Amerikalı Coğrafya ve Fizyoloji profesörü Jared Diamond tarafından 1997 yılında yazılan eser, alanının en önemli kitaplarından biri sayılıyor. İnsanlığın, son buzul çağının sona ermesinden sonra avcı toplayıcılıktan yerleşik tarım toplumuna geçtiği kabul edilen son 13000 yılının incelendiği kitapta yazar, nasıl olup da insanların bir kısmının diğerlerine üstün geldiği, Bereketli Hilal olarak anılan bölgede gelişmeye başlayan uygarlığın yazarın tek bir potada eriterek Avrasya olarak nitelendirdiği Asya ve Avrupa insanlarını nasıl değiştirdiği ve buradan yayılan milletlerin bütün dünyayı egemenliği altına almış olmasının olası sebeplerinin neler olduğu soruluyor ve bu soruların gerçeğe en yakın olması beklenen cevaplarını inceliyor.
Yazarın en başından beri özellikle üzerinde durduğu ve ispatlamaya çalıştığı, dünya insanları arasındaki sahip olunan teknoloji ve güç farkının büyük oranda çevresel faktörlerle ilişkili olduğu ve düşünülenin aksine genetik ve ahlaki üstünlüklerle ilgili açıklamaların yersiz olduğu fikri dünyanın farklı bölgeleri ayrı ayrı ele alınarak anlatılıyor.
Dört ana bölüme ayrılan kitabın ilk bölümünde; günümüzden yedi milyon yıl önce insanların maymunlardan farklılaşarak dünyaya yayıldığı zamanlardan başlayarak günümüzden 13000 yıl öncesine kadar olan ön uygarlaşma dönemi hızlı bir şekilde ele alınırken; ikinci bölümde bundan sonraki dönemde özellikle çevresel koşulların tarihin seyrini nasıl değiştirdiği, küçük toplumlardan büyük imparatorluklara varan örgütlenme biçimlerine etki eden faktörler inceleniyor.
Aynı zamanda kitabın en dramatik bölümü olan üçüncü bölümde, kıtalararası yolculuk ile başlayan sömürü düzeninin trajik hikayesi, vesikalarıyla birlikte anlatılıyor. İspanyollarla karşılaşan İnka ve Aztek topluluklarının yenilgilerinin nedenleri olarak her ne kadar öncelikle Avrupa’nın tüfek ve mikropları gösterilse de ortadaki büyük insanlık dramının asıl nedenlerinin Avrupa’nın dolmak bilmeyen hazinelerini günümüzde de devam eden sürekli besleme gayreti ve açgözlülükleri ile Amerika yerlilerinin sonradan Afrika insanında da göreceğimiz şekilde, gelenlerin asıl niyetlerini anlamaktan alıkoyan safça ve günümüzde uygarlık denen olguya şüphesiz daha uygun olan insanlıkları dikkat çekiyor.
Kitabın bundan sonraki en uzun bölümünde neden Mezopotamya’dan yolan çıkan Avrasyalıların Amerika’ya kadar gidip oradaki herkesi öldürüp zenginliklerine el koyan ve hatta Afrika’da bizzat insanları köleleştiren taraf iken, kendileri de büyük İmparatorluklar kurmuş olan Amerika yerlilerinin gelip de Avrupa’yı kılıçtan geçirmemiş olduklarının sebepleri üzerine, yiyecek üretimi, hayvanların evcilleştirilmesi, coğrafyadan kaynaklanan fiziki avantajlar ve yine hayvan evcilleştirilmesinin bir sonucu olarak bulaşıcı hastalıklar bölgeler itibariyle ayrıntılı olarak ele alınıyor.
Çok kısa bir şekilde bu kısmın üzerinden geçecek olursak; Diamond’ın teorisinin genel hatlarını, bütün dünyada avcı toplayıcı olarak yaşamakta olan insanlar arasında Avrasyalıların yaşadıkları bölgelerde besleyicilik açısından çok daha zengin arpa, buğday, bezelye, nohut gibi ürünler ile evcilleştirilmeye uygun olan, koyun keçi ve sığırlar ile at eşek gibi hayvanların doğal olarak bulunuyor olması ile yerleşik hayata bu bölgelerde geri kalan her yerden daha önce geçilmiş olması, bunun sonucunda da yönetim biçimleri, yazı, kağıt, barut gibi teknolojik gelişmeleri ortaya çıkartacak ve bir otorite etrafında siyasal örgütlenmeyi gerçekleştirecek insanları besleme kabiliyetine kavuşan toplumların önlenemez gelişmesi ve diğer kıtaların kuzey güney eksenli ve aşılamaz geçitlerle kapalı coğrafyasının tersine Avrasya’nın doğu batı eksenli coğrafyası da medeniyetin her yerden önce bu bölgelerde gelişmesine yol açması oluşturuyor. Üretilen yiyecekler ve evcilleştirilen hayvanlar Avrasya’nın doğu batı ekseninde aynı enlemler üzerinde benzer iklimlerde çok daha kolay yayılma imkânı bulurken, Afrika’nın ya da Amerika’nın kuzey-güney ekseninde meydana gelen bir teknolojik gelişme, öncelikle farklı iklimler nedeniyle kıtanın diğer yakasında herhangi bir geçerlilik taşımıyordu. Bunların dışında bölgeler arasında dönemin insanlarınca aşılması çok zor olan yüksek dağlar ve büyük çöller bulunmaktaydı.
Yazar her ne kadar benzer kitaplardaki Avrupa-ABD merkezli bakış açısından ve genetik özelliklere dayalı açıklamalardan kaçınacağını ve hatta özellikle buna karşı olarak, oldukça zeki olduklarını düşündüğü dostları olan Yeni Gineliler üzerinden bir anlatım yapacağını önceden belirtmiş olsa da kitabın tamamı bütüncül bir bakış açısı ile ele alındığında, Batı Medeniyetinin diğerleri üzerindeki üstünlüklerinin salt coğrafi nedenlere indirgenerek açıklama çabası kimi yerlerde yetersiz kalıyor. Örnek olarak güçlü merkezi yönetimlerin gelişmenin önemli anahtarlarından biri olduğu pek çok yerde zikredilirken, teoriye uymayan bazı yerlerde de Ortaçağ Avrupa’sının bölünmüşlüğü Kolomb’un önünü açan etmenlerden biri olarak gösteriliyor. Yine coğrafi elverişlilik gelişmeyle direkt ilgili olarak gösterilirken, aynı şekilde coğrafi kısıtların insanlara keşif yapmaktan başka bir şans bırakmadığı da anlatılıyor. Yine de 13000 yıllık büyük çoğunluğu belirsiz ve karbon tarihlemelerde bile büyük fikir ayrılıkları olan ve aradaki halkalarının çoğu henüz belirlenmemiş büyük bir neden sonuç zinciri üzerine böylesi kapsamlı bir fikir yürütme çabası takdir edilesi ciddi bir emek barındırıyor.
Son olarak Pegasus Yayınları tarafından yapılan baskısında yazarın bizzat Türklere yönelik olarak yazmış olduğu tatlı sert önsöz de oldukça dikkat çekici. Tarihin ve uygarlığın başlangıcı sayılan böylesi köklü bir mirasın üzerinde oturan insanlar olarak neden bugün batı medeniyetinin bu kadar gerisinde kaldığımız sorusunu bizzat Türk okurlarına yöneltiyor yazar. Başlangıçta satışa yönelik bir tatlılık olarak okunulması beklenen bu özel önsözdeki çarpıcı soru, evrensel bir bilim insanına yakışır nitelikte ve bir o kadar da düşündürücü.
edebiyathaber.net (17 Mart 2022)