Teslimiyet: Ya yalnızlık ya cemaat | Menekşe Toprak

Ocak 21, 2015

Teslimiyet: Ya yalnızlık ya cemaat | Menekşe Toprak

meneksefoto

Yıl 2022, Paris. Sorbonne Üniversitesi’nde 19. yüzyılda yaşamış olan yazar Huysmanns’ın uzmanı François 44 yaşında, kendi deyimiyle vasat erkek cinselliğinin fantezileriyle dolu bir edebiyat bilimi profesörüdür. Politikayla zerre kadar ilgilenmese de Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerine o da odaklanmak zorundadır, zira seçimlerin birinci turunda aşırı sağcı parti başı çekmekte, ikinci sırada Müslümanların Kardeşliği adlı parti vardır, Fransa’da yaşam alanı bulamayacağını bilen Yahudi sevgilisi 22 yaşındaki Miriam ise ailesiyle birlikte İsrail’e göç etmek üzeredir. Ülkede olağanüstü hal hükmetmekte, Paris’in farklı köşelerinde bombalar patlayıp cinayetler işlenirken ekonomi çöküşün eşiğindedir.

Aşırı sağdan ürken sadece Yahudiler değil, diğer partilerdir de.
Miriam ailesiyle birlikte İsrail’e göç ededursun, üniversitelerde eğitime ara verilir,  François arabasına atlayıp Fransa’nın taşrasına doğru yola çıkar. Yalnız ve tedirgindir. İçin için bir şeye sarılmak istemektedir.  Müslümanların Kardeşliği partisiyle koalisyon kurulup Fransa’da ilk kez bir Müslüman lider Cumhurbaşkanlığı koltuğuna otururken o başka bir zamana kaçar.  19. yüzyılda, aydınlanmanın yeşerdiği dönemlerde kimlik bunalımına girmiş olan ve sonunda Katolik olmaya karar veren Huysmanns’ın dünyasına sığınır. Tıpkı onun Ortaçağda yükseliş devrini yaşamış olan kiliselerin, tarihi eserlerin ortasında bulur kendini. Bir kilisede Meryem Ana ile kucağındaki İsa figürü François’nın sefil karanlığına bir an ışık düşürecek gibi olursa da ertesi gün yeniden kupkuru bir figüre dönüşür. Kiliselerde yapılan dualar, İsa’ya yakarışlar onu Nietschevari tespitlere götürür: Hıristiyanlık zamanını çoktan doldurmuş, dişil bir dindir, aylar sonra Paris’e dönüp de iktidarda göreceği İslam ise eril.

Ve eskiyi bırakır, yeni Fransa’ya döner. Yeni Fransa’da ise kadınlara çalışma yasağı getirilmiş, devletin yüksek makamlarına Müslüman erkekler yerleştirilmiş, François gibi Müslüman olmayan akademisyenler ise emekli edilmişlerdir. Müslümanlardan sonra iltimaslı tek kesim Katoliklerdir, onlar da İslam’ın dejenere olmuş bir kesitini temsil ettikleri için sonunda doğru yolu bulup Müslümanlaşacaklardır zaten.

Kuşatılmış Yaşamlar, Temel parçacıklar gibi romanlarıyla tanıdığımız yazar Michel Houellebecq’in bugünlerde Almanya’da çok konuşulan bu son romanı bir korku senaryosu gibi değil mi? Almanya’nın Müslümanlaşmasına karşı her pazartesi günü Dresden’de toplanan, sayıları her hafta biraz daha artan Pegida örgütlenmesinin tezlerini doğrulayan bir kurgu? Houellebecq’in Fransa’da coverçıktıktan sadece bir hafta sonra Almanca’da yayımlanan, Türkçeye Teslimiyet olarak çevirebileceğimiz Soumission adlı romanı İslam karşıtlarının tezlerini doğrulasa da, onların sevebileceği bir roman değil. Zira romanda kurgulanan İslam rejiminin öncüleri tam da yeni yönetimle birlikte Müslümanlığa geçen aşırı milliyetçi Fransızlardan oluşuyor. Bugün Pegida örgütlenmesinin Fransa’daki karşılığı olabilecek aşırı sağın üyeleridir bunlar. Üstelik yeni Müslüman iktidarla birlikte Paris’in sokaklarında şiddet azalmış, ekonomi (zengin Suudilerin de yardımlarıyla) ciddi bir şekilde canlanmaya başlamıştır.

Aslında Fransa’daki tüm bu siyasi ve sosyal değişimler romanın ben anlatıcısı François’nın hikâyesine eşlik ederek anlatılıyor. Soumission (Teslimiyet) her şeyden önce modern yaşamda ayakta kalmaya çalışan bireyin yalnızlığı üzerine. Houellebecq’in diğer romanlarının erkek kahramanları gibi François da bol alkol tüketen; mini etekli, güzel bacaklı her kadın karşısında cinsel olarak tahrik olan ama o kadınlara ulaşma konusunda pek de başarılı olmayan biridir. Ne solcuların yanındadır, ne sağcıların. Annesinin cenazesine bile gitmeyecek kadar aile bağlarından uzak bir nihilisttir. Miriam’ın gidişiyle kalbinde nükseden sızıyı okur olarak siz de hissedersiniz ama Miriam’ın hayatındaki yeri kendisine verdiği cinsel tatminden öteye de geçmez. Bir erkeğin kadına olan sevgisi ona göre “kadının ona verdiği zevk kadardır.”

Zevkin peşinde olup da o zevke daha çok parasıyla ulaşabilen François gibi bir profesöre ise Fransa’nın Müslüman yönetimi yepyeni olanaklar sunmaktadır. Zira Paris sokaklarını şiddetten arındıran, başörtülü kadın sayısını çoğaltmasa da mini etekli kadınları ortadan kaldıran İslami rejim (Paris sokaklarında artık vücut hatlarını belli etmeyen pantolonlu kadınlar dolaştığı için François cinselliği daha az düşünmektedir), muktedir erkeğe de üç kadınla evlenme şansı sunmaktadır. Kadının seçme hakkı, özerkliği ve özgürlüğü peki? Kitabın bir yerinde bunlar üzerine düşünen François sonunda “Fuck Autonomie” diyerek söküp atar bu düşünceyi aklından. Ne de olsa İslami Sorbonne Üniversitesi’nden cazip bir teklif gelmiştir kendisine: Müslümanlığı seçmesi halinde çok yüksek bir maaşla üniversiteye geri dönebilecek, yaşları on beşe kadar inebilen üç kadınla izdivaç kurabilecektir. Gerçi o kadınları kendisi değil de, evlilik tellalı kadınlar bulacaktır ama olsun! Fuck Autonomie.

Houellebecq’in romanını okurken ister istemez George Orwell’in 1984 romanını düşünmeden edemedim. Kuşkusuz hem arkasındaki yazar tavrı açısından hem de stil olarak birbirlerinden farklı iki eserden söz ediyorum; ama ikisi de bireyi ortadan kaldırıp mutlak teslimiyeti öngören sistemleri anlatıyor. Orwell’in 1984’ündeki mutlak totaliter sistem, bireyin her türlü mahremiyetine ulaşabilen Büyük Birader yok bu kitapta. Ayrıca insanın sisteme boyun eğmesi cebren de yerine getirilmez. Tam tersine Soumission (Teslimiyet) romanında yeni kurulan sisteme dâhil olmak insanın özgür seçimine bırakılmıştır. Demokratik modern yaşamdan gelen, toplum içindeki varlığı çoğu zaman sosyal ve sağlık sigortalarındaki kayıtlarla kanıtlanan insanın özgür seçimidir bu. Tek başına ayakta kalabilmesi, kendini daima kanıtlaması gereken kadının ve erkeğin seçimi yani.

İşte böyle bir sistemin içinde yorulmuş ve yalnızlaşmış François, tıpkı diğer pek çok akademisyen arkadaşı gibi cemaatli bir hayatı seçmeye karar verir. Ama biz François’nın içine gireceği cemaatin inandığı Allah’a karşı olan inancını öğrenemeyiz. Sadece şunu biliriz: François sisteme dâhil olabilmek için Müslümanlığı seçecektir. Müslümanlık hakkındaki bilgisi ve ona olan ilgisi de zaten İslam’ı referans alarak siyaset yapan yönetimlerin, devletlerin dünyaya sunduğu resimler ve ona dışarıdan bakan Batı’nın gözündeki görüntü kadardır: Kadın erkeğin efendisidir, cemaat ve Allah’sa insanın. Bu kurallara boyun eğmeyense yalnız ve sefil bir hayata mahkûmdur.

Menekşe Toprak – edebiyathaber.net (21 Ocak 2015)

Yorum yapın