Timur Sönmez ile Dorlion Yayınlarından çıkan “Açelya Patikası’nda Geçen Bir Ömür – Sylvia Plath” adlı kitabı üzerine konuştuk.
“Açelya Patikası’nda Geçen Bir Ömür – Sylvia Plath” adlı kitabınızı konuşmaya geçmeden önce sizi tanıyalım. Timur Sönmez kimdir? Bize kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
Timur Sönmez’i “Kimdir?” sorusunun karşılığı olarak şöyle tanımlayabilirim. Timur Sönmez 1968 yılı güz mevsimi doğumludur. Güz mevsimi onun dünyaya gelişinin mevsimsel yatağı olduğu için her ne kadar güz kendisine karşı özel bir sevgi besleyeceğini düşünmüş olsa da o mevsimlerin tamamını seven ve onların coşkusunu yaşayan; yaşıyor, nefes alıyor olmanın mutluluğun zemini olduğunu düşünen; her canlının varlığını koruması ve yaşamasının öneminin farkında olan, bu bağlamda insana, doğaya, çevreye duyarlı biridir.
Neden Sylvia Plath’ı yazmayı düşündünüz?
Sylvia Plath kendi isteği ile yaşamına son verdiği günden bu yana üzerinde konuşulan, bilgi sahibi olunsun olunmasın fikirler yürütülen ve özellikle de popüler kültür içerisinde tüketilen bir nesne biçimine dönüştürülmüş biridir. Onunla ilgili yazılan köşe yazıları, yapılan alıntılar gibi küçük etkinliklerin yanında yapılan detaylı ve ciddi çalışmalara bakıldığında görünüyor ki o genellikle bir yönü ele alınarak anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışılmış. Oysa Sylvia Plath’ı anlamak için onu yaşadığı dönemdeki toplumun yapısından başlayarak ele almak, bireysel ilişkilerinin biçimi ve bireysel psikolojik yaşantıları ile onların kendi duygu ve düşünce dünyasındaki etkilerini, bütünsel bir yaklaşımla ele almak gerekliliktir. Bu nedenle ben bu güne kadar çok farklı yönleriyle ele alınan Sylvia Plath’ı, özellikle gizemli ve üstü örtülü olarak değerlendiren insanların belki ürkerek şöyle bir yan gözle baktığı ruhsal yapısını da ortaya koyarak bütünsel bir yaklaşımla anlatmaya çalıştım. Böylelikle Sylvia Plath’ın tam olarak anlaşılabileceği düşüncesindeyim. Kısacası onu hem tanımak ve anlamak hem de tanıtmak ve anlaşılmasını sağlamak için Sylvia Plath’ı yazdım.
Tam da bu noktada şunu sormalıyım. Öyleyse Sylvia Plath kimdir ve neden zaman zaman insanların belki ürkerek şöyle yan gözle baktığı bir ruhsal yapıya sahiptir? O yapıda ne vardır ki insanlar “şöyle bir yan gözle bakıverip, gözlerini çevirme” ihtiyacı içindedirler?
Sylvia Plath oldukça zeki ve zekâsının bir getirisi olarak da sıradan insandan farklık göstererek içinde bulunduğu toplumu iyi okuyan, ideolojik bir tutumu olmasa dahi insana, canlılığa olan inancı nedeniyle onun yok oluşuna neden olabilecek ya da olmuş olay ve davranışlara karşı duruş sergilemekten çekinmemiş, toplumun cinsiyetçi bakış açısına her zaman eleştirel bir tutumla yaklaşmış ve bireysel ilişkilerinde kendisini olduğu gibi ortaya koymaya çalışmış biridir.
Yan gözle “şöyle bir bakılıp” geçilecek derecede ürkütücü bir ruhsal yapı içerisinde değerlendirilmiş olmakla birlikte aslında yakından bakılıp anlaşılmaya çalışıldığında ve anlaşıldığında görülecektir ki gerçekte bireysel olarak kendisini her şeye rağmen –her türlü cinsiyetçi yaklaşım ve bireysel travmatik olayların örseleyici ve engelleyici yönüne rağmen- ortaya koymaya çalışmış, bu konuda büyük bir çaba göstermiş ve kendi bireysel travmatik yaşantılarının üstesinden bu şekilde gelmeye çalışmış, bu amaçla içindeki susmayan sesin kalemi olup bitmez tükenmez bir yazma hevesi içinde olmuş, bunların getirisi olarak ünlü olma isteği içinde bulunmuş ve ünlü olduğu takdirde kendisine karşı geliştirdiği ‘değersizlik’ algısından kurtulacağını düşünmüş biridir. Sylvia Plath bu çerçeveden görülürse anlaşılacaktır ki o hakkında çıkarılan söylentilerde nitelendiği gibi “Şeytansı, gizemli, korkutucu vb.” değil, yalnızca üretmeye, kendini ve insanlığı anlamaya ve anlatmaya çalışmış, bireysel psikolojik süreçleri içerisinde yer alan karmaşık duygu ve düşüncelerini ortaya dökmüş bu nedenle de “Gizdökümcü Şair” olarak sınıflandırılmış biridir.
İnsanları ürküten en önemli yönü, her zorlanımda yüzünü ölüme dönerek onu saklanacağı, görünmezlik yoluyla söz konusu olabilecek olumsuzluklardan kaçış için bir sığınak olarak görmesidir. Sonuçta ölüm her canlının kaçındığı bir sonken Sylvia Plath’ın onu ustalıklı gerçekleştirdiği bir sanat eseri gibi dile getirmiş olması ürkülmesinin ana sebebidir. Çünkü insanlar böylesi biriyle tanışmanın kendilerinin de ölüme yakınlaşacağını düşünmelerine neden olmaktadır. Bir arkadaşım şöyle söylemişti Sylvia Plath üzerine yazdığımı duyduğunda. “Ah.” demişti. “Ben korkarım o kitabı okumaktan. Beni ölüme götürmesin?” Oysa ki işin aslı öyle değildir. Sonuçta her insan ayrıdır ve ayrı yaşantıları ayrı toplumlar ve sosyal yapılar içerisinde geçirirler. Sylvia Plath’ın bilinmesi ve tanınıp anlaşılması böyle bir sonuç doğurmayacaktır.
Kitabın ortaya çıkış süreci hakkında neler söylemek istersiniz? Bu nasıl bir çabayı gerektirdi?
Yaşamın olağan akışı içerisinde de bir insanı tanıma süreci gerçekte bir yolculuktur. Yapacağınız bir yolculukla bilmediğiniz, tanımadığınız, görmediğiniz yerleri bilmek, tanımak ve görmek gibidir. Bu bir insanı tanıma yolculuğunda da bilme, tanıma ve görme eyleminden sonra tanıdığınız insanı seversiniz ve yaşama onun varlığıyla devam edersiniz ya da yaşama onsuz devam etmenin daha iyi olacağını düşünürsünüz. Bu tanıma işini de yaşamın olağan akışı içerisinde deneyimlediğiniz yaşantılarla sağlarsınız. Farklı yer ve zamanlarda, farklı yaşantılarla elde edilebilen bu deneyim ne yazık ki Sylvia Plath’ı tanıma ve hatta tanımanın biraz daha ötesinde anlama ve onunla empati kurup onun gibi düşünme olanağı verecek çabalarım içerisinde yoktu. Onu, geriye bıraktığı anıları, şiir ve düz yazıları üzerinden ve kişilerin onunla ilgili öznel değerlendirmelerini içeren yazılarından ve onun hakkında yapılan bilimsel araştırmalar ile yapılmış olan bir filmi izleyerek tanımak ve anlamak zorundaydım. Bunların yanı sıra çok sayıda kaynak İngilizceydi ve onları anlamak ise bambaşka bir sorundu. Sonuçta Sylvia Plath pek çok yönüyle karşımdaydı fakat öylesine parçalı ve öylesine anlaşılmaktan uzaktı ki. Oysa onu yaşantılar yoluyla deneyimleyerek tanıma fırsatının yoksunluğunu önümdeki bu malzemeyle kapamak zorundaydım. Bu ise, Sylvia Plath’a ilişkin içimdeki merak duygusunun tetikleyiciliğinin varlığı sayesinde duygu ve düşünce dünyamda onu hâkim kılma, onu fiziken olmasa da düşünsel olarak yanımda bulundurma zorunluluğunu getirdi. Bu öylesine bir çabaydı ki, ilginç bir ifade olacak belki ama onunla yattım, onunla kalktım. Ve hatta onunla rüyalarımda buluştum. Aynı zamanda bu süreç onu yaşayarak tanıyamamış olmanın üzüntüsünü de yaşattı diyebilirim. Ama bu belki de yalnızca onun yüzünü tüm canlılığıyla karşımda görmenin ötesinde yeni bir şey getirmeyecekti. Çünkü kabul etmeliyim ki Sylvia Plath oldukça zorlu ve anlaşılması güç de bir insan. Yüz yüze olmak bıraktığı ürün ve üzerine yazılanlar yoluyla onu tanımaya, anlamaya çalışma konusunda gösterdiğim zorlu çabayı kolaylaştırmayacaktı.
Bu süreç bir yıl süren bir zaman dilimini içeriyor. Her an yanımdaydı ve gerçekte olmadığı halde gerçekmişçesine birlikteydik. Konuştuk, sohbet ettik, zaman zaman gerginlik yaşadık ilişkimizde. Her şeye rağmen, yani zaman zaman stresli ve gergin olsa da kimi zaman güleç, mutlu edici, heyecanlı bir ilişkiydi bizimkisi. Ve onu istediğim gibi tanıma ve anlatabilmeyle sonuçlandı. Bu benim bireysel tatminim, diğer bir ifadeyle amacıma ulaştım.
Ancak sonuçta kitabımın tatmin ediciliğiyle ilgili değerlendirmeyi yapacak olan sevgili okurdur.
Öyleyse Sylvia Plath’ı anlatmak, anlatmış olmak nasıl bir duygu uyandırdı sizde? Neden onu anlatmayı bir amaç olarak seçtiniz ve anlatabilmiş olmanın tatminini yaşıyorsunuz?
Biraz önce de ifade ettiğim gibi o birçok insan tarafından “şöyle göz ucuyla bakılıp, göz göze gelindiğinde bakışların hemen kaçırıldığı” biri. Sizin sorduğunuz “Neden” sorusunu ben bu durum için sordum. “Neden Sylvia Plath üzerinde bu kadar çok yazılıp söylenirken, böylesine sıklıkla göz ucuyla bakılıp geçilen biri?” Bu soru onu tanıma isteğimin, merakımın temel nedenidir. Bilinmez korkulduğu kadar merak da uyandırır. İnsanların göz göze geldiklerinde bakışlarını çevirdikleri Sylvia Plath’dan bakışlarını alamamalarının nedeni bu meraktır aslında. Ve insanların bu tutumları da benim merakımı oluşturdu. Böylelikle ona duyduğum merak bir süre sonra onu merak eden insanlara bütüncül bir yaklaşımla anlatma isteğine dönüştü. Bu istek ise uzun çabalarım sonrasında kitabın ortaya çıkışıyla birlikte öznel bir kişisel bir mutluluğa ve tatmine dönüştü.
Sylvia Plath’ın “Gizdökümcü” bir şair olarak nitelendirildiğini söylediniz? Ne demektir Gizdökümcü şair?
İngilizce confession sözcüğü günah çıkarma ve itiraf anlamlarına gelir. Günah çıkarma ya da itiraf sayesinde insan iç huzura kavuşur, pişmanlıklarının yarattığı içsel gerilimden kurtulur. İngilizce “Confessionalist Poetry” deyimi ise dilimizde “Gizdökümcü Şiir” olarak karşılık bulmuş durumdadır. Burada ortaya dökülen giz günahlarla ilgili olmayıp, travmaya yol açan olayın yeniden dillendirilmesi anlamına gelir. Gizdökümcü olarak nitelenen şair sadece kendi yaşantılarını konu etmez, onları aynı zamanda yeniden yaşar ve böylelikle okuyucuya da yaşatır. Nilgün Marmara Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciyken mezuniyet tezi olarak Sylvia Plath üzerine yaptığı “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” adlı çalışmasında bunu belirtir ve “Aslında gizdökümcü bir şekilde yaşar ve yaratır.” dedikten sonra bu şairlerin “İçe dönüp deştikleri iç dünyalarındaki şeytani yönlerini ortaya koyduklarını” ve bunun sadece şiir için değil bütün sanat dalları için geçerli olabileceğini söyler. Bireysel psikolojik süreçlerin anlatılarak gün yüzüne çıkarılmasıdır.
Kitabınızın adı neden sadece Sylvia Plath değil? Ve ya farklı bir isim değil? Örneğin “Sylvia Plath’ın Hayatı” gibi. “Açelya Patikası’nda Geçen Bir ömür” ifadesi neden kitabınızın adıdır?
Daha önce de söylediğim ve bilindiği gibi Sylvia Plath kendi yaşantısı içerisinde talihsiz sayılabilecek travmatik olaylar yaşamıştır. Bunun en önemlisi babasının kaybıdır. Sylvia Plath babasının kaybını yaşadığı süre boyunca derinden hissetmiş, onun yerini asla dolduramamış, doldurduğunu sandığı zamanlarda da bir süre sonra yanılgı içerisinde olduğunu görerek büyük üzüntüler içine düşmüştür. Açelya Patikası gerçekte onun babasının mezarına yaptığı ziyarette yürüdüğü bir patikadır ve sonrasında bu ziyaretini “Açelya Patikası’nda Elektra” adıyla şiirleştirmiştir. Burada kullandığım isim bir ironidir ve kitabın tamamı okunduğunda anlaşılabilecektir.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Bir insanı tanıma sürecinin bilinmeyen bir yere yapılan bir yolculuğa benzediğini söylemiştim. Bir keşif ve öğrenme yolculuğu. Bir insanı tanımak ise aynı zamanda hayatı ve dünyayı tanımaktır. Çünkü her insan yaşadığı zaman diliminde içerisinde bulunduğu toplumla kurduğu ilişki ve karşılıklı etkileşim ile bireysel yaşantılarının bir bileşimi olarak kendisini ortaya koyar. Toplum bireyi biçimlendirdiği gibi aynı zamanda birey de topluma etkide bulunur. Bireyin ürünleri, kendini anlatımları, kendine ilişkin ortaya koyduğu her şey aynı zamanda toplumunun da bir aynasıdır. Geçmişten gelip bu güne, bu günden geleceğe yönelen bu kültürel etki her insanda karşılığını bulur. Sylvia Plath için de böyledir bu. Ve onu tanımak o dönem onun içinde bulunduğu toplum yapılarını anlamak olduğu kadar o yapıların bireylere ve onların ilişkileri ile dünyaya ait görüşlerine yaptığı etkiyi de anlamayı sağlayacaktır. Sylvia Plath’a ilişkin bu anlama ve tanıma bu güne ait anlamaları zenginleştireceği gibi kişinin kendine ilişkin bilgilerini de çoğaltacaktır.
edebiyathaber.net (17 Aralık 2020)