Tolstoy’un “Diriliş” romanını yıllar önce hapishanede okuduğumda çok etkilenmiştim. Başka arkadaşlar okudu onlarda etkilenmişlerdi. Romanın asıl kahramanı Dimitri Nehlüdov olmasına rağmen, beni etkileyen romanın sonlarına doğru dahil edilmiş ipini koparmış yaşlı bir adamdı. Bu adamın ismi yoktu, inancı yoktu bir tek kendisine inanıyordu ve bunu da iyi bir meziyet olarak herkese öneriyordu. Yani tam bir deli dervişti. Özgür bir insan başka nasıl olabilirdi? 19. Yüzyılın sonlarına doğru Rusya’da böyle bir karakter yaratmak kolay olmasa gerekti. Zaten Tolstoy için de bunun kolay olmadığını anlıyoruz. Dönemin Ortodoks Rus Klisesi rahatsız olmuştu romandan. Bu roman sonrası ne kliselerle ne de dini çevrelerle bir daha arası düzelmedi. Sonrasında ise rahatsız olan Rus Ortodoks Kilisesi 1902 yılında Tolstoy’u aforoz etti. İnsanları dinden imandan eden bir kitap yazmıştı Tolstoy. Bunun bir yaptırımı olmalıydı. Aforoz ederek Tolstoy’u susturacaklarını sanıyorlardı, ama Tolstoy susmadı. Diriliş’teki yaşlı deli dervişin kim olduğunu ve nasıl biri olduğunu romandan okuyalım.
“..Yaşlı adam yamalı bir kaftan, çuha pantolon giymekten iyice çarpılmış yamalı çizmeler giymişti. Omzunda küçük bir çanta vardı, başına da tüyleri dökük dökük yüksekçe bir kürk şapka takmıştı.
“Ne o, sen dua etmiyor musun?” dedi Nehlüdov’un arabacısı, şapkasını takınca. “Hristiyan değil misin?”
“Kime dua edeceğim” dedi saçı başı dağınık yaşlı adam, sözcükleri hızlı hızlı ve saldırmaya kararlı bir halde.
“Kime olduğu belli, Tanrı’ya” dedi alaylı arabacı.
“Göstersene bana, neredeymiş o? Şu Tanrı dediğin”
Yaşlı adamın ifadesinde ciddi ve kesin bir şeyler vardı ve güçlü bir adamla karşı karşıya olduğunu hisseden arabacı biraz şaşırdı ama bu şaşkınlığını göstermedi ve hem susmuş olmamak hem de dinleyenlerin gözünde rezil olmamak için hızlıca yanıt verdi.
“Nerede mi? Gökte işte”
“Sen oraya gittin mi?”
“Gideyim ya da gitmeyeyim, ne fark eder, herkes Tanrı’ya dua etmek gerektiğini bilir.”
“Tanrı’yı hiçbir zaman kimse görmedi. Babanın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik oğul, O’nu tanıttı” dedi yaşlı adam hızlı hızlı, kaşlarını çatarak.
“Belli ki, dinsizin tekisin, delikçisin. Deliğe dua ediyorsun” dedi arabacı kırbacını beline sokup yandaki atın koşumunu düzeltirken.
Biri gülmeye başladı.
“Hey dede, senin inancın ne” diye sordu salın kenarında arabasının yanında duran orta yaşlı biri.
“İnancım yoktur. Bu nedenle de kimseye, kendimden başka hiç kimseye inanmam” dedi aynı kararlı ve hızlı biçimde.
“kendine nasıl inanır insan” dedi Nehlüdov, konuşmaya katılarak. “Hata yapabilir.”
“kesinlikle yapmaz” dedi yaşlı adam kararlı bir sesle, başını sallayarak.
“Neden bir sürü farklı inanç var o zaman” diye sordu Nehlüdov.
“Neden mi, kendilerine değil başkalarına inandıkları için. Ben de insanlara inanmıştım ve yolumu şaşırdım, hem de öyle şaşırdım ki taygada gibi, hiç bulamayacak gibi. Eski inanışlar da yeniler de, Cumartesiciler de, Kamçıcılar da, Papazlılar da Papasızlar da. Avusturyacılar da, malakanlar da, hadımlar da. Her inanç yalnızca kendini över. Hepsi de kör enikler gibi sürünüp dururlar. İnanç çok ama ruh bir tanedir. Sende de, bende de, onda da. Yani herkes kendi ruhuna inansa herkes birleşmiş olacak. Herkes kendine inansa herkes birlik olur.”
Yaşlı adam yüksek sesle konuşuyor ve etrafa bakınıyordu, anlaşılan daha fazla kişinin kendisini dinlemesini istiyordu.
“Buna çoktandır mı inanıyorsunuz” diye sordu Nehlüdov.
“Ben mi? Uzun zamandır. Yirmi üç yıldır kovalıyorlar.”
“Nasıl kovalıyorlar?”
“İsa’yı nasıl kovdularsa, beni de öyle kovalıyorlar. Mahkemelerin, papazların sözleriyle yakalıyor, Sadukiler ve Ferisiler gibi yargılayıp tımarhaneye tıkıyorlar. Yine de bana bir şey yapamıyorlar çünkü ben özgürüm. ‘Senin, diyorlar adın ne?’
Bana bir isim verildiğini sanıyorlar. Kesinlikle hiçbir ismi kabul etmiyorum. Her şeyi reddetmişim; ismi de, doğum yerini de, baba adını da hiçbir şeyim yok benim. Ben, kendi halimde biriyim. ‘kaç yaşındasın’ diye soruyorlar, ben de saymadım diyorum, zaten saymama gerek yok, çünkü ben hep vardım ve hep olacağım. ‘baban anan kim’ diye soruyorlar. Yok diyorum, Tanrı’dan ve topraktan başka ne anam var ne de babam diyorum. Tanrı babamdır, toprakta anam. ‘Peki Çarı kabul ediyor musun?’ Niye etmeyeyim, o kendine çar, ben de kendime. ‘Senle de konuşulmuyor’ diyorlar. Benle konuş diye yalvaran mı var diyorum. İşte böyle böyle eziyet ediyorlar.”
Diriliş romanının kahramanı Nehlüdov’un, ipini koparmış bu yaşlı deli dervişle diyaloğu bu biçimde olur. Sonra da romandan çıkıp gider ve deli dervişi bir daha da görmeyiz. Bu yaşlı adam aslında Tolstoy’dan başkası değildir. O günün koşullarında özgür bir insan karakteri yaratmak ister ve elinden gelen bu olur. “Diriliş” i ilk okuduğumda bu yaşlı dervişten etkilenmiştim. Etkilenmekte haksız sayılmazdım, adeta bize sesleniyordu. “Başkalarına değil kendinize inanın!” diyordu. Yaşlı adam vakti zamanında başkalarına inanmış yolunu şaşırmıştı. Vaktiyle bizde başkalarına inanmış kendimizi hapishanede bulmuştuk. Odur budur, otuz yıldan fazla oldu artık kendime inanıyorum. Tek bir defa bile yolumu şaşırmadım. En sonunda Tolstoy’un deli dervişi gibi olduk.
“Diriliş” i okuduğumda içime şöyle bir şey doğmuştu, romana sonradan dahil olan bu yaşlı adamla Tolstoy bize özgür insanın nasıl olması gerektiğini tarif etmişti. Yıllar sonra “Bilgelik Günlüğü” kitabı Türkçeye çevrildiğinde orada Tolstoy’un “Özgür insan” başlığı altında bize önerdiği işte bu yaşlı deli dervişti. Yaşlı adamın anlatıldığı bölüm “Diriliş” romanından alınıp bu kitaba “Özgür insan” başlığıyla konulmuştu.
edebiyathaber.net (8 Eylül 2023)