“Okumaya sadece terinizi silmek için ara vereceksiniz.” Dwight Garner, New York Times
Henrietta Lacks, 1 Ağustos 1920 günü Amerika’nın Virginia eyaletinde, siyahların yaşadığı bir köyde dünyaya geldi. Terk edilmiş bir istasyonun küçük bir barakasında annesi, babası ve sekiz kardeşiyle birlikte yaşamaya başladı. Annesi Eliza Lacks onuncu çocuğunu doğururken hayatını kaybettiğinde Henrietta yalnızca üç yaşındaydı.
Karısı öldüğünde geride kalan dokuz çocuğuyla baş edemeyen genç baba, onları çiftçi akrabalarının yaşadığı bir başka köye bırakıp kaçtı. Henrietta çocukluk ve ergenlik yıllarını bundan böyle dedesinin yanında geçirecekti.
Kanser, ırkçılık ve bilimsel ahlaka dair gerçek bir öykü…
Dört yaşından itibaren günde on iki saat çiftlikte çalışan Henrietta, okul çağına geldiğinde civardaki okullar yalnızca beyazlara eğitim verdiğinden her gün çok uzaklarda bir yerde, siyah öğrencilerin ders gördüğü derme çatma bir kulübeye gidip gelmeye başladı. Ders saatleri dışında çiftlikte kuzenlerine, kardeşlerine yardım ediyor, boş vakitlerinde de para kazanmak için beyazlara ait bir tütün işleme atölyesinde çalışıyordu.
Çocukluğundan beri aynı odayı paylaştığı kuzeninden hamile kalan Henrietta, ilk çocuğunu on dört yaşında doğurdu. Dört yıl sonra da ikinci çocuğunu doğuran genç kadın, yirmi yaşında kuzeni Day ile evlendi. Baltimore şehrine göç edip siyahların yaşadığı bir kenar mahalleye yerleşen genç çift, sayısı giderek artan çocuklarıyla birlikte zor şartlar altında hayata tutunmaya çalışıyordu. Otuz bir yaşına geldiğinde evdeki beş çocuğuna bakmakta olan Henrietta, bir yandan da şehre gelen akrabalarına ev sahipliği yapıyor, tüm bu olumsuz koşullara rağmen gece geç saatlerde sokağa çıkıp akranlarıyla dans etmeyi, hayatı olduğu gibi kabul edip küçük şeylerden mutlu olmayı sürdürüyordu.
Genç kadın bir gün rahminde bir sertleşme olduğunu fark etti ve siyahların kabul edildiği tek şehir hastanesi olan Johns Hopkins’in yolunu tuttu. Yapayalnızdı, heyecanlıydı ve korkuyordu. Nefesini tutup siyahların kullandığı arka kapıdan içeri ilk adımını atan Henrietta, herhalde bir yıl geçmeden kanserden öleceğini aklından bile geçirmiyordu. Çok güçlü bir kadındı, çektiği sıkıntıları aylarca kendine sakladı, ailesinden yardım istemedi. Ancak ayakta duramayacak hale geldiğinde kocasına kanser olduğunu söyledi. Yine de iyimserdi. Doktorlar hastalığımı iyileştirecek diyordu herkese. Belki buna kendisi de inanıyordu.
Ne yazık ki öyle olmadı. Henrietta Lacks 4 Ekim 1951 günü bir hastane odasında son nefesini verdi.
HeLa: Tüpteki mucize
O yıllarda George Gey adında bir doktor Johns Hopkins hastanesinin bodrum katındaki minicik laboratuarında her gün yüzlerce hastadan aldığı örneklerden elde ettiği insan hücrelerini çoğaltmaya çalışıyordu. Yardımcısı Mary Kubicek, her zaman olduğu gibi hastanın adı ve soyadının ilk iki harfinden oluşan bir kodu etiketin üzerine yazıp Henrietta’dan alınan hücreleri elinde tuttuğu tüpe aktarmış ve yıllardır hiçbir olumlu sonuç alınamayan işine kaldığı yerden devam etmişti.
Ancak, aradan beş gün geçtikten sonra HeLa hücrelerinin hala canlı olduğunu ve sürekli çoğaldıklarını fark ettiklerinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı…
Cesur bir araştırmacı… Duyarlı bir yazar…
HeLa hücrelerinin yıllardır araştırmalarda kullanıldığını, pek çok ölümcül hastalığa onlar sayesinde bir çözüm bulunabildiğini henüz on altı yaşındayken lisedeki biyoloji dersinde öğrenen Rebecca Skloot, bu bilgiden öylesine etkilenmişti ki, üniversitede biyoloji eğitimi almaya karar verdi. 1994 yılında üniversiteden mezun olmuştu ama henüz Henrietta Lacks’in kim olduğuna, ne zaman, nerede yaşadığına ve HeLa hücrelerinin keşfine dair yeterli bilgisi yoktu. Amerika’da internet kullanıma açıldığında araştırmalarına başladı, topladığı bilgilerin birbiriyle çeliştiğini fark edince merakı daha da arttı.
Bilimsel makaleler yazmaya başladığında bu konuya daha çok zaman ayırmaya karar verdi. Aylarca Henrietta’nın izini sürdü, nihayet yıllar önce bir dergide çıkan yazıdan o kadının 1951 yılında Baltimore‘da öldüğünü, çocuklarının ise hayatta olduğunu öğrendi. Aileyi ikna edip onlarla görüşebilmek için bir yıl uğraştı. Hastane kayıtlarını, araştırma sonuçlarını, HeLa hücreleri üzerine yazılmış yüzlerce, binlerce araştırmayı taraması ise neredeyse on yıl sürdü.
Ve Rebecca Skloot 1951 yılında bir hastane laboratuarından keşfedilen ve o günden beri her yirmi dört saatte bir yeniden bölünüp çoğalan, günümüzde dünyanın her köşesinde, her hastanede, her araştırma merkezinde nice insana şifa vermek amacıyla kullanılmaya devam edilen trilyonlarca HeLa hücresinin inanılmaz öyküsünü yazdı.
2010 yılında New York’da basılan ve büyük ilgi uyandıran The Immortal Life of Henrietta Lacks (Henrietta Lacks’in Ölümsüz Hayatı); terk edilmiş, unutulmuş, hiçbir zaman gerçekte neler olduğunu öğrenememiş yoksul bir ailenin dramıyla iç içe geçmiş sağlam bir bilimsel araştırmayı güçlü bir edebi dille okurlara aktaran sıra dışı bir eser.
Hasan Saraç – edebiyathaber.net (2 Eylül 2014)