okunmuş, sinemaya uyarlanmış ve kendi içinde tutarlı bir edebi tür olma yolunda ilerlemiştir.
Dünya edebiyatında ilk polisiye roman 1841’de Edgar Allan Poe tarafından yazılan “Morg Sokağı Cinayeti” olarak kabul edilir. Fakat daha sonradan polisiye edebiyatın teorisini yapan yazarlarca polisiye edebiyatın kökenleri daha eski edebi metinlere kadar götürülür.
Burada, Ahmet Ümit’in polisiye üstüne yazdığı yazılarını topladığı kitabı olan İnsan Ruhunun Haritası’na bakarsak, Ümit’in polisiye edebiyatın kökenlerini Kabil ile Habil anlatısına, Telipinu Fermanı’na, Sophokles’in ünlü yapıtı Kral Oidipus’a Shakespeare’in Hamlet, Macbet ve III. Richard’ına ve sonrasında da Dostoyevski’nin yazdığı Suç ve Ceza ile Karamazov Kardeşler’e kadar uzattığını görürüz. (sayfa 33 ve 193)
Bizim edebiyatımıza ise polisiye kırk yıllık bir gecikmeyle gelir. Burada çeviri polisiye kitaplarla telif eserler başa baş giderler.
Burada da, Habibe Gezer’in 2006 tarihli yayımlanmamış yüksek lisans tezinden yararlanarak şu bilgilere ulaşabiliriz (sayfa 37 ve devamı):
Bizim edebiyatımızda polisiye türüne ait ilk çeviri, 1881 yılında Ponson de Terrail’in Paris Faciaları’dır. Bu ilk çevirinin ardından polisiye edebiyata ilgi devam eder ve ilerleyen yıllarda farklı birçok kitabın çevirisi yapılır. Hatta bu dönemde polisiye edebiyata tutku derecesinde bağlı olan II. Abdülhamit’in bir çeviri bürosu kurdurarak 6.000 civarında kitabı çevirttiği söylenir.
İlk telif polisiye roman örneği olarak 1884’te Ahmet Mithat Efendi tarafından yazılan “Esrar-ı Cinayet” isimli kitap kabul edilir.
Bu tarihten itibaren de edebiyatımızda polisiye roman geleneği kesintisiz olarak devam eder.
Ancak bu geleneğin var olması, polisiyenin, edebiyatımızda hak ettiği değeri bulduğu anlamına gelmez. Birçok önemli yazar, maddi kaygılarla yazdıkları polisiye türündeki öykü ve romanlarını sahiplenmez ve bu eserlerini takma isimlerle yayımlarlar.
Bu çerçevede, Peyami Safa, Server Bedi; Kemal Tahir, F.M.; Aziz Nesin ise Nuruhayat takma isimleriyle polisiye eserler yazmışlardır.
Polisiyenin edebiyat içindeki yeri tartışılırken Ahmet Ümit’in Ernest Mandel’in görüşlerinden yola çıkarak yaptığı şu tespit bence tartışmaya noktayı koyacak düzeydedir:
“(Polisiye roman) polisin romanı değil, tersine içinde yaşadığımız sistemi belki de en iyi sorgulayan ama bunu yaparken de okuru geceleri uykusuz bırakarak merak içinde sayfalar boyunca koşturan bir özellik taşır.” (İnsan Ruhunun Haritası s.194)
Günümüz Türk edebiyatında yukarıdaki tanıma uygun eserler üreten isimlerden birisi de Emrah Serbes.
Kitaplarının künyesine baktığımızda Serbes’le ilgili şu bilgilere ulaşırız:
“1981 Yalova doğumlu. Uzun sürmüş bir öğrencilik hayatının ardından Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü bitirdi. Öğrencilik yıllarında Hayvan Dergisi’nin Ankara muhabirliğini yaptı. Birgün gazetesi için söyleşiler kaleme aldı.”
Yukarıdaki bilgilerde Serbes’in edebiyatçı kimliğini oluşturan unsurların ipuçlarını görebiliriz.
Serbes, Ankara’da okur ve bu sayede Ankara’yı adeta canlı bir varlıkmış gibi kitaplarında anlatabilir.
Serbes, Tiyatro Bölümü’nü bitirir, bu da onun yazdığı, rahat ve sağlam diyalogların arkasındaki akademik altyapıyı bize gösterir.
Ve son olarak Serbes, muhalif gazete ve dergilerde yazarak kitaplarının tamamına sinmiş olan sol duyarlılığı geliştirir.
2012 itibariyle Emrah Serbes ’in, ikisi Behzat Ç. Polisiyesi olan üç kitabı vardır. İlk Behzat Ç. Kitabı olan Her Temas İz Bırakır 2006’da, İkinci Behzat Ç. Kitabı olan Son Hafriyat 2008’de daha çok çocuk ve ergen hikâyeleri anlattığı son kitabı Erken Kaybedenler ise 2009’da İletişim Yayınları tarafından yayımlanır.
Serbes halen, Afili Filintalar isimli bir web sitesinde yazmaktadır. Bunun yanında dizi olarak ve film olarak yayınlanan Behzat Ç.’lerin de senaryolarına katkıda bulunmaktadır.
Bu yazıda kitap ve film olarak kamuoyuna sunulan ürünlerle ilgili değerlendirmeler yapmaya çalışacağım. Dizi olarak yayınlanan Behzat Ç.’ye ise, izlemediğim için, değinmeyeceğim.
Her Temas İz Bırakır
Her Temas İz Bırakır, Türkiyeli okurların, Ankara Emniyeti’nde çalışan Cinayet Masası Komiseri Behzat Ç. İle tanıştıkları ilk kitap.
Kitap bu özelliği nedeniyle serinin devamında da maceraları anlatılacak kahramanların bizlerle tanıştırılması görevini de üstleniyor.
Bu çerçevede, Behzat Ç’nin, Harun’un, Hayalet’in, Akbaba’nın Selim’in, Cengiz’in ve polis şefi Tahsin’in yanı sıra Ankara Emniyeti’nde görevli diğer başka pek çok polisle tanışıyoruz.
Ancak hikayenin merkezinde Behzat Ç., Harun, Hayalet ve Akbaba yer alıyorlar. Bu dört polis, değişen çağa ayak uyduramamış, yaşamlarının her alanını polis kimlikleri üzerinden şekillendirmiş, tüm maço tavırlarına rağmen vicdan sahibi ve dürüst kişilerdir. Tüm maço kimliklerin ortak bağı olan erkek dayanışması da bu dörtlünün yaşamlarının en önemli belirleyenidir.
Bu dörtlüyü kolaylıkla apolitik kimlikleri üzerinden de tanımlayabiliriz. Uzun yıllardan beri Cinayet Şubesi’nde gördükleri, onları epeyce duyarsızlaştırmıştır ve bu duyarsızlıklarını memleket meseleleri üzerinden de sürdürmektedirler.
Ancak tüm bu duyarsızlıklarına rağmen, vicdanlı ve dürüst yapıları, onları, izini sürdükleri cinayetleri ucu nereye varırsa varsın çözmeye yöneltmektedir.
Bu durum da her iki kitabın omurgasını oluşturur. Çünkü her iki kitapta da basit bir cinayet gibi görünen olayların ucu, dönüp dolaşıp ülkemizin karanlık siyasi tarihine ve polis teşkilatındaki (özellikle Terörle Mücadele ve İstihbarat alanlarındaki) kirlenmişliklere dayanır.
Bu durum da Serbes ’in yarattığı polislerin ülke gerçekleriyle, vicdanları arasında sıkışmalarına neden olur ve oylarını daima vicdanlarından yana kullanmalarıyla son bulur.
Bu arada özel yaşamlarındaki sıkışmışlıklar ve yalnızlıklar da kahramanlarla biz okurların özdeşim kurmalarına yardımcı olur.
Örneği bu çerçevede Her Temas İz Bırakır’da Behzat Ç.’nin boşandığı karısıyla ve kızı Berna’yla kurduğu iletişim kitabın sacayaklarından birisini oluşturur.
Her Temas İz Bırakır, bir yılbaşı gecesinde intihar eden Betül Gülsoy’un ölümünün aydınlatılması sürecini anlatmaktadır.
Olay öncelikle sıradan bir intihar vakasıymış gibi başlasa da Behzat Ç.’nin elde ettiği ipuçları sayesinde olayların Türkiye’nin derin devletine kadar ulaştığı ortaya çıkıyor böylece yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım ikilemleri yaşayan kahramanlarımız bir yandan da sisteme karşı savaşmak zorunda kalıyorlar.
Her Temas İz Bırakır, yukarıda özetlemeye çalıştığım konusuyla ve aksamayan kurgusuyla oldukça sağlam bir polisiye olarak kabul edilebilir.
Ancak Her Temas İz Bırakır’ın genelinde kendine güveni daha tam olarak oturmamış biraz çekingen ve tutuk bir yazar vardır. Bu çekingen ve tutuk yazar kitabın kimi bölümlerinde açılsa da bize, bugünden baktığımızda gördüğümüz kusursuz diyalogların ve bomba esprilerin yazarı Emrah Serbes’i göstermez.
Kusursuz diyalogların ve bomba esprilerin yazarı Emrah Serbes’le biz Son Hafriyat’ta tanışırız.
Son Hafriyat
Her Temas İz Bırakır’ı muhalif tutumu ve sağlam kurgusuyla övmek gerekirse Son Hafriyat’ı dili ve anlatımıyla övmek gerekir.
Emrah Serbes, Son Hafriyat’ta daha ilk satırdan itibaren bizi son derece çarpıcı ve eğlendirici diyaloglarla ve tasvirlerle baş başa bırakır. Üstelik bu satırları yazarken Behzat Ç. neredeyse hiç konuşmaz.
Son Hafriyat, ilk kitabın bıraktığı noktanın bir yıl sonrasında başlatır öyküsünü. Bu bir yılda Behzat Ç. İlk kitabın sürprizli sonunda yaşadığı ağır travma nedeniyle konuşmayı tamamen bırakmıştır ve başı bir yandan alkolle diğer yandan da emniyet içinde yaşadığı soruşturmalarla büyük beladadır.
Durum böyleyken, öncelikle bir polis köpeğinin gömülerek öldürülmesiyle başlayan bir cinayet sarmalı tüm Ankara’yı esir alır.
Son Hafriyat’ta cinayetleri kimin işlediği sorusundan çok cinayetleri işleyen Red Kit’in bu cinayetleri neden işlediği sorusu üzerinde durulur. Ve bu sorunun cevabı, kahramanlarımızı yine derin devletle karşı karşıya getirir.
Son Hafriyat’taki Ankara adeta büyük bir şantiye gibidir. Şehrin her tarafı kazılmakta, yıkılmakta ve yıkılanların yerine hızla yenileri yapılmaktadır. Ankara’nın içinde bulunduğu bu değişim ve dönüşüm metaforik pek çok anlamı da içinde barındırmaktadır.
Sonuç olarak Son Hafriyat akıcı anlatımı ve içinde barındırdığı sağlam diyaloglarıyla bir çırpıda okunabilir bir nitelik kazanır. Bu niteliğinin yanında Son Hafriyat’ı her zaman elimize alıp, tesadüfen açtığımız bir sayfayı okuyarak keyiflenebileceğimiz bir kitap olarak da görebiliriz.
Fakat burada Son Hafriyat’ın ilk kitabın devamı olduğunu hatırlatmakta yarar var. Behzat Ç.’nin içinde bulunduğu ruh halinin, abisiyle olan ilişkisinin ve daha birçok detayın açıklamaları Her Temas İz Bırakır’da yer almaktadır.
Bu durum Son Hafriyat’tan uyarlanan Seni Kalbime Gömdüm’ün de en önemli çıkmazını oluşturmaktadır.
Behzat Ç. Kitaplarının her ikisiyle ilgili yapılabilecek tek olumsuz eleştiri ise, kitapların zaman zaman polis şiddetini meşrulaştıran bir dile sahip olmalarıdır, diyebiliriz.
Behzat Ç. – Seni Kalbime Gömdüm
Dizi olarak Behzat Ç. Son Hafriyat’ın yayımlanmasından iki yıl sonra 2010 yılında televizyonda yayınlanmaya başlar ve çok beğenilir. Bu beğeninin etkisiyle kitaplar baskı üstüne baskı yapar. Örneğin, Her Temas İz Bırakır yayımlandığı 2006 ile 2010 arasında yılda ortalama bir baskı yaparak toplam altı baskıyla okurların karşısına çıkar. Dizinin yayınlanmaya başladığı 2010 ile 2011 arasında ise kitabın toplam beş yeni baskısı daha yapılır. Son Hafriyat ise baskı adedinin biraz daha çok tutulması nedeniyle olsa gerek toplam sekiz yeni baskıyla okurların karşısına çıkar.
Kısacası Behzat Ç. Hem televizyon izleyicileri tarafından hem de okurlar tarafından oldukça beğenilir. Bu durum da kahramanımıza beyaz perdenin yolunu açar.
Film, serinin televizyonda yayınlanırken ki yönetmenlerinden Serdar Akar’a emanet edilir ve Akar dizi kadrosunu bire bir koruyarak Son Hafriyat’ı temel alan bir filme 2011 itibariyle imza atar.
Seni Kalbime Gömdüm ile ilgili tespitlerime geçmeden önce “Bir film, hangi kitleye hitap eder, etmelidir?” sorusunu sorabiliriz. Çünkü söz konusu seri hem kitap olarak hem de film olarak önemli bir insan grubuna kendisini sevdirmiş bulunmaktadır.
Kuşkusuz bir sinema filmi bu iki gruba birden hitap edecektir ama bunun yanında belki uluslararası arenayı da düşünerek bu iki kümede de yer almayan seyirciyi de hesaba katmalıdır, diyebiliriz.
Bu noktada popüler çizgi roman kahramanlarının sinema uyarlamalarına bakmak yararlı olacaktır.
Örneğin, Batman ya da Örümcek Adam farklı yönetmenler tarafından onlarca defa sinemaya uyarlanmalarına rağmen her defasında seriyi ele alan yönetmenler, seriyi başlatan ilk halkayı daima seyirciyi karakterle tanışmaya ayırırlar. Bu tercih kuşkusuz içinde ticari bir kaygı da barındırır fakat nihayetinde izleyiciyi bir kahramanla tanıştırma işlevi görürler
Seni Kalbime Gömdüm’de öncelikle böyle bir kaygı görülmez. Film izleyicisinin, kitapları okuduğu ya da en azından diziyi izlediği var sayılarak çekilen Seni Kalbime Gömdüm, bizi birden bire bir polis komiseriyle baş başa bırakır. Biz seyirci olarak Behzat Ç.’nin neden sürekli içtiğini ya da neden sağda solda kızını gördüğünü anlayamadan kendimizi anlatılan olayların içinde buluruz.
Bu çerçevede Behzat Ç.’ye filmdeki Red Kit kadar bile değer verilmediğini düşünebiliriz.
Seni Kalbime Gömdüm’e bu açıdan baktığımızda, havada uçuşan ve nereden gelip nereye vardığı anlaşılmayan laflar ve hareketler yığını olarak algılarız. Örneğin, kitaptaki Toros-Megane tartışmalarını bilmeyen bir izleyici filmde, Harun’un polis şefinden neden yeni bir araba istediğini bir türlü algılayamaz. Çünkü Harun’un ve Behzat Ç.’nin kullandığı arabalar da en az yeni verilenler kadar kullanışlı görünmektedir. Ya da filmde karikatürize edilerek verilen Cengiz’in küresel ısınmadan bahsettiği ve sonrasında Harun’un Gorbaçov Hasan’la küresel ısınma konusunu konuştuğu bölümler havada kalır.
Pembo’nun neden polislere küfrettiği, ya da Behzat Ç.’nin abisiyle yaşadığı tartışmanın nedenleri gibi (kitap içinde önemli bir yer tutan fak filmin mantığı içinde) daha önemsiz kalan detaylara ise değinmiyorum bile.
Seni Kalbime Gömdüm yukarıdaki detayların yanında yaptığı iki önemli tercihle de kitaptan ayrılır ve yine bu nedenlerle başarısız bir film olarak kabul edilebilir.
Bu tercihlerden ilki, Son Hafriyat’ta yaşadığı travma nedeniyle nerdeyse hiç konuşmayan Behzat Ç.’nin adeta bir laf ebesine dönüştürülmesidir.
Bir sinema filminde başrol oyuncusunun hiç konuşmaması bir popüler kültür filmi için kabul edilebilir olamayacağını biliyorum. Durum böyleyse o zaman filmde Behzat’ı kızından dolayı gereksiz bir depresyona sokmanın da bir gereği kalmamaktadır. Çünkü bu durum, maalesef, izleyicinin dikkatini dağıtmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Seni Kalbime Gömdüm’ün ikinci tercihiyse kitaptaki politik argümanın önemli ölçüde törpülenmesidir. Burada “törpülenme” kelimesini kullanıyorum çünkü filmde bu politik altyapıdan tamamen vaz geçilmemiştir. Ancak, cinayetlerin işlenme nedenlerine dair açıklamalar filmin sonuna doğru biraz mahcup bir biçimde ve adeta geçiştirilerek verilmiştir. Burada Behzat Ç.’nin “Bu paralar nereden geliyor?” diye başlayan tiradını ise son derece didaktik ve gereksiz bulduğumu da belirtmeliyim.
Sonuç olarak, yazıyı toparlayacak olursam. Kitap olarak çok beğendiğim, dizi olarak ise izlemediğim Behzat Ç.’nin sinema uyarlamasının son derece yetersiz olduğunu söyleyebilirim. Film bu haliyle dizi izleyicisini sinemaya çekerek kâr elde etmek için çekilmiş bir ticari ürün olarak nitelenebilir.
Kaynakça
1.) GEZER Habibe, Türk Edebiyatında Polisiye Roman ve Ahmet Ümit’in Polisiye Roman Kurguları, Süleyman Demirel Üniversitesi, Yayımlanmamış Yüksel Lisans Tezi, 2006
2.) SERBES Emrah, Her Temas İz Bırakır, İletişim Yayınları, 11. Baskı, 2011
3.) SERBES Emrah, Son Hafriyat, İletişim Yayınları, 8. Baskı 2012
4.) ÜMİT Ahmet, İnsan Ruhunun Haritası, Doğan Kitap, 1. Baskı, 2007
Onur Uludoğan -edebiyathaber.net (25 Nisan 2012)