Söyleşi: Ayşe Yazar
Yazmak mı söylemek mi zor ?Bana sorarsanız söyler gibi yazmak zor derim. Bunu başarabilen ve her karakterini doğasına uygun konuşturabilen Sevgili Tuba Aktaş Deli ile 2022 Tudem Edebiyat İkincilik Ödülü alan Senden Tembeli Var kitabı üzerine konuştuk.
Mine Şanlı adını görünce aklıma adımız izimiz mi tezimiz midir, sorusu geldi. Ne dersiniz kurmaca adlar ve gerçek adlar ile ilgili?
Gerçek veya kurmaca kimse ismini seçemiyor, izin vermiyorlar. Kurmaca kişiler sanıyorlar ki keyfimiz çok yerinde, sanki doğduğumuzda birisi adımızı kulağımıza fısıldamamış gibi… O nedenle Feci Kesir, Lale Molla, Mine Şanlı, Hadiko Tembeliko, Bezgin Cezmi, Hımbıl Hamdi, Miskin Bekir gibi kurmaca kişilerimin onlara verdiğim alaycı isimler için bana gönül koymayacaklarını düşünüyorum. Mine Şanlı, okul etkinliklerinde de çok soruluyor, çocuklar bu isme güldüklerini söylüyorlar. Sorunuza gelecek olursak Mine Şanlı, televizyon eleştirisi üzerinden temsili bir anlamla yer aldı kitapta.
Kitabın teması ile hacmi arasında bir paralellik var mı?
Sonunda birisi bana bunu sordu, çok mutluyum. Evet, var. Teması tembellik olan bir kitabın sayfa sayısı fazla olmamalı, tutarlı ve feraset sahibi her yazar bunu bilir. Mesela bakıyorum, Oblomov altı yüz küsur sayfa. Şimdi söylemeyeyim diyorum ama bence bu hiç samimi değil.
Kitabınızın karakterlerinden polis Aydemir ile muhtarın tavırlarında dikkati çeken bir şey var. Güç iktidar hususunda neler söyleyeceksiniz?
İnsanların güce atfettiği, statülere yüklediği anlamlar benim mizahını yapmayı sevdiğim konular. Yaşadığım çağın ve içinde bulunduğum toplumun tam da benim onları anlatmak istediğim zamanda hangi “insanlık halleri” içinde olduklarını düşünmeyi, bunlar üzerine kafa yormayı seviyorum. Mizah anlayışımın -bunu kara mizah olarak adlandırabiliriz- alay ve ironisinin merkezine “gücü” alması kaçınılmaz bir şey sanırım.
“Kalabalık yorucudur ve gürültüyü çok sever.” diyorsunuz kitabınızda. Göç, ötekileştirme, yaftalama gibi toplumsal olaylara değinirken mizahi ögelere de yer veriyorsunuz. Toplumcu gerçekçilik ve mizahı aynı kaba koymanız nasıl oldu?
Mahalleyi “kalabalık” olarak ele aldım. Yerli çocuk edebiyatımızda mahalle, susadığımızda su veren tatlı ve düşünceli komşularla anlatılıyor; ben topumuzu kesen, dedikodumuzu yapanları anlatmak istedim sanırım. Toki toplumunu, mahalle baskısını, linç kültürünü, ötekileştirmeyi bunlara duyarlı bir yerden değil bunlarla dalga geçen bir yerden ele almaya çalıştım. Kara komik hikâyeler anlatma arzusu toplumcu bir yerden meselelere bakmayı zorunlu kılıyor bence. Bu arada politik doğrucu yaklaşımların mizahını yapmayı da seviyorum.
Kitabın kurgusunu, her bölüme ayrı ayrı mekânlarda başlayarak mahallenin nabzını tutacak şekilde oluşturmuşsunuz. Bölümleri düzenleme tarzınız ve kurgunuz üzerine konuşmak isterim.
Evet, ayrı mekânlar, ayrı anlatıcılar merkezdeki olay üzerinde dönüp duran düşünceler, yorumlar, duygular, yargılamalar, göklere çıkarmalar, yerin dibine sokmalar… Bu kitap aslında “yazmak” değil “söylemek” üzerinden ortaya çıktı. Kişilerin çoğunlukla kendi bakış açılarıyla konuşturulmaları bununla ilgili. Kurmaca kişilerimin hepsinin sesini duydum diyebilirim, kimileri önce sesleriyle vardı, sonra ete kemiğe büründü; kimileri de tam tersi… Bölümler çoğunlukla bu mantık üzerine, yani herkesin olayı/durumları kendi bakış açısıyla anlatması üzerine inşa edildi. Sizin de belirttiğiniz gibi mekânlar da bu konuda çok belirleyici oldu. Zaten hem mekânsal hem de kavramsal olarak ele aldığım mahalle, metnin kurgusal ağırlığının anlatıcıyla birlikte mekân üzerinde olduğunu hissettiriyor.
Romanın sonuna bunun kurmaca olduğunu işaret eden ögeler eklemişsiniz. Özellikle bu kısımları okurken bir simülasyonun içinde olduğum hissine kapıldım. Romanınızı okuyan gençlerin hangi duygularını ortaya çıkarmayı amaçladınız?
Evet, romanın üstkurmacası var. Hatta metnin ilk yazıldığı halinde bu üstkurgu daha yoğundu. Evlerden ırak… Verilmiş sadakam varmış. Son anda kendi kendime “Sakin ol kızım, biraz sakin.” dedim. “Hem alaycı şeyler yazmışsın, bir de üstüne deneysel heyecanlar ve hezeyanlar…” Nadiren de olsa bağlanmayan basiretime buradan teşekkür etmek istiyorum.
Açıkçası okurla ilgili bir hedefim yoktu, kitabımın çok sevilmesini, pamuklara sarılmasını beklemek dışında… Aslında bu kitap özelinde kendimle ilgili hedeflerim vardı. Neler yapabileceğimi görmek istiyordum, yapmaya çalıştığım mizahın yerli çocuk edebiyatında yürüyecek yolu var mı, bu yollara düşebilir miyim, merak ediyordum. Romanımı okuyan herkes çok gülsün istiyordum, çocuklar, gençler, büyükler…
Vampir köylü oynayan gençler, günlük hayatta yer alan argo kelimeler ve çocukların oynadıkları mahalle oyunlarına baktığımızda yaşadığımız çağın etkisiyle hayatın içine karışamayan gençlerin içine karışan, onların dünyasına hâkim olan bir yazar görüyorum. Bu duruma nasıl ulaştınız? Yeni neslin içinde bulunduğu durum üzerine neler söylersiniz?
Öncelikle teşekkür ediyorum Ayşe Hanım, “çocuğu” tanımaya çalışıyorum ve yazdığım her hikâyede çocuğa ilişkin yeni bir kurmaca gerçeklik yaratmak için çabalıyorum. Edebiyat bağlamında bunu yapmak gerçek hayatta yapmaya çalışmaktan daha kolay tabii. O nedenle ben de daha kolayını yapıyorum. Kendi yaşamımda gördüğüm çocuk -ya da görmek istediğim de olabilir- toplumun tam içinde, ne çocukerkil ne ataerkil bir yerde, konuşmasıyla, olayları, olguları görme ve anlamlandırma biçimiyle… Bunun gerçekliği, bizzat kendi çocuklarımla, öğrencilerimle yaşadığım gerçeklikten besleniyor sanırım. En büyük şansım; öğretmen olmak, anne olmak, farklı sosyal sınıflardan insanlarla temas halinde olmak, metropolde taşrayı, sitede mahalleyi yaşamak… On ve on iki yaşında iki oğlum var, sürekli dışarıdalar, mahallemizde hayatın içindeler. Her gün eve yeni oyunlar, olaylar, argo sözcükler ve türlü şamatayla dönüyorlar. Yeni nesil eğer benim çocuklarımsa, onların arkadaşlarıysa, hem müşkülpesent hem kalender meşrep öğrencilerimse; ben razıyım yeni nesilden.
Bu güzel sorular için çok teşekkür ediyorum Ayşe Yazar, sevgilerimle…
edebiyathaber.net (4 Haziran 2024)